Bardağa dolar dolmaz bir sarsıntı geçirirdi. Bardağın üst kısmında dairesel çizgiler belki de içinin darlanmasının bir alametiydi.
En çok şeker kullanmamamı seviyordu. Şeker demek kendisine has olan tadının değişmesi, kokusunda farklılaşma hatta bardağın üst kısmında zar görünümünde bir tabakanın teşekkül etmesiydi.
İnsanların çoğunun çayı şekerli içtiğini o da biliyordu. Kendisinde bir değişikliğe gitmemiş olmam onu memnun ediyordu.
Zaten toprağa dikildiğinden bu yana onunla çok oynanmıştı. Büyümesi, mahsul vermesi... Fabrikalarda işlenmesi onun için eziyetti.
Tabii bu işler olurken bir yerden başka yere taşınması cabası.
Her şeye rağmen şekeri sevmiyordu.
Ayrıca şeker demek kaşık ile karıştırılmak demek ti ki bu dayanılır bir şey değildi. Onun için çayla ben daha samimi idik. Ona mümkün olduğu kadar az eziyet veriyor, onu önemsediğim için ona derdimi döküyordum. O da dinliyordu.
Şeker sadece tadını değiştirmiyor karıştırılırken de kendine eziyet veriliyordu.
En huzurlu olduğu an yudumlandıktan sonra; onu yudumlayanın yorgunluğunun azalmasıydı. Çay bunu hissediyordu.
Soğutulmaktan hoşlanmazdı. Çünkü soğuğunca bir yere döküyorlardı onu. O da kendinin sevilmediğini düşünüyordu o zaman.
Aslında süzgeci de sevmezdi. Çünkü süzgeçten geçerken bir uzvunu geride kalmış sayıyordu. Ayrıca o küçücük delikten geçme mecburiyeti bir zulümdü.
Süzgeçte kalan kısmıyla bir ayrılığı yaşıyordu çay. Ayrılan bu kısmına itibar edilmemesi ise hepten can yakıyordu.
Neyse sizlere afiyet olsun.