Bir genç adam çok pahalı bir otomobil içinde “kokain” çekmiş. Hakim karşısında da “pudra şekeri idi” demiş ve serbest bırakılmış.

Sonrasında birlikte olduğu arkadaşları kokain olduğunu itiraf etmiş ve genç adam yeniden gözaltına alınmış…

Genç adam iktidar partisinin büro çalışanı olmasa idi olay bu kadar büyümeyecekti muhtemelen.

Ülkemizde uyuşturucuya bulaşmış diğer gençler için ne yapılıyorsa onun için de aynı şeyler yapılacak ve konu gündemimize girmeyecekti.

Bağımlılıklar ülkemiz için gittikçe büyüyen sorunlar arasında.

Bu vesile ile bağımlılıklarla mücadeleye önem vermemiz gerektiği düşüncesi de sanırım toplumun geniş bir kesiminde kabul görmüştür.

Ancak madem böylesi bir örnek ortaya çıktı, o zaman daha derin ve köklü bir düşünce ve kaygı iklimi içinde sorunlarımızı sansüre uğratmadan ele alalım…

Burada tek sorun bir gencin uyuşturucu kullanması değildir…

Bir siyasi parti içinde yer alan ve yaşıtlarına göre çok daha idealist olması gereken bir gencimizin bu denli çürümesidir…

Gencin zengin olma arzusunu, para kazanma hırsını, makam ve mevki elde etme isteğini anlarım ama bunlar için her türlü değeri, ilkeyi, kuralı çiğnemesini kim hoş görebilir ki?

Parti içinde görev almadan önce küçük ve şirin bir şehrimizde kendi halinde günlük harçlığını kazanacak bir işle uğraşırken birkaç yıl içinde ultra lüks bir hayata geçiş yapacak ölçüde para kazanacak niteliği bu genç nasıl kazandı?

Pudra şekerine takılıp kalıyoruz, meseleyi sadece magazinel bir yolla ele alıp küçültüyoruz ama sorgulamadığımız kısımları Türkiye’de siyasete ve siyasetçiye dair düşüncelere son derece bulandırıyor ve pek çok haysiyetli, ilkeli, idealist siyasetçi için de aynı toptancı anlayış devreye giriyor…

Bu konuda en fazla endişelenmesi gereken, sorgulaması gereken kesim siyaset kurumu içinde yer alanlar olmak zorundadır. 

Olaya tekil bir örnek gibi bakıp görmezden gelmek bu neviden çürümelerin devam etmesi için kapı aralar.

Böylesi birkaç örnek daha çıkarsa ki, çıkabilir o zaman siyaset kurumuna yaklaşımlar bu örneklerin genellemesiyle olur…

Türkiye, vatanı ve milleti için canını vermekten bir an bile geri durmayan, toprağını sıksan şüheda kanı fışkıracak bir ülke iken nasıl oluyor da bu denli gözünü karartıp, içinde bulunduğu ortamı da zehirleyecek, çürütecek kadar her değerini yitirmiş gençler yetiştirebiliyor?

Esas bunu dert edinelim…

Ehliyet ve liyakat sözcüklerini sıklıkla kullanmak değil marifet, bunu hayata geçirebilmektir.

Fırsat eşitliğini çocuklarımız için her anlamda ortaya koyabilmektir.

İnsanlarımızın bir kısmının daha eşit olduğu bir kısmının ise ötekileştirdiği iklimlerde unutulmamalıdır ki, her değeri aşındıran, yok eden, onları araşsallaştırıp içini boşaltan, hatta ifsat eden bu türden insanlar ortaya çıkar.

Artık kendimizden olanı aramayalım. Her vatan evladını bizim bilip, kabul edip koruyup kollayalım ve savrulmalarını önleyelim. Reform mu işte esas reform budur…

Çürümeyi görüp bilip halının altına süpürürsek geleceğimizi elimizle yok ederiz.