Osmanlı’da padişah olması sebebiyle kul kavramı ön planda olduğu için uzun yıllar özellikle Tazminat’a kadar işçi sınıfı oluşamamıştır. Bu nedenle, Osmanlı dönemini Tazminat öncesi ve sonrası olarak değerlendirilmesi çok daha doğru olacaktır.

Tazminat öncesi Osmanlı’da üretim süreçleri sanayiden daha çok derici, kalaycı, demirci gibi daha küçük ve basit işler üzerinde zanaatkârların anlayışı ile yürütülmekteydi. Ayrıca, esnaf vakıfları içinde usta ile kalfa veya çırak arasında ilişkisi “eti senin, kemiği benim” anlayışı ile geliştiği için maalesef çalışan hakları oluşamamıştır. Dolayısıyla, bu dönemlerde kalfa ve çıraklarda İSG anlayışı gelişememiştir.

Bu süreçte kalfa ve çırakların karşılaştıkları sağlık problemleri nedeniyle çalışamadığı süreçte maddi olarak desteklenmesi ahilik ilkeleri üzerinden vakıflar ve esnaf dernekleri aracılığı daha çok da esnaf sandıkları ile yapılmaktaydı. Yardımlar yasal zorunluluktan dolayı değil vakıf ve esnaf dernekleri aracılığı ile yapıldığından süreklilik kazanamamıştır.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda ilk çalışmaların başladığı 1850 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'nda, askeri amaçlı üretimlerin yanı sıra, daha çok el tezgâhları olarak gelişmeye başlayan sanayileşme, daha sonraları kömür ocakları ve madenler, demir yolu yapımı, tütün işletmelerinin katılımı ile sürmüştür.

Bu dönemde çalışma koşulları oldukça ağır olup, çalışma süresi günde 16 saate kadar artmıştır. Ayrıca, ağır işlerde kadın ve çocukların çalıştırılması da yaygınlaşmıştır. Bu yıllarda işçiler tezgâh başında uyuyup tezgâh başında yemek yemek zorunda kalmışlardır.

Başta İngiltere olmak üzere Avrupa’da yaşanan Sanayi Devrimi’nin koşullarının Osmanlı İmparatorluğu’nda maalesef yaşanmamıştır. Sanayi Devrimi taş kömür ile hem demir-çelik sanayisinin gelişmesini hem de buhar makinesinin keşfini ifade etmektedir.

Taş kömürü Osmanlı’da 1822 yılında Zonguldak-Ereğli’de keşfedilse de 1843 yılında üretime başlanmıştır. 1865 yılına kadar Osmanlı devlet adamları tarafından işletilen kömür ocakları sonrasında 1920 yılına kadar Bahriye Nezareti (Denizcilik Bakanlığı) tarafından işletilmiştir. Bu süreçte birçok kömür kazası sonucu birçok çalışanın hayatına mal olmuştur.

Ereğli Havzası'ndaki kömür ocaklarında çalışan işçiler kısa sürede meslek hastalıklarına yakalanmışlar ve giderek artan iş kazalarında yaşamlarını yitirmişlerdir. Beslenmeleri de son derece yetersiz olan işçiler, kömür ocaklarındaki sağlıksız koşullar nedeniyle kısa sürede kömür tozların yol açtığı zararlı tozların neden olduğu (pnömokonyoz) hastalıklara (Slikoz, KİP v.b.) yakalanmışlardır.

Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde kömür üretimini artırmak amacıyla 1865 yılında Dilaver Paşa tarafından “Ereğli Maden-i Hümayun İdaresinin Nizamnamesi” adında bir tüzük hazırlanmıştır. Ancak padişah tarafından onaylanmadığı için bir tüzük niteliği kazanamamış sadece Ereğli maden bölgesi için uygulama alanı bulmuştur.

Dilaver Paşa Nizamnamesi, çalışma koşullarına ilişkin bazı düzenlemeler yanında, madende bir hekim bulundurulmasını da hükme bağlamıştır. Ancak, ücretin işverenin takdirinde olduğu düşük ücretle bölge halkı için zorunlu çalışma şartı gelmiş ve çalışanın hastalanması durumunda iş sözleşmesinin tazminatsız sona ermesinin nedeni sayılmıştır.

Zorunlu çalışmanın kölelikten tek farkı çalışanların az da olsa bir ücret almalarıydı. Ayrıca, Tüzükte 13-50 yaş arası erkeklerin günlük 10 saat üzerinden çalıştırılacağı ve madende çalışmak istemeyip kaçmaya çalışan işçilerin cezalandırılacağı hükümlerine yer verilmiştir.

Dilaver Paşa Nizamnamesi aslında kömürde üretim artışı sağlamak için işgücünden yararlanmayı hedeflemiş olsa da, Nizamnamede işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili ifadelerin geçmesi sebebiyle ilk belge olması açısından önemlidir.

Tanzimat'tan sonraki (1876) ikinci önemli belge olan Maadin Nizamnamesi, genellikle iş güvenliğini ilgilendiren önemli hükümler getirmiştir. Bunların bazıları; İşveren iş kazasının oluşmasını önlemek için gerekli önlemleri alarak iş güvenliğini sağlamak zorundadır. Kazaya maruz kalanlara veya ailesine mahkeme tarafından hükmedilecek tazminat işveren tarafından ödenecektir. Bir hekim çalıştırmak ve eczane bulundurmak zorundadır.

Diğer taraftan, “Maadin Nizamnamesi” ile madenleri başta Fransızlar olmak üzere yabancı şirketlerin işletmesi kolaylaşmıştır.

Türkiye’nin 1876 yılında ilk medeni kanunu olarak ta kabul gören Mecelle’de, iş sağlığı ve güvenliği alanında işçinin, işverenin kusuruyla zarara uğraması halinde işverene bu zararı tazmin yükümlülüğü getirilmiştir. Ayrıca, ücretlerin ayni olarak ödenmesi yasaklanmış, günlük çalışma süresinin gün doğumundan gün batımına kadar uzayabileceği ve işçinin çalışmaya hazır halde bulunması halinde ücrete hak kazanacağı düzenlenmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunda, çok güçlü olmayan bir sanayileşme içinde yapılan sınırlı sayı ve içerikteki düzenlemelerle iş sağlığı ve güvenliği alanında önlemler alınması konusunda yeteriz olmakla birlikte bazı çabaları görebilmekteyiz.

Sonraki yazımda İş Sağlığı ve Güvenliğinin Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonraki tarihsel sürecinden bahsedeceğim.

Güvenle ve sağlıkla kalın…