06.02.2023 tarihinde hem Türkiye’nin ve hem de Dünya’nın en korkunç deprem felaketi ile sarsıldık. Ölenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyor ve göçük altında kalanlara da sağ salim kurtulabilmeleri için dualarımızı eksik etmiyoruz.

Bir yerbilimci ve bilim insanı olarak böyle büyük bir deprem felaketi sonrası ortaya çıkan bu durumu analiz etmek, irdelemek ve vatandaşlarımızın bazı sorularına aradığı cevapları verme ihtiyacı doğdu.

Boğaziçi Kandilli Rasathanesi verdiği bilgilere göre 06.02.2023 tarih ve saat 04:17’de Gaziantep-Şehitkamil (Sofalaca) ilçesinde Richter ölçeğine göre 7.7 büyüklüğünde felaketle sonuçlanan bir deprem meydana geldi. Ardından 9 saat sonra saat 13:24’te 7.6 büyüklüğünde Kahramanmaraş-Ekinözü ilçesinde ikinci bir deprem daha gerçekleşti. Bölgede depremin artçı şoklarının devam ettiğini de biliyoruz. Nitekim Boğaziçi Üniversitesi Kandili Rasathanesi tarafından ölçülen verilere göre bölgede birçok artçı deprem kayıt altına alınmıştır.

Bu kısa süreli ardışık meydana gelen iki deprem, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde meydana gelen 1936 yılındaki 32968 kişinin hayatını kaybettiği Erzincan depreminden (7.9 büyüklükte) sonra en büyük depremler olmaları yanı sıra, etkisi bakımından 10 ili (Gaziantep, Kahramanmaraş, Hatay, Kilis, Adıyaman, Malatya, Adana, Osmaniye, Diyarbakır ve Urfa) etkilemesi açısından ilk olma özelliği taşınmaktadır. Ayrıca, aynı günde iki farklı depremin ardışık olarak aynı bölgede olması açısından da ilk olma özelliği taşımaktadır.

Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremlerin tek başına vahameti yetmez gibi kış şartlarının yoğun kar yağışı ve aşırı soğuk ortamının olumsuzlukları da bölgede göçük altında kalan insanların hayatta kalabilme olasılığını da maalesef azaltıyor.

Diğer taraftan, 1999 yılındaki Gölcük (7.6 büyüklükte) depremi sonrasında 3 ay sonra Düzce’de (7.2 büyüklükte) meydana gelen deprem sonrasında 763 kişi daha hayatını kaybetmişti. Aslında Gaziantep’te ilk büyük depremden sonra hayatta kalan insanların çoğunun hasarlı binalarını terk etmiş olmaları belki de Kahramanmaraş’taki 2. büyük depremde facianın daha da büyümesini engellenmiş oldu.

Depremden 60 saat sonrasında resmi rakamlara göre 9057’ün üzerinde kişi hayatını kaybetti. Konu uzmanlarının tahminlerine göre 1936 yılında meydana gelen Erzincan depremi sonrasında gerçekleşen vefat sayısını aşabileceğidir. İnşallah tahminler gerçek çıkmaz.

Yukarıda facia durumunu özetlediğim depremlerin olacağı bilinmiyor muydu? Deprem öncesinde yapılacak bir şey yok muydu? Soruları öne çıkıyor.

Aslında tüm depremlerin olacağı yerler ve şiddetleri yaklaşık olarak yerbilimcileri tarafından yıllarca ulusal medyada açıklandı. 1999 yılında gerçekleşen Gölcük depremi sonrasında yaklaşık 7 büyüklüğünde İstanbul’a yakın mesafede Marmara denizinden 30-40 yıl içerisinde bir depremin olacağını yerbilimciler tarafından 24 yıldır ifade ettiler ve etmeye de devam ediyorlar.

Aynı şekilde, 2020 yılında meydana gelen Elazığ (Kalaba-Sivrice) depremi sonrasında başta Prof.Dr. Naci Görür ve Prof.Dr. A. Celal Şengör olmak üzere birçok jeolog, sismolog ve jeofizikçi akademisyen Kahramanmaraş civarında 7-7.5 büyüklüğünde deprem olacağını birçok kez ifade etmişlerdir. Ayrıca, MTA ve AFAD tarafından Türkiye’nin deprem tehlike haritası yayınlamış ve nerelerde deprem tehlikesi olduğu tüm halkımıza sunulmuştur.

Bugünün teknolojisi ile depremlerin büyüklüğü ve nerede olacağı konusunda kesinlik mümkün iken ne zaman olacağını bilmek mümkün değildir. Aslında bir depremin kesin olacağı biliniyor ise ne zaman olacağının önemi yoktur. Bugün tüm gelişmiş ülkelerde deprem gerçeği bilinci ile depreme karşı dayanıklı binalar oluşturmaya odaklanmıştır. Depreme dayanıksız gecekondu diye tabir edilen binaların yıkımı sonrası depreme dayanıklı çelik veya betonarme binalar ile değiştirmişlerdir. Oluşabilecek bir deprem sonrası çevre katliamına da sebep olmaması için şehrin kanalizasyon, su, doğalgaz ve elektrik şebekesi gibi altyapıları depreme dayanıklı yapılarak hazır hale getirmişlerdir.

Son 60 yıldır Japonya’da gerçekleşen deprem büyüklükleri Türkiye’de gerçekleşenlerden kat kat fazlası (8 ve üzeri büyüklükte) meydana gelmesine rağmen depremin şiddeti sonucu ölen insan sayısı ya çok az ya da hiçbir ölümlü vaka gerçekleşmiyor.

Ülkemizde bilime ve bilim insanlarına değer verilmeyişin sonuçlarını maalesef yaşamaktayız. Her seçim döneminde depreme dayanıksız ve gecekondu binalarının yıkımı yerine “İmar Affı” çıkarılması sonucu bu tür felaketler ile karşılaşıyor ve karşılaşmaya da maalesef devam edeceğimizi görebiliyorum.

Bu felaketler ile sürekli karşılaşmamızın sorumlusu birinci derecede tabii ki siyasetçilerdir. Siyasetçiler önce insan hayatını dikkate alarak gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler. Nasıl, bir kişinin kendi iradesi ile intihar teşebbüsüne karşı Devlet kişinin tercihine izin vermiyor ise, depreme dayanıksız binalarda oturmalarına da izin vermemelidir.

Deprem’in olacağı bölge kader olabilir. Fakat deprem sonrası ölmek bir kader değildir. Japonya Dünya’nın en büyük ve sürekli depremlerin olduğu “bölge kaderine” sahip olmakla birlikte son 60 yıldır deprem sonrası ölümle sonuçlanan kaderlerini değiştirebiliyorlar.

Dünyadaki model ülkeler incelediğinde, geçmişte yaşadıkları büyük depremler onlar için milat noktası olmuştur. Ülkemizde de 1999 yılında gerçekleşen Düzce depremi sonrası bir milat olacağı söylenmiş ve deprem sonrası deprem vergisi altında (Özel İletişim Vergisi) paralar ile binaların kentsel dönüşümle güçlendirileceği ve depreme dayanıklı yeni binalar üretileceği hükümetler tarafından ifade edilmiştir. Fakat, zamanın Maliye Bakanı olan Mehmet Şimşek tarafından ulusal medya’da konu ile ilgili olarak deprem için toplanan vergilerin başka yerlerde harcandığını belirtmişti.

1980 yılında Şili’de 8.8 büyüklüğünde gerçekleşen çok büyük şiddetli deprem sonrası 2019 yılında 6.8 büyüklükteki San Antonio şehrinde meydana gelen depremde ne can ne de mal kaybı olmamıştır. 1999 yılında Gölcük depremi sonrası 2020 yılında Türkiye’de gerçekleşen 6.8 büyüklükteki Elazığ (Sivrice) depreminde ise 41 kişi ölmüş, 1000’den fazla kişi yaralanmış ve 30000’in üzerinde bina hasar görmüştü.

Hem bir yerbilimci olarak hem de İSG risk değerlendirme uzmanı olarak Şili ve Elazığ depremleri kıyaslandığımda; deprem büyüklüğü olarak her ikisi de 6.8 olarak kayda geçse de afet riski ve kriz yönetimi açısından farklılıklar olduğu göze çarpmaktadır. Bu farklı sonuca etken olan başlıca unsur yapı stoklarında kullanılan yüksek kalite donatılar ve güvenlik koşullarıdır. Ayrıca, Şili’nin depremlere karşı hazırlıklarda deprem kültürü açıdan ciddi yol aldığı, Türkiye’nin ise tüm yasal mevzuata rağmen, deprem öncesi ve deprem sonrası müdahale ve iyileştirme açısından deprem kültürünün ve onun olumlu etkilerinin kazanımını görememekteyiz. Bu durumun ülke ekonomisi ve insanımızın zenginleşememesi ve toplanan milyonlarca dolar vergilerimizin boşa harcanmasına yol açtığı ve yol açamaya da devam ettiği ortadadır.

Yöneticilerin yanlış deprem politikaları dışında her bireyin yaşadığı kötü binalarda yaşama ısrarı ise yoksulluk ve cahillikle doğrudan ilintilidir. Deprem kültürü ve bilinci depremden korunmanın birinci öncelliğidir. Deprem kültürü ve bilinci ilköğretimden başlamak üzere 12 yıllık eğitim sürecinde geçmişte olduğu gibi coğrafya ve jeoloji derslerinin verilmesinden geçer. İnsanlarımız maalesef deprem’den korunmanın gereği algısı ve kültürü ile değil de hurafe ve yanlış bilgiler ile donatılmasına müsaade edilmektedir. Ülkeyi yönetenlerin, vatandaşlarının bu tür yanlışlıklardan bir an önce dönmesi için çocuk yaşta başlamak önce deprem bilincinin ve kültürünün gelişmesine katkı yapma zorunluluğu vardır.

1999 yılında gerçekleşen Düzce depreminden ders almadığımızı bu deprem ile gördük! Bari 2023 yılındaki Gaziantep-Kahramanmaraş depremleri sonucunda ders alarak Marmara depreminde benzer vahim sonuçları yaşamayız. İnşallah!!!