İnsani açıdan büyük bir ikilem yaşıyoruz… Anadolu toprakları göç yolları üzerinde şekillenen, çok kültürlü yapısıyla harmanlanmış insanlardan oluşur. Aynaya baktığımızda gördüğümüz yüz, ne tam olarak Asyalıya ne Avrupalıya ne de Afrikalıya benzer.

Bu topraklarda Hititler, Urartular, Frigler, Lidyalılar yaşadılar. Bu topraklardan Romalılar, Makedonyalılar, Persler, Moğollar geçti. Atalarımız Türkler yüzlerce yıldır bu topraklara kendi kültürünü, birikimini kattı. Sonuçta muazzam bir Anadolu kültürü oluştu…
Ege’den gelen büyük göç, Hitit devletini ve Kuzey Suriye kentlerini yıktı ve Hititlerin kullandığı çivi yazıları M.Ö. 1200 tarihinde kesildi.
Kimmerler ve İskitler (Sakalar) Anadolu’ya Kafkasya’dan geldiler. İskitlerin akınlarına dayanamayan Urartular, M.Ö. yedinci yüzyılın sonlarında yıkıldı.
Avrupa’ya yapılan Kavimler Göçü M.S. 350-800 yılları arasında haritaları değiştirdi. Hunların Avrupa’ya girmesiyle beraber başlayan çatışmalar neticesinde Batı Roma İmparatorluğu 395’te ikiye ayrıldı. 
Tarih gösteriyor ki büyük göçler, bazı medeniyetleri tamamen yok etmiş ya da bazı imparatorlukların parçalanmasına neden olmuştur. Irak, Libya ve ardından 2011 yılında Suriye’nin parçalanması sürecinden beri dikkat çekiyoruz; sınır güvenliğiniz yoksa tehlikede olursunuz. Ve sınırlarınızın ardında savaşlar oluyorsa, bunlara bulaşmadan barışçı politikalar gütmemiz gerekir ki savaşın etkilerinden en az zayiatla çıkasınız. Ancak Türkiye’yi yirmi yıldır tek başına yöneten ve gittikçe devlet aklını yitiren iktidar, ülkemizi felaketin eşiğine getirdi. 
Son dönemde yaşadığımız “Göçmen Tartışması” seçimlere bir yıldan az bir zaman kala Türkiye’nin gündemine oturdu. Her konuda olduğu gibi bu konuda da uzmanlar yerine televizyonda görmeye alışık olduğumuz gazeteciler veya siyasetçiler konuşuyor. Aslında bu konunun “barışçı” yönden çözümü için tarihçi ve sosyologlardan oluşan bir “teknokratlar komisyonu” kurulması gerektiğini düşünüyorum. Elbette mevcut yönetimdeki AKP iktidarı bunu yapmayacağına göre, seçim sonrasında gelmesi muhtemel yeni bir iktidar derhal kolları sıvayıp bu konuyu siyasetçilerin elinden alıp uzmanlara vermelidir.
İnsani yönden defalarca yazılarımda dile getirdim; ülkemizde bulunan sığınmacılar politikacıların ve çok uluslu enerji tüccarlarının kurbanıdırlar. Ve onlar gibi bizler de kurban durumundayız…
Asya ve Afrika’dan Türkiye’ye Irak’taki körfez savaşından itibaren yoğun göç dalgaları olmaya başladı ve tabuta son çiviyi çakan durum da Suriye’nin parçalanması oldu. Ülkemizde yaklaşık 10 milyon sığınmacı olduğu söyleniyor. Bu insanlar “mülteci” statüsünde değil ve üstelik AKP iktidarı, Avrupa ile yaptığı “geri kabul anlaşması” gereği bu insanları ülkemize hapsetti.
Sıradan, masum milyonlarca sivil olduğu bir gerçek ve 2011 yılından bu yana Suriyeliler büyük ölçüde ülkemize yerleşerek yaşamaya başladılar. Bu kadar uzun bir sürede burada doğan çocuklar var, eğitim alanlar olduğu gibi, çeşitli suç çetelerinin elinde kaybolmuş binlerce sığınmacı var. 
Sınırlarımız delik deşik olduğundan beri kimlerin girip çıktığı tam olarak bilinmiyor. Suriye ve Irak’tan gelen çok sayıda terörist varlığına, şu sıralar Afganistan’dan gelen kimliği belirsiz kaçaklar ekleniyor. Bu da Türkiye’nin güvenliğini önümüzdeki yıllarda daha da sarsacak ölçüde önemli bir konudur. 
İnsanoğlu yüzyıllardır göç hareketlerinin içinde yer alıyor. Bu nedenle sosyal medyada sığınmacıları insani açıdan aşağılayan hiçbir paylaşıma katılmadım. İnsanlar yüzyıllardır kuraklık ya da iç savaşlar nedeniyle göç ediyorlar. İçinde yaşadığımız yüzyılda enerji savaşları var ve ileride belki de su savaşları olacak…
Ancak burası bizim ülkemiz ve kendimizi emperyalist politikalardan koruyacak önlemleri, akılcı ve barışçı yöntem ve söylemlerle ele almalıyız. 
Daha fazla zaman kaybetmeden Suriye ve Irak devletlerinin yetkilileriyle irtibata geçerek, elden gelen ne ise yapılmalıdır. Hemen bir sonuç alınmasa bile, orta ve uzun vadede bir yol açılmalıdır. Sığınmacı konumundaki insanların kendi vatanlarına dönmeyi istemeleri için, savaş ve çatışmaların durması, bölgede ekonomik iyileşmenin olması ve uluslararası hukukun devreye girmesi lazımdır. 
Her ne kadarı sağlanabilirse artık…