Biri 7.8 büyüklüğünde, diğeri 7.6 büyüklüğünde iki deprem felaketinin üzerinden tam bir yıl geçti.

Depremde hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı dileklerimi bir kez daha belirtmek isterim.

Her ne kadar 11 ilimizi etkileyen bu iki deprem Kahramanmaraş-Pazarcık depremleri olarak ifade edilse de, Boğaziçi Kandilli Rasathanesi iki depremin merkez üssünü farklı belirtmiştir.

İlki, sabah 04:17’de Gaziantep-Şehitkâmil ilçesi Sofalaca köyü civarında, yerin yaklaşık 5 km altında ve 100 saniye süren deprem 7.8 (Mw) büyüklüğünde meydana gelmişti.

Ardından aynı gün öğlen 13:24’te Kahramanmaraş’ın Ekinözü ilçesinde meydana gelen 7.6 (Mw) büyüklüğündeki deprem ise, yerin yaklaşık 9 km altında ve yaklaşık 60 saniye sürmüştü.

İki deprem de Doğu Anadolu Fay (DAF) zonu üzerinde sol yanal atımlı olarak fakat iki farklı fay kolunda meydana gelmişti.

Deprem tarihi ve yerbilimi açısından daha önce olmayan ve birbirini tetiklemesi beklenmeyen iki ayrı fay kolunun (segment) birbirini etkilediği ortaya çıkmıştı.

İlk deprem öncesi öncü olabilecek bir deprem kaydı da tespit edilememiştir.

Ayrıca, etkisi bakımından 11 ilimizi etkilemesi açısından da ilk olma özelliği taşınmaktadır.

Her iki deprem sonrasında AFAD’ın vermiş olduğu resmi rakamlar ile elli bin (50783)’in üzerinde insanımızı kaybettik.

Üstelik ilk depremden sonra hayatta kalan insanların çoğunun hasarlı binaları terk etmiş olmaları, 2. büyük depremde facianın daha da büyümesini engellenmiş oldu.

Bu verilere, depremde yaralı kurtulup hastanede hayatını kaybedenler dâhil değildir. Ayrıca, cesedi bulunamayan ve kayıp olan çocuklar da dâhil değildir.

Gerçi dönemin Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat KURUM geçen hafta Candaş Tolga Işık’ın hazırlayıp-sunduğu “Az Önce Konuştum” programında depremlerde 130 bin kişinin öldüğünü söylemişti.

Sonra bu sayının Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki depremler nedeniyle ölenlerin sayısı olduğunu söyledi (!).

Fakat 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde depremlerde ölenlerin sayısı için böyle bir resmi sayı ve rakam yok!

Ardından iki gün sonra tuhaf bir açıklama oldu.

İçişleri Bakanı depremden tam bir yıl geçtikten sonra 6 Şubat depremlerinde 53 bin 537 kişinin canını yitirdiğini söyledi.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tarihinin 100 yıllık sürecinde resmi rakamlarla 134 bin (133940) kişi canını kaybetmişti.

Şehircilik Bakanının toplam 130 bin kişiyi kaybettik diyerek, yaklaşık 4 bin kişiyi yok sayması tuhaf olacağı düşünülerek, 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybedenlerin sayısında bir düzeltme ihtiyacı duyuldu.

Afet ve deprem ile ilgili sorumlu olan bakanlık Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’dır.

Afet ve depremden sorumlu olan bakanının, depremlerde ölen vatandaşların sayısını tam olarak bilmemesi en hafif tabiri ile komiktir.

Velev ki 54 bin kişi olsun, bu rakam az mıdır?

Bu sayının bu kadar çok olmasının sebebi, deprem sonrası devlet kurumlarının geç hareket etmesi ve kurtarma çabalarındaki beceriksizliklerin de etkili olduğunu maalesef gördük.

Aradan bir yıl geçmesine rağmen durum ne diyecek olursak? Maalesef hayal kırıklığı ve hüsran!

Neden hüsran? Çünkü depremzede vatandaşlar hala çadırda veya konteynerde kalmak zorunda bırakıldı.

Cumhurbaşkanı tarafından depremzedelere vaat edilen 650 bin konuttun 319 bini 1 yıl içerisinde bitirilecekti, fakat olmadı.

Son açıklanan ve dün bir kısmı teslim edilen konut sayısı 50 bini bile bulmadığı anlaşılıyor.

Peki! Deprem sonrası yeni depremlerin meydana gelmesine karşı bir önlem alınıyor mu? Maalesef yine bir şey yok!

Bilimin gösterdiği doğrultudan yapılması gerekenler yapılmıyor, daha çok siyasi kayıp/kazanç hesabı ile yaklaşılıyor.

Zemin etütleri yapılmadan apar-topar göstermelik temel atma törenleri yapılıyor.

Deprem sonrası enkazların kaldırılmasında asbest gibi atıkların hem insanlar üzerinde hem de tarım toprağı ve yeraltı suyuna olumsuz etkileri dikkat edilmeden gelişi güzel taşınmakta ve depolandı.

Deprem sonrasında toplumun deprem bilincinin geliştirilmesi için başta okullar olmak üzere vatandaşlara eğitim veriliyor mu? Maalesef burada da bir gelişme yok.

1999 yılında 7.6 (Mw) büyüklüğünde meydana gelen Marmara-Gölcük depremi sonrasında kentsel dönüşüme geçilmesi hedef iken toplanma alanları olarak belirlenen boş yerlerinin çoğu rantsal dönüşüme heba edildi.

Toplanma alanı olarak belirlenen park ve yeşil alanlar rantsal konut ihtiyacına heba edilirken, bize maalesef toplanma alanı olarak okulların bahçeleri kaldı.

Çözüm, deprem olmadan önce depreme dayanaklı bina anlayışı yerine, deprem durumunda nasıl davranılacağı anlayışına bıraktı.

Bu anlayış çök-kapan-tutun uygulaması üzerine oturtuldu.

Oysa çök-kapan-tutun uygulaması, Japonya ve Şili gibi ülkelerde olduğu gibi deprem bilincinin geliştiği ve devlet kurumlarının depreme uygun binaların yapılmasında gerekli özenin gösterildiği ülkeler için geçerlidir.

Çök-kapan-tutun uygulaması depreme dayanıklı inşa edilmiş konutlarda, askıda olan avizelerin düşmesi, tabloların düşmesi, dolapların devrilmesi ve sıvaların dökülmesi sonucu insanların üzerine düşüp zarar vermemesi için geliştirilmiş bir uygulamadır.

Türkiye’deki binaların %70’i kat irtifakı ya da kaçak yapıdan oluşmaktadır.

Dolayısıyla, binaların çoğunun depreme dayanıksız olduğu varsayımıyla, Çöksen ne olur? Kapansan ne olur? Tutunsan ne olur? Sonuçta çöken binanın altında kalma ihtimali daha yüksek.

Vatandaşların depreme dayanıksız binalarda yaşama ısrarı ise yoksulluk ve cahillikle ancak açıklanabilir.

Bu cahilliği ve yoksulluğu ortadan kaldırmadıkça maalesef daha çok deprem felaketleri yaşarız.

Ülkemizde ilki 1948 yılında olmak üzere, imar affı kapsamında toplamda 22 adet imar barışı kanunu çıkarılmıştır.

Son 20 yıldır ise 7 (yedi) kez imar-barışı (!) adı altında kaçak yapıların belediyeler tarafından yıkılmaması için af getirilmiş oldu.

İmar-barışı kanununun sonuncusu 2018 yılında çıkarılmıştı. Hatta genel seçim öncesi 2023 yılı başında tekrar yeni bir imar-barışı (affı) getirileceği müjdesi de verilmişti.

İmar barışı denince; daha önce projesiz yapılan veya projeye aykırı kaçak yapılan konutlar için tekrar yıkılıp yapılıncaya kadar ki süre içinde, binanın belediyelerce yıkılmaması ve para cezalarından muaf olmak için yapı kayıt belgesi alınması demektir.

Yapı kayıt belgesi için devlete harç adı altında para ödüyorsunuz. Aslında, kanunlara aykırı yapılmış olan kaçak yapınız için devlete yasal olarak “rüşvet” vermiş oluyorsunuz.

Tabii ki bu durum tüm vatandaşlara cazip geliyor ve kaçak yapıları belediyelerce yıkılacak korkusundan kurtulmuş oluyorlar. Yani milli piyangodan para çıkmış gibi seviniyorlar.

Fakat ne zaman büyük ve yıkıcı bir deprem meydana gelse, bu sevinç maalesef acı ve üzüntüye dönüşüyor. 6 Şubatta olduğu gibi!

Getirilen imar-barışı kanunu ile aslında vatandaşlara para karşılığı evlerini mezar olarak kullanmasına izin vermekten ibarettir.

Aslında bu intihar etmek isteyen bir kişinin intiharına göz yummaya benziyor.

Nasıl intihar etmek hem kanunlarımızca hem de dinimizce de yasak ise aslında yasaya aykırı kaçak yapı yapmak ve oturmakta yasaktır.

Sonuçta, imar affı ile projeye aykırı kaçak yapılmış yapılarda oturan insanlara 6 Şubat’ta 53 binin üzerinde vatandaşımıza mezar oldu.

Devlet’i yönetenler önce insan hayatını dikkate alarak gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler.

Nasıl, bir kişinin kendi iradesi ile intihar teşebbüsüne Devlet izin vermiyor ise, depreme dayanıksız binalarda oturmalarına da izin vermemelidir.

Yukarıda bahsettiğim üzere Devleti yönetenlerin gereğini yapamadığı veya yapmadığı gözükmektedir.

O zaman deprem konusunda sorumluluk maalesef vatandaşa düşüyor.

Vatandaşlarımızın çoğunun ben ne yapabilirim ki? Sorusunu kendine sorduğunu tahmin edebiliyorum.

Bu konuda ilk çözüm olarak çocuklarımızı güzel Ahlak anlayışıyla yetiştirmemizin çok önemli olduğuna inanıyorum.

Çocuklarımıza trafik kurallarına uymalarını, kul hakkına neden olabilecek uygulamalardan kaçınmalarını, yasa ve kanunlara uymalarını öğretmeliyiz.

Çocuklarımızı aklın ve bilimin izinde trafik bilinci, iş sağlığı ve güvenliği bilinci gibi deprem bilinci ile de eğitmeliyiz.

Sonrasında, imar-barışı gibi sizi belirli bir süre memnun edecek ve seçim rüşveti olabilecek önerileri vaat eden siyasetçileri desteklememek gerekir.

Bu önerilerimin uzun vadede çözüm olabileceğini ve kısa vadede çözüm olmayacağını bende biliyorum. Fakat bu durumu genelde hep pas geçiyoruz ve sürekli öteliyoruz.

Bir sonraki yazımda; vatandaş olarak depremde biz ne yapabiliriz?

Depreme dayanıklı bölgeleri nasıl bilebiliriz?

Oturduğumuz veya oturmak istediğimiz konutların depreme dayanıklı olup olmadığını nasıl bilebiliriz?

Sorularına cevap aramaya çalışacağız.

Depreme dayanıklı ve güvenli konutlarda kalın sağlıcakla…(devam edecek)