Yetkililerin kayan siyanürlü liç yığının çevreye herhangi bir olumsuz etkisinin olmadığı söylemlerine ne demeli?

Bu tamamen bir gerçeği saklama durumudur.

Kayan liç yığınının yaklaşık %20’si “Eski Mangan Ocağı” adı verilen bölgeye kayarken %80’lik kısmı ise Sabırlı Deresi yatağı üzerine kaymıştır.

Bu konudaki önceki yazılarımda, hem siyanürün hem de asit maden drenajı (AMD)’nın çevre üzerine olumsuz etkisinden bahsetmiştim.

Dolayısıyla, böyle bir yığının çevreye etkisinin olmadığını söylemek mümkün değildir.

Özellikle Sabırlı Deresi yatağına kayan liç yığının çevreye çok daha fazla etkisi söz konusudur.

Eğer gerçekten yetkililerin dediği gibi çevreye ve yeraltı suyuna herhangi bir olumsuz etkisi yok ise şeffaf olmak gerekmez mi?

TMMOB, TTB, TEMA ve Türkiye Çevre Koruma Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları ile birlikte çalışarak olayın etkisi neden açıklanmıyor?

Demokratik toplumlarda halkın doğruyu bilme hakkı vardır.

Ocak sahası içerisine hiç kimse yaklaştırılmıyor! Ne yapıldığı bilinmiyor!

Analiz için örnekler nereden ve nasıl alınıyor? Bilmiyoruz!

Analizi yapan kuruluş kim? Belli değil!

Bu soruların cevapları vergilerini ödeyen vatandaşlar ile paylaşılmıyor, sadece “bize güvenin” deniyor.

Bu durumda, yetkililer tarafından söylenen bilgilere nasıl güveneceğiz?

Konu uzmanı hangi bilim insanı çıkıp “burada kötü bir sonuç yoktur” diyebildi?

Hatta küresel altın ve gümüş madencilik firmalarına yardımcı olmak için tasarlanmış gönüllü programı olan Uluslararası Siyanür Yönetim Kodu (ICMC)’nun yerli akademisyen denetçileri bile konuya sahip çıkmadılar. Daha vahimi, akademisyen kimliğine yakışır bir açıklama yapmak yerine sessiz kaldılar!

Türkiye’de meydana gelen birçok maden kazasında resmi makamlar tarafından verilen bilgilerin yanlışlığı ve sorumlu olanların cezasızlık doğurduğu olayları düşününce, güven konusu zor olsa gerek.

Peki! Bu konuda yetki ve sorumluluk kimde?

Madencilik faaliyetlerini düzenleyen ve takip eden kurum Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG)’dür.

Yani madencilik firmaların önünü açan ve madencilik faaliyetlerini düzgün yürütüp-yürütmediğini kontrol eden kurumdur.

Fakat birçok faaliyet gibi madencilik faaliyetleri de çok tehlikeli bir iş koludur.

Dolayısıyla, madencilik iş kazalarının ve meslek hastalıklarının yoğun olduğu bir iş kolu olması sebebiyle, Çalışma Bakanlığına bağlı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü tarafından denetlenir.

Ayrıca, madencilik faaliyetleri doğa ve çevre ile ilişkisi olması sebebiyle Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığının doğrudan ilgi alanına girer.

Bakanlık, maden şirketlerinin faaliyetlerini çevreye olumsuz etkisi olabileceği düşüncesi ile Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)’in gerekli olup-olmadığı açısından değerlendirmeye alır.

Bir diğer durum, maden sahasının işletmeye geçebilmesi için Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Tarım ve Orman Genel Müdürlüğü ve DSİ Genel Müdürlüğü ve Turizm Bakanlığına bağlı Müzeler ve Ören Yerleri Genel Müdürlüğü gibi 22 farklı kuruluştan görüş almak zorundadır.

Bu kurumların olumlu görüşleri alınarak Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı tarafından ÇED gerekli değildir veya ÇED olumlu belgesi düzenlenir.

Dolayısıyla, önceki dönem Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olan Murat Kurum’unben kapasite artış raporuna izin vermiyorum” demesi yanlış ve eksik bir ifadedir.

Çünkü Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) şirketin kapasite artışı yapmak için başvurusunu onaylamadan önce mutlaka ÇED için Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığına başvurulmasını zorunlu tutar.

Olay çevre faaliyeti olmasına rağmen Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olan Mehmet ÖZHASEKİ olayın üzerinden nerdeyse 10 gün geçtikten sonra bölgeye gitme ihtiyacı duyması ise anlaşılır bir durum değildir!

Diğer bir tuhaf durum ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı basın önünde olaydan 3 gün geçmesine rağmen Anagold Madencilik şirketinin temsilcilerinin henüz olay yerine teşrif etmediklerinden yakınmasıdır.

Bakan, Türkiye Cumhuriyetini temsil ediyor. Yani, 85 milyon olan biz bu ülke vatandaşları adına yetki kullanıyor.

Anagold Madencilik şirketinin %80 hissesine sahip olan ABD’li SSR Mining şirket temsilcilerinin 3 gün boyunca olay yerine gelmemesinin anlamı; ben “Türkiye Cumhuriyetini tanımıyorum” anlamına geliyor.

Bu davranış ülkemizi sanki bir sömürge devleti konumuna getiriyor.

Bu kabul edilebilecek bir durum değildir!

Anagold Madencilik firmasının %20 hissesine sahip olan Çalık Grubunun madencilik grubu olan Lidya Madencilik firması yetkililer ise olay ile ilgili hiç bir sorumluluk kabul etmiyor.

Dahası kendilerinin Anagold Madencilik şirketinin sadece finansal yatırımcı olarak ortak olduklarını açıklıyorlar.

Burada anlaşılamayan durum ise; SSR Mining şirketinin Çalık Grubu’ndan %20’lik oranda bir finansal destek talep etmeleridir.

Çünkü SSR Mining şirketinin tüm Dünya’daki madencilik yatırımlarına bakılırsa finansal bir desteğe ihtiyaçları yok.

O zaman akla gelen tek mantıklı gerekçe; yabancı bir şirketin Türkiye’deki bazı işlerini rahat yürütebileceği bir ortak aramış olmaları ihtimali geliyor.

Bir başka vahim açıklama ise, kayan liç yığını ile ilgili bazı açıklamalarda!

Olaydan 3 gün sonra, Enerji Tabii Kaynaklar Bakanı basın açıklamasında yaklaşık 10 milyon metreküplük liç yığınını kaldıracaklarını ifade ediyor.

Aşağıdaki resimde, 15 adet kamyonun yığını taşımaları görülmektedir. Bu kamyonların tam sayısını bilmiyorsak ta görülen kamyon sayısından 2-3 kat daha fazla olmalı.

Enerji Bakanın kayan liç yığının 10 milyon metreküp olduğunu ve bu büyüklükteki malzemeyi kaldırmak için 400 bin kamyon sefere ihtiyaç olduğunu belirtiyor.

Yaklaşık 50 kamyon ile 18 saat (3 vardiya 6 saat’lik) güvenli çalışma koşullarında her biri günde 20 sefer yaparak, günde 1000 kamyon seferi atılabilir.

Bu konudaki ilkyazımda, arama-kurtarma çalışmalarında kayma riski olduğundan bahsetmiştim.

Dolayısıyla, kayma riskinin olduğu bu yığında çok daha dikkatli ve yavaş kaldırma-taşıma işlemi yapmanın da gerekeceği unutulmamalıdır.

Nitekim son bir haftadır arama faaliyetleri de bu nedenle durdurulduğu belirtildi.

Yani tüm yığın ancak 1 ila 2 yılda taşınabilir.

Bu süreçte yığındaki Asit Maden Drenajı (AMD) ve ağır metal içerikleri zaten yeraltı suyuna ve oradan da Fırat’a karışmış olacaktır.

Ayrıca, Enerji Bakanı Eski Mermer Ocağının geçici olarak kayan liç yığının kaldırılacağı yer olduğunu da belirtiyor.

Peki! Sonra nereye taşınacak bu yığın? Belli değil!

Bu durumda, Eski Mermer Ocağının zemini geomembran ve kil tabakası ile geçirimsiz yapılmadan buraya taşınmasının anlamı nedir?

Eski Mermer Ocağının zeminini 3 gün içerisinde geçirimsiz yapılması da teknik olarak mümkün değildir.

Dolayısıyla, kayan liç yığını içerisinde oluşacak Asit Maden Drenajı (AMD)’nın ve ağır metal içerikleri Eski Mermer Ocağının zeminine geçecek ve yine yağmur suları ile yeraltı suyuna ve oradan da aşağıya Karasu Nehrine, yani Fırat’a karışmış olmayacak mı?

Ayrıca, milyonlarca paranın kaldırma-taşıma işi için harcanması vatandaşlarımıza vergi olarak dönmüş olmayacak mı?

Bu süreçte, olsa olsa Sabırlı Deresinin yığının gerisinde bir bölgede bir baraj oluşturmak ve dere yatağının yönünü değiştirmek belki bir nebze çözüm olabilir.

Ayrıca, mevcut yığının üzeri sürekli alkali ortam ile beslenerek ve üstü yağışlar ile etkilenmemesi için geomebran serilerek nötralize edilmeye çalışılabilir.

Bu süreçte, hem Karasu Nehri hem de Fırat asitli su ve ağır metaller ile tabii ki zarar görmüş olacaktır.

Nehirdeki hem balık popülasyonu hem de su bitkileri için kötü sonuçlar da doğuracaktır.

Sonuçta; yetkili kişilerin “herhangi bir olumsuzluk yokaçıklamaları gerçeği yansıtmıyor.

Keşke öyle olsaydı!

Bir diğer durum ise çöken liç yığının altında kalan 9 maden emekçisinin kurtarılması için başta DSİ olmak üzere Karayolları, AFAD gibi Devlet kurumlarımızın kamyon, makine ve araçları kullanıldığı medyaya yansıyan görüntülere şahit olduk.

Bu firmanın yapmış olduğu hata yüzünden, vatandaşlarının vergilerini kullanan DSİ ve Karayolları gibi kamu kurumlarının imkânları niçin kullanılıyor?

ABD firmasının hatasını, biz vatandaşlar neden ödüyoruz?

Faciadan sorumlu olan firmaya bir ceza kesilmiş değil!

Ruhsatlarının tümü iptal edilmiş de değil!

Günümüzde çevrenin korunması gerekliliği de artık tartışma götürmez bir gerçektir.

Ancak bu hiçbir zaman madenlerden vazgeçmeliyiz anlayışına dönmemelidir.

Bu nedenle, tüm maden firmaları madencilik faaliyetlerinin oluşturabilecekleri olumsuz etkileri önceden tespit ederek, bu olumsuz etkilerin en aza indirilmesi veya giderilmesini sağlamalı ve çevresel planlama çalışmalarıyla da bunu göstermelidir.

Hem çevreyi dikkate alan hem de madencilik faaliyeti yapmak mümkündür (devam edecek…)