Küçük bir fâre kocaman bir devenin yularını kapmış, eline almış, kurula kurula gidiyordu. Deve, kendi huyu, uysal tabiatı yüzünden, onunla yol alıp giderken fâre, kendi küçüklüğünü göremeden:

“– Meğer ben ne müthiş bir pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim!” diye böbürleniyordu.

Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kaldı. Onun kibrinin farkında olan deve ise, mânidâr bir şekilde:

“– Ey dağda, ovada bana arkadaş­lık eden! Neden durakladın? Neden böyle şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir. Sen benim kılavuzum, öncüm değil misin? Yol ortasında böyle şaşırıp kal­mak, sana yaraşır mı?” dedi.

Mahcûp düşen fâre, kekeleyerek şöyle cevap verdi:

“–Arkadaş! Bu su pek büyük, pek derin bir su; boğulurum diye korkuyorum.”

Deve suyun içine girip:

“– Ey kör fâre! Su diz boyu imiş, korkmana gerek yok!” dedi.

Fâre çaresiz ve mahcûp itirafına devam etti:

“–Ey hünerli deve! Nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Benimki gibi yüz tane dizi üst üste koysak, ancak senin bir dizin eder.”

Bunun üzerine akıllı deve, fâreye şu nasîhatte bulundu:

“–Öyleyse, gurur ve kibire aldanıp bir daha terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Sana olan hoş görüş ve müsâmahama kapılıp şımarma; çünkü Allâh, şımaranları sevmez!..

Var git; sen, kendin gibi fârelerle boy ölçüş!”

Artık, iyiden iyiye gerçeği anlayıp utanmış bulunan fâre:

“–Tevbe ettim, pişman oldum. Allâh için olsun şu öldürücü, şu boğucu sudan beni geçir!” diye yalvardı.

Böylece deve, yine merhamet edip ona acıdı da:

“– Haydi! Sıçra da hörgücümün üstüne çık, otur! Bu sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir. Zîrâ vazîfem, senin gibi yüz binlerce âcize hizmetten ibarettir.” dedi ve fareyi nehrin öbür tarafına geçirdi.

KISSADAN HİSSE

Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’de anlattığı bu hikâyede fâre; başından büyük işler görmeye kalkışan, kendini başkalarından üstün gören, böbürlenen bir kişinin sembolüdür. Deve ise sabırlı, tecrübeli, hünerli ve kâmil bir insanın remzidir.

Peygamber Efendimiz, ”Sabır bir ışıktır”, ”Sabır başarının anahtarıdır.”, “Sabır cennet hazineleridir.”, ”Sana sıkıntı verene sabretmekte çok hayır vardır.”, ”Sabır acı olayın yaptığı sarsıntıya ilk anda duyulan tahammül.” buyurmuşlar kötü olaylar karşısında sabrın önemini vurgulamışlardır. 

Sabrı zengin olanın kalbi de büyüktür, o hiçbir zaman aceleci olmaz, coşkunluk ve hırs içinde değildir.. İlk önce kendine hakim olabilen, daha sonra içinde bulunduğu güçlüklere göğüs gerer. İyi bir fırsat yakalayabilmek, sonsuz zaman mekanlarından geçer. Hislerine kapılmayarak, adımını sağduyulu atmak , uzun süre hafızada barındırılan kararları olgunlaştırır. Yavaş yol alan ”bastonlu zaman” Herkülün yumruğundan güçlüdür. Çoğu şeyi yola nizama koyar. Allah yumruk yerine zamanla terbiye eder. Sabırla bekleyen sonunda mükafatlandırılır, çünkü şans ondan yana olur.(Balthazar Gracian)

Acele şeytan hilesidir; sabır ve tedbir Allahın lütfu (Mevlana)

Acıya sabredersin adı ”metanet olur. İnsanlara sabredersin adı hoşgörü olur. Açlığa sabredersin adı oruç olur. Dileğe sabredersin adı dua olur. Duygulara sabredersin adı gözyaşı olur. Özleme sabredersin adı hasret olur. Sevgiye sabredersin adı
aşk olur. (Mevlana)

Sabretmek; öylece durup beklemek değil ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmader, ve bilirler ki gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.
(Şemsi Tebrizi)

Küçük sıkıntılar büyük belâlara manidir.

Mevlânâ bu konuyu hikâye ile anlatır. Bir adam Hz. Mûsâ”dan kendisine hayvanların dilini öğretmesini ister. Hz. Mûsâ, bu isteğin tehlikeli olduğunu, herkesin buna tahammül edecek gücü olmadığını söylerse de adam ısrar eder. Bunun üzerine Cenab-ı Hak”tan, Hz. Mûsâ”ya onu üzmemesi, dileğinin hiç olmazsa bir kısmının yerine getirilmesi için  vahiy gelir. Hz. Mûsâ adama yalnızca evindeki köpekle horozun dilini öğretir. Bir sabah adam hevesle bu hayvanların konuşmasını dinlemek için bahçeye çıkar. Evin hizmetçisi sofra örtüsünü bahçeye silkerken bir parça ekmek yere düşer ve horoz hemen bu parçayı kapar. Köpek, horoza onun kırıntıları da yiyebileceğini, o parçanın kendisine münasip olduğunu söyler. Horoz, köpeğe üzülmemesini, o gün ev sahibinin atının öleceğini ve köpeğin bol yiyeceğe kavuşacağını söyler. Bunu işiten adam derhâl pazara gider, atını satar. Ertesi sabah aynı hadise tekrar eder. Köpek, horozu yalancılıkla suçlar. Horoz; atın satıldığını, ev sahibinin ziyanı başkasına yüklediğini, ancak o gün katırın öleceğini ve bütün hayvanlara ziyafet olacağını söyler. Bunu duyan adam katırı da satar. Üçüncü gün hadise  tekrarlanır, horoz bu kez de evdeki kölenin öleceğini, yoksullara, köpeklere bol ekmek dağıtılacağını söyler. Adam köleyi de elden çıkarır. Diğer yandan üç belâdan da kurtulduğu için sevinmektedir. Dördüncü gün gelir. Açlıktan hâlsiz kalan köpek sitemde bulununca; horoz ev sahibinin her üç ziyanı da savuşturduğunu, ancak bu defa sıranın ona geldiğini; atın, katırın ve kölenin ölümlerinin kendisine gelecek kazayı def etmek için olduğunu fakat hırsa kapılan sahiplerinin bunu kabullenmediği için öleceğini, birçok yemeklerin yapılacağını, kurban kesilip yoksulların, hayvanların doyurulacağını dile getirir. Adam pişmanlık ve korkuyla Hz. Mûsâ”ya gider, canının bağışlanmasını ister. Hz. Mûsâ, atılan okun geri dönmeyeceği gibi, kazaya mani olmanın da imkânsız olduğunu anlatır, elinden gelen tek şeyin onun imanla ölmesi için dua etmek olduğunu bildirir. Adamcağız durumun ciddiyetini anlayınca korkusundan hastalanır ve ölür.

“Sen burnunu kanatmak istemezsin ama burnun kanar. Bu kanayış sana sağlık verir.” (Mesnevî, III:3438)

Bu hikâyeden de anlaşılacağı üzere insanoğlunun başına gelen bazı dertler, onu daha büyük musibetlerden korumak için âdetâ paratoner vazifesi görür. Günlük hayatımızdaki küçük tersliklerin sonuçta bizim için ne kadar hayırlı olduğunu sonradan anlamışızdır. Basında uçağa yetişemediği için üzülen, ancak bineceği uçağın düştüğünü ve hiç kimsenin kurtulamadığını öğrenen insanlara dair haberler çıkar. İşte bu sebeple bir problemle karşılaşınca önyargılı davranmadan sonunu beklemek, sabır ve tevekkülle bu işin bir hikmeti olduğunu düşünmek gerekir.

Külfetsiz nimet, zahmetsiz rahmet olmaz

Engel ve zorluklar hayatın icabıdır. Unutulmamalıdır ki boş oturan insan zorluklarla karşılaşmaz ancak başarma ve gelişme arzusunu duyan insanlar sıkıntıya göğüs germek zorundadır. Ayrıca her sorun bir fırsattır. Mevlânâ bu konuyu da ele alır: “Dert daima insana yol gösterir. Dünyadaki her iş için, insanın içinde ona karşı bir aşk, bir heves ve dert olmazsa; insan o işi yapmaz ve o iş dertsiz, zahmetsiz olarak ona müyesser olmaz. İster dünya, ister âhiret, ister padişahlık, ister ilim, ister astronomi ve ister başka işler için olsun hepsi için, bu böyledir.” (Fîhi Mâfih, 33)

Mevlânâ konu ayrıca bir hikâye ile izah eder: Kazvinli bir yiğit omzuna kükremiş bir aslan dövmesi yaptırmak ister.  Tellak dövmeye başlayınca genç iğnenin acısına dayanamaz. Tellake hangi uzuvdan başladığını sorar. Tellak kuyruğu deyince, kuyruk hiç de lüzumlu değil, bu aslan kuyruksuz olsun der. Tellak yeniden işe başlar, acıya dayanamayan genç yine sorar, tellak kulağı işlediğini söyler. Kazvinli “Varsın kulağa olmasın” der. Tellak başka bir uzva başlar, genç feryatla sorar: “Bu  aslanın hangi uzvudur” Tellak “Karnıdır” der. Kazvinli genç “Bu aslan karınsız olsun” deyince tellak iğnesini fırlatıp: “Kim dünyada böyle bir şey görmüştür. Kulaksız, karınsız ve kuyruksuz acayip bir aslan. Cenab-ı Hak bile böyle bir aslan yaratmamıştır.” der.

“Ey kardeş, iğnenin acısına sabret ki, nefis kâfirinin iğnesini kırasın.” (Mesnevî, I/3085-3106)

Mevlânâ”nın sabrın hikmetleri  konusundaki Kuranî bir örneği de 103. sure olan  Ve”l-Asr Suresi”dir. İmam Şâfiî”nin; “Başka bir şey nazil olmasaydı, Kuran”dan bu sure yeterdi” dediği, Ve”l-Asr, Kuran-ı Kerim”in bütün nasihatlerini özetler mahiyettedir. Mehmet Âkif Ersoy surenin önemini şu mısralarla belirtir:

                “Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken

                Mutlaka Sûre-i Ve”l-Asr”ı okurmuş bu neden

                Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh

                Başta îmân-ı hakîkî geliyor sonra salâh

                Sonra hak sonra sebat. İşte kuzum insanlık

                Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık”

Surenin meali şöyledir: “Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Mevlânâ”nın sabrın hikmetlerine ve sabretmenin faziletine dair sözlerini ashabın âdetine uyarak noktalayabiliriz:

“Sabır Hakk”ın adıyla beraber  geçiyor.  Ve”l-Asr Suresi”nin sonunu oku da gör.

Cenab-ı Hak, yüz binlerce kimya yarattı ama sabır kimyasına benzer var mı ya?” (Mesnevî, III: 1860-1861)

Cezalandırmak isterseniz size yapıldığı kadarıyla cezalandırın, fakat sabır gösterirseniz bilin ki sabırlı davrananlar için bu muhakkak daha hayırlıdır.

Sevgiyle kalın…