Depremlerin olma nedeni ile ilgili olarak geçmişten günümüze halk arasında genellikle ilahi bir uyarı veya ceza olduğu düşüncesi oldukça yaygındır. Eğer bu doğru olsaydı; Tanrı inancı en az olan insanların yaşadığı bölge olan Kuzey Avrupa ülkelerinde neredeyse hiç deprem olmamasını nasıl açıklarız? Bu sorunun cevabı aslında depremin bir doğa olayı olmasıdır.

Bu doğa olayı, Dünya’nın merkezinde Çekirdek tabakası dediğimiz bölgedeki 6000 °C’ye kadar çıkan sıcaklığın etkisi ile Manto tabakası üzerinden kıtaların ve okyanusların olduğu Litosfer adı verilen yerkabuğu tabakasını konveksiyon hareketleri ile büyüklü-küçüklü 15 adet levhayı sürekli olarak hareket ettirmesinden kaynaklanmaktadır. Aslında bu durumu şu şekilde örnekleyebiliriz. Su dolu bir tencere üzerine konan bir plastik parçasının hareket etmeyip, suyu kaynattığımız zaman hareket etmeye başlamasına benzer.

Bu hareketler sonucu yeryüzünde birçok kırık (fay) oluşmaktadır. Yer altındaki levha hareketlerinin sürekli devam etmesi sebebiyle kırıkların birbirlerine sürtünmesi sonucu deprem dediğimiz sismik titreşimler üretmektedir. Bazen Litosferin en altında bulunan eriyik yapıdaki mağma’nın yerkabuğunu aşırı zorlayarak yırtıp volkanların oluşmasına neden olurlar. Volkanların oluşması esnasında da sismik titreşimler yani depremler oluşur.

Halkın bir başka yanlış anladığı konu ise depremin “büyüklüğü” ve “şiddeti” kavramlarıdır. Depremin büyüklüğü kavramı 1930 yılında ABD’li Sismolog Charles Francis Richter tarafından ortaya konan bir değer olup, depremin merkez üssü ve derinlikteki aletin Magnitüd birimi olarak ölçtüğü, 10 birimden oluşan ve logaritmik olarak artan bir değerdir. Dolayısıyla, depremin büyüklüğü, ölçümün nerede yapıldığı ile değişmez. Diğer taraftan, büyüklüğü aynı olan iki depremden yeryüzünden daha derin olanı daha az hasar yaparken, yüzeye daha yakın olanı daha çok hasar yapacağını bilmek gerekir. Ayrıca, depremin uzun sürmesi de hasarın daha fazla olmasına yol açar. Yine de Richter ölçeği (magnitüd) depremlerin özelliklerini belirlemede yerbilimciler için bir referans kaynağı olmuştur.

Depremin şiddeti ise binalar ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Bu etki, depremin büyüklüğüne bağlı olmakla birlikte depremin merkez üssünün derinliği ve uzaklığı, zeminin yapısı ve yapıların depreme karşı gösterdiği dayanıklılık gibi birçok faktöre bağlı olarak değişmektedir. Şiddet depremin kaynağındaki büyüklüğü hakkında doğru bilgi vermemekle beraber, deprem dolayısıyla oluşan hasarı yukarıda belirtilen etkenlere bağlı olarak yansıtır. Deprem şiddetti Mercalli Cetveli diye bilinen ve roma rakamları (I-XII) ile gösterilen 12 şiddet değeri ile ifade edilmektedir. I-V arasındaki şiddete sahip depremler hasara yol açmaz ve insanların hissettiklerine göre değerlendirilir. VI-XII arasındaki değerler ise arazide oluşturduğu kırıklar ve binalarda oluşturduğu hasarlar cinsinden değerlendirilir.

Yukarıda deprem mekanizmasını anlattıktan sonra tarihsel olarak Anadolu’da ve Çorum bölgesinde gerçekleşmiş depremlere bakalım!

Büyük önder ATATÜRKTarihini bilmeyen bir millet yok olmaya mahkûmdur” demiştir. Ayrıca kimin söylediği belli olmayan “Tarih tekerrürden ibarettir” sözünü de unutmayalım. Büyük felsefeci Efesli Heraklit “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” diyerek bu sözü tersten ifade etmişti. Ayrıca Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un "Tarih’i "tekerrür" diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? "şeklinde alıntı yaptığı da bilinmektedir.

Yukarıda belirttiğim sözler geçmiş tarihimizi veya olaylarımızı bilmenin ne kadar önemli olduğunu bize bir kez daha öğretiyor. Bu sözleri yaşadığımız büyük deprem felaketine uyarlamamız da mümkündür. Dolayısıyla, “Deprem tarihini bilmeyen veyahut unutan toplumlar depremde felaket yaşamaya devam eder” sözünü de ben söylemiş olayım.

Son yüz yıllık deprem tarihimize bile baksak, ders almamızı gerektirecek önemli felaketler olduğunu görürüz.

27.12.1939 tarihinde 7.9 büyüklükte (XII Mercalli şiddetinde) Erzincan deprem felaketini yaşadık. Resmi rakamlar ile 32968 vatandaşımızı kaybettik, 116720 bina yıkıldı ve binlerce hayvan telef olmuştu. Bu deprem başta Samsun, Ordu, Sivas, Tokat ve Amasya olmak üzere 11 il ve bağlı ilçe ve köyleri etkilemiştir. Deprem sonrasındaki günlerde Cumhuriyet gazetesi tarafından depremden etkilenen bölgeler Türkiye haritası üzerinde gösterilmiştir.

Bu iller arasında Çorum’un doğu tarafındaki bazı köylerin olduğu da belirtilmektedir. Hatta deprem İsviçre ve İtalya’dan da hissedildiği belirtilmiştir. Bu deprem öncesi 7 düvelle savaşırken ülkenin batısında kalan illerin çoğu yıkılmış ve yeniden fabrikalar, yollar, hastaneler ve okullar inşa etmeye başlarken, depremle birlikte ülkenin doğusu da yıkılmıştı.

1939 yılında Türkiye Cumhuriyetinin en büyük depremi olan Erzincan depremi sonrasında başka büyük depremler de yaşadık. Bunları hatırlayacak olursak;

1942’de Tokat-Erbaa (7.0) depreminde yaklaşık 3000 kişi,

1943’de Samsun-Ladik (7.2) depreminde yaklaşık 4000 kişi,

1944 yılında Bolu-Gerede (7.2) depreminde 3959 kişi,

1946’da Muş-Hınıs (5.9) depreminde 839 kişi,

1949 yılında Bigöl-Karlıova (6.7) depreminde 450 kişi,

1953’de Çanakkale-Yenice (7.2) depreminde 265 kişi,

1966 yılında Muş-Varto (6.9) depreminde 2396 kişi,

1970’de Kütahya-Gediz (7.2) depreminde 1086 kişi,

1971’de Bingöl (6.8) depreminde 878 kişi,

1975 yılında Diyarbakır-Lice (6.6) depreminde 2385 kişi,

1976 yılında Van-Muradiye (7.5) depreminde 3840 kişi,

1983 yılında Erzurum-Kars (6.9) depreminde 1115 kişi ve

1992 yılında ki Erzincan (6.8) depreminde 653 kişi hayatını kaybetmiştir.

Yukarıda vermiş olduğum büyük depremlerde binlerce kişi yaralanmış ve on binlerce bina yıkılmıştır.

Yakın tarihte 1999 yılında gerçekleşen Gölcük (7.4) ve Düzce (7.2) depremleri ise 1939 ve sonrasında onlarca depremden ders almadığımızı gösterdi. Toplam 6 ili etkileyen Gölcük depreminde resmi rakamlar ile 17480 vatandaş hayatını kaybetti ve 43953 kişi yaralandı ve yaralılar arasında 981 kişide maalesef kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Hemen ardından, Düzce depreminde birçok vatandaş bölgeyi terk etmesi ve depremin gündüz gerçekleşmesi sebebiyle daha az sayıda kişi (845) hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştı (4948). Ayrıca, yıkılan ve oturulamayacak on binlerce de bina enkazı oluşmuştu.

2011 yılında Van’da gerçekleşen 7.2 büyüklüğündeki depremin gündüz olması sebebiyle 644 kişi hayatını kaybederken 17005 kişi yaralanmıştı.

Yukarıda sözünü ettiğim depremleri hem büyüklük olarak yüksek hem de etkisi açısından çok fazla ölüme ve yıkıma sebep olması açısından dikkate aldım. Bu depremlerden başka onlarca daha az can kaybı olan depremler de ülkemizde yaşanmıştır.

Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşmiş bu depremler sonrasında depremin etkilemediği bölgelerde yaşayan vatandaşlarımız bu durumun ciddiyetini maalesef anlayamamış ve felaketlerden ders çıkaramamıştır.

Deprem felaketini daha iyi anlamak için tarihsel olarak yaşadığımız bu büyük depremleri özellikle dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum. (devam edecek)