Yakın zamanlarda kaybettiğimiz güzel insan, Merhum Doğan Cüceloğlu bir sohbetinde şu güzel nasihatleri veriyor bizlere…

Yanınızdaki kişiye değer verin. 

Kırmayın onu.

Durup durup sevdiğinizi söyleyin, özel hissettirin.

En ufak bir şeyde 'bitti' demeyin, ağlatmayın, üzmeyin.

Neden mi? 

Çünkü; "ÖLÜMÜN SAATİ YOK!"

Belki son sarılmanızdır, belki son görüşünüzdür.

Belki saatler sonra artık ona değil de toprağına dokunacaksınız. 

Onu değil de toprağını öpeceksiniz.

Belki ettiğiniz kavgalara bile pişman olacaksınız.

Keşke yanımda olsa da sarılsam diyeceksiniz.

İşte bu nedenle sevdiğinizin değerini kaybettikten sonra değil, şu an bilin.

Toprak aldıktan sonra geri vermez.

Günümüzde kimi insanlar ölümü anmak istemezler. Ölümden kaçmak isterler. Ondan korkarlar. O kadar dünyevileşmişlerdir ki kalpleri bu hakikate kördür. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Evler, apartmanlar dikip, günlerini gün ederler. Etraflarında hergün ölen insanları gördükçe görmezden, okunan selaları da duymazdan gelirler. Oysa Allah azze ve celle temel kanununu koymuştur tüm canlılar için:Bir yakınınızın , çok sevdiğiniz birinin öldüğünü düşünün. Hemde yanınızda. Günden güne eriyerek adeta ellerinizden kayıp gittiğini düşünün. Onun son anlarına, nasıl acılar çektiğine, ölüm sonrasındaki sıcaklığına, morga konduğuna, orada bekletildiğine, gassal tarafından yıkandığına,  kefenlendiğine, tekrar tabuta konulup musalla taşına konulduğuna, onun için cenaze namazı kılındığına, eller üzerinde taşınarak mezarlığa getirildiğine ve sonunda kendisini bekleyen toprağa konulduğuna, üzerine topraklar atılıp mezarının kapatıldığına, onun için dualar edildiğine ve en sonunda biz mezarlıktan çıkıp eve gittiğimiz halde artık onun oradan çıkamadığına, geri dönemediğine şahit olduğunu düşünün. Ve bir de aynı şeyleri birgün mutlaka sizinde yaşayacağınızı, o çukura sizinde konacağınızı da düşünün. Böyle bir durumda sizce dünya hayatının sizin gözünüzde bir kıymeti kalır mı? Arabaların, evlerin, malın, mülkün, şöhretin, servetin değeri olur mu? Üç kuruş için insanların kaplerini kırmaya değer mi? Fani bir dünya için kendimizi yıpratmaya değer mi? Akıllı kimse öncelikle ahiretini düşünür. Yatırımını ahirete yapar. İnsan ateşi dünyadan götürür. Bir güzel sözde “Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle.” denir. Nice sultanlar, padişahlar ve dahi peygamberler bu dünyayı bırakıp gitmişlerdir. Her daim yolcu olduğumuzun farkına varmamız gerekir.

“Her ümmetin bir eceli vardır. O ecel geldiğinde, ne bir ân erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.”(7/A’raf,34. Ayet)

Efendimizin (s.a.s) sevmek ve dahası sevgiyi göstermek üzerine bunca kelâm buyurması da hep bunlara işaretmiş gibi gelir bana. Buyurur ki Efendimiz, "Seven sevdiğine sevdiğini söylesin.” Çünkü sadece sevmek yetmez, söylemek de gerekir. Peki neden? Varlık sevildiğini bilmekten, dahası sevildiğini duymaktan hoşlanır zira. Sevildiğini bilmek güven verir, emniyet hissi verir, kişiye değerli olduğu bilgisini verir. Kişi düştüğü yerden kalkar bu duygularla, kendine gelir.

Sevdiklerinize “Zaman” ayırın. Yoksa “Zaman” sizi sevdiklerinizden ayırır.

Helalleşin her gece, 

Sevdiklerinizin kıymetini bilin.

Uyuyupta uyanmamak var, 

Uyanıpta bulamamak var.

Evet belki de en çok ihmal ettiğimiz ve söylemekte cimri davrandığımız iki sihirli kelime:

“Seni seviyorum.”

Bilge bir doktor, en iyi ilacın “sevgi” ve “ilgi” olduğunu söylemiş. “Ya işe yaramazsa” diye sormuşlar. Gülümsemiş ve şöyle cevap vermiş: “O zaman dozu arttırın.”

Şu üç şeyi çok severiz. Fakat bizim değildir. 

Bedenimizi severiz ama o toprağındır.

Ruhumuzu severiz O da Allah’ındır. 

Dünya malını severiz O da varislerindir. 

Ve hep şu iki şeyin peşinde koşarız. 

“Rahatın” ve “Huzurun”

O da “Cennet’tedir”

Rabbim hepimizi gerçeklerin farkında olanlardan olmayı nasip eylesin.