İzmir Türk Ocağı şubesi 27-28 şubat 2021tarihleri arasında “Dini Hayatımızın Temel Taşları:Hanefilik, Maturidilik ve Yesevilik” başlıklı bir bilgi şöleni düzenliyor. Küresel salgın, zaman ve mekanları da yakınlaştıran gelişmelerin hızlanmasına da vesile oldu, bu toplantıları da internet üzerinden kamusal alana ulaşacak. Biz de burada Türkistan-Türkiye kültürel sürekliliğini Yesevi üzerinden takibinin imkânını müzakere edeceğiz, ardından daha ayrıntılı bir makale yazacağız nasipse.

Türk Tasavvuf Geleneğin teşekkülü Yesevî (o. 562/1166) ile olmuştur. Nitelikli alimlerden İslami disiplinleri tahsil eden Yesevî, şahsiyetli bir Müslüman bireyselliğinin fıkhi boyutunu Ebu Hanife’den, özgürlükçü teolojiyi de İmam Maturidi’nin öğretisiyle temellendirmiş ve bunu göçer Türkmen obalarının kolayca anlayacağı “Hikmet” dediğimiz beyitlerle bir vezin ve yöntemle (Çağatay Türkçesiyle) anlatmıştır. Bu anlamda Ahmed Yesevî düşüncesinin temellerini Divan-ı Hikmet, Fakr-Name, Risale der Adab-ı Tarikat ve Risale der Makamat-ı Erbain ve Muhammed Danişment’in kaleme aldığı Mir’atü’l-kulup adlı eserlerde bulabiliriz.

Siyasal ve toplumsal kargaşanın yoğun olduğu dönemde, siyasal otoritelerden bağımsız sivil bir “kurucu göçebelik” işlevi görmüş, yeni bir mekan ve yeni bir toplum tasavvuru imkanını gündeme getirmiştir. Bu anlamda Farsça ve Arapça bilmesine rağmen Türkçeyi kullanması Türk Felsefesinin kurucu âlimlerinden olduğunu ve “Anadolu maya”sını oluşturan manevi fatihlerinden olduğu görülür..

Bu anlamda Ahmed Yesevî’nin deyişlerinin derlendiği “Divan-ı Hikmet” adlı eseri “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak (Eskişehir: Kırmızılar Yayıncılık 2020) projesinin ve Türk Felsefesinin kurucu metinlerinden birisi olarak görüyoruz. Bu çalışmada Orhun Abideleri, Kaşgarlı Mahmud ve Kitabu Divanu Lugati’t-Türk, Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig, Edip Ahmed Yükneki ve Atabetü’l-Hakaik ile Korkut Ata ve Kitab-ı Dede Korkut inceledik. Ahmed Yesevi ve Divan-i Hikmet’ten oldukça bahsetmemize rağmen bu seçkin atamızı ve Hikmetlerinden sonradan oluşturulmuş eserini bu çalışmaya almadık. Çünkü bir takım temel kaygılarımız var ve bunları müzakere etmek ve tartışmaya açmak ihtiyacı hissettik.

Soru(n):

Burada müzakere edilecek soru(n), Tanrı-evren-insan irtibatı üzerinde düşündüğümüzde Müslüman ilk Türk tarikatı olan Yesevîlik verileri Nakşibendilik üzerinden Hint/Pakistan alt kıtası, Mezopotamya, Irak ve Suriye’deki dönüşümü nasıl olmuştur ve günümüze olan etkileri nelerdir? Özellikle siyasal otoritelerden bağımsız aksiyoner ve “O’na teslim olup, her türlü masivaya hayır diyen bir isyan ahlakı” içeren sivil tutum nasıl bir itaat kültürün yaygınlaştırılma aracına dönüştürülmüştür? Çünkü Yesevî geleneği insan yetiştirmeye odaklanıp, bireysel ahlâkı güçlendirmeyi önceleyip, Türk Dili ve Kültürünü yaygınlaştırarak Türk Devlet Sisteminin omurgasını besleyen nitelikli insan yetiştirerek sivil bir tutumla güçlendirirdi. Buna rağmen Altın Orda Devletiyle başlayan Kazak Hanlığı ile devam eden yönetimlerde Yesevîlik karşıtlığının sonuçları neler olmuştur?

Bu bağlamda ele alınması gereken hususlar şunlar olabilir. Başlangıçta zahir ve batın fıkhını bütünleştirmeyi hafi/gizli zikir önceleyen Yesevî sonradan cemaatle cehri zikre (erre-bıçkı/testere zikri) geçiş yapmasının gerekçesi ne olabilir? Bunu yapmasının İslam öncesinde Gök Tanrı ile irtibatını kam (otacı/hakim) vasıtasıyla yapmasının etkisi olabilir mi? Türkistân coğrafyasının Müslüman olmasında oldukça etkili olan Hallaç’ın “Enel-Hak” söyleminin etkisini düşündüğümüzde “Kurucu Göçerlik” işlevi gören bir zihniyetin taşlarını döşerken Yesevî dönemin fıkıh ve kelamcıların baskısından koruyacak itidalli perspektifi nasıl sağlamıştır?

Bu çerçevede özellikle döneminde Ebu’n-Necib Suhreverdi (o.563/1168) ve yeğeni Şihabeddin ‘Omer Suhreverdi (o.632/1234) gibi Horasan Sufi şeyhleri ve Necmeddin Kübra’yla (6.618/1221) irtibatı olabileceğini düşündüğümüz zaman Yesevi üzerindeki diğer etkileri de görmek gerekir. Hallac ile Sühreverdi’nin öldürülmesi gerçeği karşısında söylemine dikkat ederek, fenafillah makamına dair olası yanlış anlamaları giderecek ve halkın anlayacağı bir “Vahdet-tecelli söylemi” oluşturma çabası olamaz mı? Diğer bir ifadeyle İslam felsefesinde Meşşai geleneğin faal akıl tasavvuruyla irrasyonel alanın bilgisel temellerinin Farabi (v.950) üzerinden kurulmasından haberdar olan Yesevi’nin hikmetlerini Meşşai-İşraki ve Tecelli mezhebi yani Vahdet-i Vücud öğretileri bağlamında okuma imkanı nedir? İbn Arabi’nin evrendeki birliği/bütünlüğü ifade etmek için kullandığı (tecellî vb ) kavramların Yesevî de karşılığı nelerdir?

Selçuklu ve Osmanlı devletinde bu sürecin izlerini nasıl takip edebiliriz? Selçuklu Sultanları ve Atabeyleri tarafından gerek Türkistan gerekse Anadolu’da desteklenen alimler Arap-İslam dünyasında nasıl değerlendirilmiştir. Özellikle İşraki Suhreverdi ve İbn Arabi, Anadolu’da taltif edilirken Arap dünyasında niçin tekfir edilip öldürülmüştür? Bu çerçevede Yesevi’nin vahdet ve tecelli anlayışı ile İbn Arabi ve tecellî öğretisi arasındaki benzerlikler veya farklılıklar nelerdir? Kurumsallaşan ve vahdet-i vücud öğretisi diye anılan görüşün aksaklıklarını gidermeye çalıştığını söyleyen Ahmed Faruk Sirhindi’ni Vahdet- Şuhut öğretisinin Hindistan’daki etkisi nedir? Bu öğretilerin etkileri Osmanlı döneminde Irak ve Suriye bölgesinde ve özellikle günümüz Nakşi yapılar üzerinden Türkiye Cumhuriyetine nasıl yansımıştır?

Yesevilik-Nakşilik: Değişim, Dönüşüm

Bu noktada Yesevî’nin öğretisinin Nakşibendilik tarafından güncellendiği iddiasını ve Türkistân-Hindistan coğrafyasında etkisini, hatta orada Nakşilik içinde etkinliğini sürdürmesi, Müceddidiye diye anılan tasavvufi ekolü ve Ahmet Faruk Sirhindi’nin Vahdet-i Şuhud öğretisiyle olası yanlış yorumlarının önüne geçilme çabası, ve Nakşibendiliğin Halidiye ekolü üzerinden Suriye-Irak ve Türkiye bölgelerindeki değişim ve dönüşümü üzerinde durmak gerekir.

Bu soruların cevabını bulmak için okumalar yaptığımızda genellikle Yesevi’nin fıkıh ve tasavvuf disiplinlerinin birlikteliğini Şafi âlim ve sufi Yûsuf el-Hemedânî’den öğrenmiş onun 3. Halifesi olarak sufilikte teori-pratik uyumunu insanlara gösterdiği belirtilir. Türkistân (Yesi) göç etmeye karar verdiği için yerini 4. Halife Gücdivani’ye bırakması, onun da Hacegan/Nakşibendilik üzerinden Müslüman Türk toplumları üzerinde uzun süreli etkinin de başlangıç noktasını oluşturduğu söylenir. Bu anlamda Yesevilik ve Nakşibendiliğin içiçe geçtiği, hatta Yeseviliğin Nakşilik içinde devam ettirildiği belirtilir. Peki bu durumda, Fars kökenli Şafi bir Sufi olan Hamedani’nin talebesi Yesevi, nasıl oluyor da, Hanefi-Maturidi Sünni (Resmi İslam) tasavvurunun fıkıh ve akaidinin göçer Türk halkına sunumunun (Halk İslamı) fıkhı batin yani tasavvufi bir zihniyetle nasıl olacağını göstermiştir? Yeseviliğin temel taşı olarak sunulan Yusuf Hemedani’nin hayatı hakkında kaynaklarda verilen bilgilerin birbiriyle çeliştiği tezinne ilaveten Yesevilik hakkındaki metinlerin temelde Nakşi geleneğe sahip olanlar tarafından yazıldığını düşündüğümüz zaman bu soru daha anlamlı olmaz mı?

Müzakereye açacağım temel sorun:

Yesevi araştırmalarında ilk dönem metinlerini analiz eden Devin DeWeese, Ahmet T.Karamustafa ve Abdülbaki Gölpınarlı’nın Hoca Ahmed’in doğum tarihinin 13. Yüzyılın ilk çeyreği olabileceği, bu nedenle Yusuf Hemedani (o. 535/1140) değil de Harezmli Hanefi fakih olan ve 6261/1228-29’da Almalık şehrinde Moğollarca şehit edilen. Yusuf Şekkaki (veya başka Hanefi bir alim) olabileceğini düşündüğümüz zaman Türkistan Müslümanlığının Ahmet Yaşar Ocak hocadan hareketle söylediğimiz yatay ve dikey farklılaşmasını daha net olarak görme imkânı olabilir.

Bundan kasıt, inanç sistemleri farklı kültür coğrafyalarında yayıldıkça aradan geçen zamana ve değişen kültür ortamına paralel olarak bir yandan insanları değişim içine sokarken, aynı zamanda bu insanların birtakım niteliklerine uygun bir yapıya da bürünmüşlerdir. Ahmet Yaşar Ocak buna Müslümanlığın yatay farklılaşması demektedir. Bir de Müslümanlığın aynı toplum içinde çeşitli sosyal kesimlere göre farklılaşması vardır ki, bunu da Müslümanlığın dikey farklılaşması diye isimlendirir.

Bu noktada Hemedani’nin hocası olduğu iddiasının Nakşi eserlerde zikredildiği bunun da Türkistan Müslümanlığının Fars ve Arap etkisi sonucu olduğunu, oysa Ebu Hanife’nin Kitabü’l alim ve’l-müteallim’de belirlenen yol (mezhep) kapsamında Yeseviliği araştırılması gerektiğinin de vurgulandığını belirtmek gerekir. Nitekim Zekeriya Candarbek’e göre, eğer Yusuf Hemadani merkezli okumalar Yeseviliğin Türklük, manevi-medeni kimliğinin özelliklerini açıklamak zorlaşır. Oysa Yesevi, Türklerin eski dönemden beri devam eden gelenek, örf ve adetleri İslamiyetin yeni yorumu üzerinden hayata geçirmiş, böylece Türklük medeniyetini yeniden yapılandırmıştır.

Benzer bir görüşte Kartabayeva tarafından yapılmış, Türkler atalarının ruhlarına saygı gösterme temelinde oluşan nesnelerin sürekliliği ilkesi bağlamında manevi niteliklerini nesilden nesile aktarmışlardır. “Antik Çağ’da Yunan filozoflarını etkileyen bilgelik atası Anaharsis’i, Ortaçağda Farabi, Yusuf Balasaguni, Mahmud Kaşgari, Ahmek Yüknevi ve Hoca Ahmed Yesevi Türklerin manevi ortamını oluşturmuşlardır. Arap-Fars manevi etkisini kırarak geleneksel Türk maneviyatının canlandırılmasına vesile olmuşlardır.”

Bu açıdan Farabi’ye “Doğu’nun Aristoteles’i”, bu döneme de “Dini Rönesans” denildiği de görülür. Çünkü bölge müslümanlaşmış ama Araplaşmamıştır. Dolayısıyla Yeseviliği Türk Metafiziği, aslında Hanefî fıkhı, Maturidî Akâidini halkın anlayacağı bir tarzda sunarak fıkıh, kelâm ve bunun tasavvuf felsefesiyle halka ulaştırılmasının yeniden düşünülmesine çağrı olarak gören, bunu Türk Düşüncesinin tarihe paralel olarak inceleme yahut tarihi düşünceye muvazi olarak ele alma geleneğinin bizdeki ilk örneği olduğunu söyleyenlerin (ben dahil) çalışmalarını daha ayrıntılı yapmasını gerektiriyor.

Sonuç/Öneri:

Tarihsiz okumaların talihsizliğinden kaçınmak için sorgulayıcı-analitik çalışmaları yoğunlaştırmak günümüzde yaşadığımız soru(n)lara çözüm önerisi üretmek için şarttır. Örneğin Selçuklu Medreselerindeki felsefe, kelam ve tasavvuf eş güdümlü okutulmasını Türkiye’deki İlahiyat fakültelerinde güncellenerek devam ederken nasıl oluyor da günümüzde bu kurumlardaki felsefe eğitimine yoğun tepki verilmektedir?

Bu açıdan en sert eleştirileri yönelten ve her biri ekonomi-politik birim haline gelen tarikatlar (özellikle Nakşibendilik) selefi karşıtlığı ile konumlanırken felsefe muhalifliği üzerinde hemfikir olabilmektedir? Dernek veya vakıf adı altında etkinlik göstererek temel İslam ilimlerini okuttuklarını söyleyip alenen isim vererek şu İlahiyat fakültesine öğrencilerinizi göndermeyin demeyi, aslında İslam düşünce tarihinde söylenmiş tezlerin bazılarını dile getiren öğretim üyelerini tövbe etmesi istenmekte, tekfir söylemi ve linç kültürü yaygınlaştırılmaktadır. Özellikle 15 Temmuz 2016 terörist saldırı da dini değerlerin nasıl suiistimal edildiği ortaya çıktı, darbe teşebbüsü ve sonrasında yaşanılanlar artık İlahiyat eğitiminin bir güvenlik sorununa dönüşmekte olduğunu göstermektedir. Bütün bunlar yaşanırken Diyanet İşleri Başkanı nasıl oluyor da Tevhid-i Tedrisat yasasına aykırı bir şekilde Medreselerden bahsediyor ve ilahiyat fakülteleriyle işbirliği yapılmasını önerebiliyor? Öyle gözüküyor ki, Türkistan-Türkiye irtibatının kültürel sürekliliğini tasavvufi yapılar üzerinden incelemek salt İlahiyat fakültelerinde değil, Siyaset bilimi (Kamu Yönetimi) ve Uluslalar İlişkiler bölümünde de disiplinler arası incelemelerle açıklığa kavuşturulabilir.

Kaynakça:

A Zeki Velidi Toğan, Umumi Türk Tarihine Giriş, (İstanbul, 1981), 76; Erol Cihangir, “Göçebe Düşüncesinin Şekillenişinde Hoca Ahmed Yesevî ve Tasavvuf Merkezli Haritaların Teşekkülü” I. Uluslararası Hoca Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, (Ankara, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınevi, 2017), 147; Yalçın Koç, Anadolu Mayası:Türk Kimliği Üzerine Bir İnceleme, (Ankara: Cedit Yayınevi, 2014),8; M.Askeri Küçükkaya, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Tarihi ve Tasavvufi Şahsiyeti” Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî, (Ankara, Diyanet Vakfı Yayınevi, 2017), 8-21; T. Omarbekov-G.Habizhanova, “ Yesevîliğin Altın Orda ve Kazak Hanlarına Manevi Etkisi” Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî Uluslararası Sempozyumu, (İstanbul: İÜ Yayını 2016) edit.:Ömer Kul vd. I/460 vd. Zikiriya Candarbayev, “Hoca Ahmet Yesevî ve Kazak Hanlığı”, Hoca Ahmed Yesevî Seçme Makaleler, Ed: Necdet Tosun, (Ankara: Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayını 2017), 93-99. “Wilferd Madelung. “Yusuf al-Hamadani and the Naqsbandiyya”, QSA, 5-6 (1987-88): 499- 509’dan belirten “Ahmet T. Karamustafa, “Yesevîlik, Melametîlik, Kalenderîlik, Vefâîlik ve Anadolu Tasavvufunun Kökenleri Sorunu”, Hoca Ahmed Yesevî Seçme Makaleler, Ed: Necdet Tosun, (Ankara: Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayını 2017), 132-134, dipnot 23. Ahmet Yaşar Ocak, “Ahmed-i Yesevî ve Türk Halk Müslümanlığı” Ahmed-i Yesevî, Hayatı, Eserleri, Fikirleri, Tesirleri, Seha yay. İstanbul. 1996,581-587. Mertol Tulum, “Hikmetlere Göre Yesevîlik ve Orta Asya Kültür Tarihi Bakımından Önemi”, “Yesevî’likte Zikr-i Erre”, Hoca Ahmed Yesevî Seçme Makaleler, Ed: Necdet Tosun, (Ankara: Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayını 2017, 75, Zikiriya Janderbek, “Hoca Ahmed Yesevi’in Türk Halklarının Tarihi Kaderindeki Rolü”, Hoca Ahmed Yesevi’nin Manevi Mirası, edit. Mustafa Eren vd, (Almatı: AYÜ Avrasya Araştırma Enstitüsü Yayını 2017),122-123, Erke Katrabayeva, “Hoca Ahmet Yesevi Geleneğinin Türk Halkları Maneviyatındaki Yeri”, ”, Hoca Ahmed Yesevi’nin Manevi Mirası, edit. Mustafa Eren vd, (Almatı: AYÜ Avrasya Araştırma Enstitüsü Yayını 2017),1314. Nazira Nurtazina, “Türk Müslüman Kültürünün Oluşumu ve Yesevi Dönemi”, ”, Hoca Ahmed Yesevi’nin Manevi Mirası, edit. Mustafa Eren vd, (Almatı: AYÜ Avrasya Araştırma Enstitüsü Yayını 2017),145-147

M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TDV, Ankara.1991, s.145 vd;- Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Nakışlar yay. İstanbul.1978, c.1, 118-127, 226-228, Mevlüt Uyanık, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak, (Eskişehir: Kırmızılar Yayıncılık, 2020), 156, 165 vd.