Pers İmparatorluğu'nu yıkarak Persepolis'i alarak, zor kazanılan savaşlar sonucunda, Makedonya'dan Hindistana kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuş olan Büyük İskender Ölüm döşeğindedir. 

Ölüm döşeğindeki Büyük İskender, devletin ileri gelenlerini çağırıp son üç arzusunu söylemiş.

1) Tabutum, dönemin en iyi doktorlarınca taşınmalı.

2) Elde ettiğim bütün zenginliğim (altın, gümüş ve değerli taşlar), tabutum mezara gelene kadar yol boyunca serpiştirilmeli. 

3) Ellerim, herkesin görebileceği şekilde tabutun dışına sarkmalı.

İleri gelenlerden biri, şaşkın bir ifadeyle bunun sebebini sormuş.

Büyük İskender, açıklamış:

1) En meşhur doktorların tabutumu taşımasını şu sebepten dolayı istiyorum: Herkes bilsin ki, doktorlar ne kadar iyi olursa olsun, onlar bile ölümün karşısında çaresizdir.

2) Yerlere serpeceğiniz değerlerim de gösterecektir ki: Bu dünyada elde ettiğimiz zenginlik, bu dünyada kalır.

3) Ellerim tabutun dışında kalsın ki, herkes bilsin: Bizim için en değerli şey olan zamanımız tükenince, boş ellerle doğduğumuz gibi, boş ellerle de öbür dünyaya gideriz.

Sonuç:

"VAKİT" elimizdeki en büyük zenginliktir; çünkü sınırlıdır. 
Para kazanabiliriz, ama daha fazla zaman kazanamayız. 
Dolayısı ile birine zaman ayırdığımızda, bir daha asla geri alamayacağımız en kıymetli vaktimizden ayırmış oluruz.
Zaman, hayatımızdır ve ÇOK KIYMETLİ bir hediyedir.
Bu hediyeyi ne vakit ve kime ayıracağını iyi hesapla, sana zaman ayıranın da sana ne kadar kıymet verdiğini bil!
Bu yazıda sizi, mutluluk konusunda, para ve zamanla ilgili şaşırtacak bir araştırma okuyacaksınız. Para, zaman ve mutluluk insanların sürekli kafa yorduğu beş kavramdan üçüdür (diğer ikisi başarı ve cinselliktir). Zihinsel enerjimizin büyük bölümünü bu kavramlara ayırır ve bunları elde edersek mutlu olacağımıza inanırız. Hayatın akışı içinde isteklerimizi gerçekleştirmek için iki temel kaynağımız vardır. Bunlar “zaman” ve “para” dır. Ancak büyük çoğunluğumuz bunları nasıl kullanacağımızı bilemediği için, sonuçta daha mutsuz oluruz.

Para

İnsanlar daha çok para sahibi olurlarsa, daha çok mutlu olacaklarını düşünürler. Alt gelir grubundan orta gelir grubuna geçerken bu düşünce doğrudur. Ancak orta gelir grubunda bir plato başlar ve daha çok para daha çok mutluluk getirmez. Para insanları, daha çok kendilerini düşünmeye iter. Piyangodan büyük sayılacak ikramiye kazananlar, hemen zihinlerinden bu parayı harcamaya başlarlar ve çok kere “ikramiye biraz daha büyük olsaydı” diye düşünmeye başlarlar. Oysa British Columbia üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, parayı başkaları için harcayanların daha mutlu olduğunu ortaya koymuştur.

Harvard Business School öğretim üyesi ve Pazarlama Uzmanı Michael Norton, paranın kullanılışı ve bunun insana yaşattığı duygular konusunda çok sayıda araştırma yapmış ve çalışmalarını “Happy Money” adlı kitapta toplamıştır.

Araştırmaya katılan öğrencilere sabah içinde 25 dolar bulunan zarflar verilmiş, bir bölümüne “parayı kendileri için”, diğer bölümüne de “başkaları için” harcamaları söylenmiştir. Gün sonunda araştırma laboratuarında, öğrencilerin doyum düzeyleri değerlendirilmiştir. Kendilerine verilen parayı “başkaları için” harcayanların açık arayla daha fazla iyilik ve hoşnutluk hali yaşadıkları ve daha mutlu oldukları görülmüştür.

Bilim çevrelerinde, bu araştırmanın ABD ve Kanada gibi varlıklı ülkelerde yapıldığı ve bu nedenle de sonuçların genellenemeyeceği ve araştırmanın geçerliliğinin bu ülkelerle sınırlı olduğu yönünde eleştiriler yapılmıştır. Bunun üzerine araştırma Güney Afrika, Uganda ve Hindistan’da tekrarlanmış ve her yerde aynı sonuçla karşılaşılmıştır. Paranın bir bölümünü başkaları için harcamak, Dünya’nın her yerinde insanların kendilerini daha iyi hissetmelerine neden olmaktadır.

Zaman

Hepimiz çevremizde zamanlarının kendilerine yetmediğinden şikayet eden insanlarla yaşıyoruz ve kendimiz de bunlardan biri oluyoruz. Oysa Dünya’da herkese eşit olarak verilmiş tek kaynak zamandır. Başarılı, başarısız; zengin, fakir; genç, yaşlı herkesin 24 saati vardır ve insanlar günümüzde zamanlarını sakınmak konusunda, paraları konusunda olduğu kadar hassastır.

British Columbia üniversitesi’ndeki Araştırma Grubu, para konusunda yukarıda özetlemeye çalıştığım araştırmayı, zaman konusunda da tekrarlamıştır. Boş bir günlerinde araştırmaya katılmayı kabul eden öğrencilerin bir bölümüne, “zamanlarını sadece kendilerini hoşnut edecek şekilde”; diğer bölümüne de “başkalarını hoşnut edecek şekilde” geçirmeleri söylenmiştir. Gün sonunda yapılan değerlendirmede, zamanlarını başkalarını hoşnut ederek geçirenlerin çok daha mutlu oldukları görülmüştür.

Bu durum ilk bakışta paradoksal bir sonuçla karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor. “Zamanım kendime yetmezken, zamanımı başkaları için kullanmak daha çok sıkıntı yaratmaz mı?” sorusunu akla getiriyor. Oysa ilginç bir şekilde zamanı başkaları için kullananlar, bir süre sonra onlar için daha fazla bir şey yapmak ve daha fazla zaman vermek ihtiyacı hissediyorlar. Belki de bu nedenle, gönüllü hizmet örgütlerine başta isteksizce girenlerin, bir süre sonra zamanlarının giderek daha fazlasını hizmet yolunda harcamalarının nedenini açıklamaktadır.
Yüce dinimiz İslam, bir inanç sistemi olduğu kadar, aynı zamanda bir hayat nizamıdır. Bizim içim hayatın her safhasını inceden inceye tanzim eden bir “hukuk sistemi” ne, son derece hassas bir “ölçüler manzumesi” ne ve mükemmel bir “dünya görüşü” ne sahiptir. Yani İslam, Müslümanın inanç ve ibadet hayatını şekillendirdiği gibi, onun ahlakını, muamelatını ve bilhassa hak ve hukuka riayet gibi beşeri münasebetlerini de ilahi ölçülerle tanzim eder.

İnsan şahsiyetine en çok etki eden iki mühim konu vardır: Birincisi, muhabbet beslenip beraber olunan insanlar, ikincisi de kazançtır.

Bu yüzden gönlümüzde muhabbetini taşıdığımız insanlara çok dikkat etmeliyiz. Zira insan çoğu zaman, doğru yola da yanlış yola da sevdiği kimselerin teşvik ve telkinleriyle gider. İkinci olarak da cebimizdeki paraya dikkat etmeliyiz. Ona haram karıştırmamalıyız. İnsanın gönül alemi, çoğu zaman bu iki konunun manevi keyfiyetine göre şekillenir. Ameller de bu şekillenişe göre gerçekleşir.

Parada bir sır vardır; o, geldiği yoldan gider. Yani helal para, gerçek manada hayra sarf edilirken; şer yoldan gelen para ise, şerrin sermayesi olur. Paranın kaderi, kişinin kaderine müdahil olur. Herkes zanneder ki, ben parama hükmederek istediğim yere harcıyorum. Halbuki para, kazanılışındaki manevi temizlik durumuna göre, layık olduğu yere gider; sahibinin iradesini de kendi gittiği yere doğru istikametlendirir. Yani hakimiyet çoğu zaman paradadır; sahibinde değil…

Para yılan gibidir. Hangi delikten girdiyse oradan çıkar. Cebine haram para girenin ameli bozulur. En azından amellerindeki ihlas kaybolur. Dolayısıyla paranın nerden ve nasıl kazanıldığı çok mühimdir. Maddi manevi huzurumuz için, kazancımızın helal yoldan olmasına son derece dikkat etmeliyiz. Ağızdan geçen her lokma, eğer helal ise kişiye feyiz ve manevi zindelik verir. Fakat haram veya şüpheli bir lokma ise, gaflet ve hantallık verir; duyuşları kısırlaştırır; kalbe bir perde olur.

Parayı doğru kullanabilmek; bir sanattır, kalbin şaheseridir. Bunun için de; 1) Kazanç helal olacak, 2) İsraf edilmeyecek, 3) Pintilik / cimrilik yapılmayacak.

 İsraf; güç gösterisinde bulunarak aşağılık duygusunu örtbas etmeye çalışmaktır. Pintilik ise şeytanın telkin ettiği “fakir düşme” korkusuyla infaktan kaçıp sırf kendine biriktirmektir. Hakk’a tevekkül noksanlığının ve korkaklığın getirdiği bir zaaftır. Parayı, sığınak, barınak ve dayanak haline getirmektir. İsraf da pintilik de mülkün gerçek sahibi olan Cenab-ı Hakk’a isyan niteliğindedir. Mü’min, israf ve pintiliğin zıddına, kalbindeki imanın seviyesi nisbetinde bol bol infak edecektir. Yani imkanı olan Müslüman, çok kazanmaya ve çok infak etmeye gayret gösterecektir. Hadis-i şerifte de: “Veren el, alan elden hayırlıdır.” Buyurularak infak edebilecek Mü’min olmaya teşvik edilmektedir. Bununla birlikte, ayet-i kerimede Cenab-ı Hak: “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsanda bulun.”(Kasas/77) buyurmaktadır.

 İslam’da mülk Allah’ındır. Kul, kendisine belli bir süreliğine emanet edilen bu mülk üzerinde ancak bir tasarruf memuru mevkiindedir. Bu sebeple İslam’da, bir gün bırakılıp gidilecek olan maddi kazancı elde etmek için; insanı ve toplumu sömürmek, kul hakkına girmek, ilahi hudutları çiğnemek asla yoktur. İslam iktisadı, insanın problemini çözmekle başlar. Paylaşmak ve başkalarına, bilhassa da ihtiyaç sahiplerine faydalı olmak şarttır, farzdır.

Ayet-i kerimede: “Sailin (muhtacın) ve mahrumun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin) onların (zenginlerin) mallarında muayyen bir hakkı vardır.” (zariyat/19) buyrulur.

Bu düstur, hem parayı kullanma eğitimidir, hem de gönülleri kaynaştırma vesilesidir. Yani İslam, hayatın her sahasında olduğu gibi ticari ve iktisadi faaliyet sahasında da bir nizam vaaz etmiştir. Helal ve haram hudutları koymuştur. Merhamet ve şefkati emredip Mü’ mini Mü ‘mine zimmetli kılan bir görüş getirmiştir. Kazancı; “Hak”, “Adalet”, ve “Merhamet” le birleştirmiştir.

 Kapitalist sistem, sadece maddi menfaatini ve karını düşünür. Onun gözünde insan, ekonomi çarkını döndüren dişliden farksızdır. Bu yüzden insanı acımasızca sömürür. Gayesine ulaşmak için her yolu meşru sayar.

İslam ise kapitalizmin zıddına, bir vicdan muhasebesi yaptırır. “Nereden ve nasıl kazandın; nereye ve ne şekilde sarf ettin?” sualini sorar.

Cenab-ı Allah Fecr Suresi’nde buyuruyor ki:

“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde (sevinir, bunun bir imtihan olduğunu düşünmeden)  ‘Rabbim bana ikram etti.’ der.” ( fecr/15)  Bunun devamındaki ayette de; “onu imtihan edip rızkını daralttığında ise (insan üzülür) ‘Rabbim beni önemsemedi (bana ehemmiyet vermedi)’ der.” (fecr/16) buyuruluyor.

Hâlbuki kazanılan paranın kişiye hayır mı getireceği, şer mi getireceği bilinmez. Gaybı yalnız Allah bilir. Bu yüzden kamil bir Mü’min ,ne para kazandığında gereğinden fazla sevinir, ne de kaybettiğinde lüzumundan fazla üzülür. Her halükarda gönlünü Cenab-ı Hakk’a karşı rıza makamında tutar. Zira bilir ki Cenab-ı Hakk’ın rızasına nail olmak için,evvela kulun, kendisi hakkında takdir edilene rıza göstermesi, kanaat ve tevekkül ehli olması şarttır. Cenab-ı Hak, kuluna ne kadar imkan verirse versin, kul daima hamd, şükür ve zikir halinde olmalı, “Niye falana verdi de bana vermedi?” düşüncelerini bir kenara atmalı, hayatın acı tatlı sürprizleri ve değişen şartları karşısında istikametini korumak için “sabır” silahına sarılmalıdır. Rasulullah Efendimizin buyurduğu gibi; “Esas hayat, ahiret hayatıdır.” hakikatinin şuur ve idraki içinde olmalıdır.

Unutmayalım ki Cenab-ı Hakk’ın bize; “Maddi yönden daha çok zengin olun!” diye bir emri yoktur. Sadece; helalinden kazanın, helal ölçüler içerisinde yaşayın ve infak edin!” diye bir emri vardır. O halde ne olursa olsun hayatımızı ve ticaretimizi helaller üzerine bina etmeliyiz. Hakkımızdaki ilahi taksimin/kaderin sınırlarını zorlamamalıyız.

Yani Cenab-ı Hakk’ın nasip ettiği ölçüde helalinden kazanıp infak etmeye gayret göstermeliyiz. Maddi refah uğruna gönül huzurumuza zehir serpmemeliyiz. İslam’ın güzellikleri içerisinde meydana gelecek kalp saadetine kıymamalıyız. Asıl ve sonsuz zenginliğin, kalbi hayatta olduğunu unutmamalıyız.

Sonuç

Bu bulgular, paranın satın aldıklarıyla ve sadece kendimizi düşünerek mutlu olmanın zorluğunu bir kere daha doğruluyor. Böylece aynı zamanda, paranın satın aldıklarının verdiği hazlar ve kişinin sadece kendisini düşünerek elde ettiği keyiflerle yaşanan hayatların doğurduğu doyumsuzluğu anlamak mümkün olabiliyor. Bir düşünürün dediği gibi, “kendisi için yaşayanın ölümünden Dünya karlı çıkar”.

Zamanının ve parasının bir bölümünü başkaları için harcayanlar daha mutlu oluyor. Bu nedenle birisi için iyi bir şeyler yapın. Sadece kendinize değil, biraz da sizden daha az şanslı olanlara odaklanın. Aynı durum para için de geçerli. Hepimizin bütçesinden başkalarına ayırabileceği küçük de olsa bir pay vardır ve bizim için küçük ve önemsiz olan bu miktar, başkalarının hayatında büyük bir fark yaratabilir.

Kaynak: Michael Norton, Elisabeth Dunn: Happy Money. Simon and Shuster, 2013.