Daha ne kadar Başbakanın ruhsal hezeyanlarıyla uğraşacağız acaba? Eski bakanlarımızdan Rifat Serdaroğlu’nun yazılarını çok dikkatli takip ediyorum. Bazen söyleyecek kelime bulamadığımda, imdadıma yetişiyor sanki. Gerçekten de bu nasıl bir ruh hali? Bu nasıl bir bakış açısı? Anlayamıyorum artık; bu noktaya kadar gelebilmiş bir insanın bu nefret dolu konuşmalarını, öfke dolu ses tonunu ve her gün ortaya attığı konularla yarattığı gerginliği…
İnsanlar Türkiye’de ne zaman siyaseti bırakmaları gerektiğini bilmiyorlar. Bunun en büyük örneklerinden biri de Süleyman Demirel’dir gerçi ama şu anda kendilerinin nezaketini, esprili tavrını ve kıvrak zekasını bile mum ışığında aradığımı söyleyebilirim. Şimdilerdeyse kabus gibi söylemler her gün üstümüze çöküyor. Peki, acaba Başbakan bunları gerçekten de gündemi değiştirmek için mi yapıyor? Bazen içimden “keşke o kadar basit olsa” diye düşünüyorum ama “one minute” krizinden beri anladığım kadarıyla bazı şeyleri asla planlamıyor ve bu da onun gerçek durumunu ortaya koyuyor.
Örneğin, sezaryen için “cinayet” diyor. Oysa ki bu müdahale doğumda zorlanan anne ve bebeğin hayatını kurtarmak için yapılıyor. Sadece “kadının tercihi” bile olsa kime ne? Üç çocuk takıntısı olan Başbakana göre bu yöntemle iki çocuktan fazlası olmuyormuş. Yani ille de herkese üç tane doğurtmaya kararlı. Peki, normal doğum yapıp ta bir tane çocuğu tercih eden neyle suçlanacak?
Bosna’da binlerce kadın ve yaşları küçük olan genç kızlar tecavüze uğradı. Bu tecavüz sonunda mağdurlar, savaş esnasında müdahale edilemediğinden, doğurmak zorunda kaldıkları bebeklerini, BM’ye bağlı sağlık kuruluşlarına terk ettiler. Sayıları o kadar çok ki… Burada Başbakanın hiç bilmediği bir ihtisas alanı daha var ki, adı “psikoloji”. Hiçbir kadın istemediği bir çocuğu dünyaya getirmek zorunda değil. Çünkü bunu yaparsa, o bebeğe Tayyip Erdoğan değil, kendisi bakmak zorunda ve bunu yapacak psikolojik yeterliğe sahip olamayabilir. Türkiye’nin bazı bölgelerinde genç kızlar “ensest” ilişki sonucunda tecavüze uğrayarak çok küçük taşlarda hamile bırakılıyor. Bu durumdan o çocuk yaştaki “hamile kızlar” değil, hem ailesi hem de devletin ta kendisi sorumludur. Bu kadar cahil insanların olduğu baskıcı bir toplumda, işte fatura da “ancak ve ancak” kadınlara böyle hesapsızca kesilebilir. Sonuç olarak kürtaj her ne kadar kadınlar için zor bir karar da olsa, zorunlu olunan veya hissedilen durumlarda, bir kadının kendi bedeni hakkındaki kararına saygı duyulmalıdır.
Başbakan sorunları tersten çözmeye çalışıyor ve sağlıksız bir bakış açısı sergiliyor. Gençlere korunma yöntemlerinin öğretilmesi birinci adımdır. Ayrıca bu ülkede “aile planlaması” kavramını çöpe atan bir cehalet sultasıyla yönetiliyoruz. Dini, vicdani bir mesele olmaktan çıkarıp “takıntılı” bir anlayışla benimseyen ve zorbalıkla kararlarını halka dayatan bir yönetim, artık iyice insanları nefes alamaz hale getirmiştir. Sağlıkta ve eğitimde, akılcılık ve bilimselliğe rahmet okutulmuştur. Memleketin gerçek meseleleri ve başarısız dış politikası, magazinsel konularla kapatılmaya çalışılıyor. Sadece konuşulmakla sınırlı kalmayacak elbette; uygulanacak. Adım adım bir cehalete doğru sürükleniyoruz.
Eğer bu ülkede ve dünyanın diğer ülkelerinde tecavüzleri önleyemiyorsan…
Eğer bu ülkede kadın cinayetlerini tırmandırıyorsan…
Eğer gazetecileri, yazarları, askerleri ve siyasetçileri hapislerde “hükümsüz” olarak yıllarca yatırıyorsan…
Eğer doktorlar, hukukçular ve medya sana ağzını açamayacak hale getirilmişse…
Sözgelimi, “Deniz Feneri” davasına artık korkudan hiçbir hakim ve savcı bakamıyorsa ve dava havada kaldıysa…
Ve de artık! Ağzından çıkanı kulağın duymuyorsa…
Yarınlarda ne yapacaksın?
Karı-kocaların özel hayatlarına da karışacak mısın?
Sezaryene karşı olduğuna göre, doğuramayan kadına sen mi ebelik yapacaksın?
Yoksa doğuramayan anneyle karnındaki bebeği, ölüme mi terk edeceksin?
Tecavüzcüye ne ceza vereceksin? Biliyorsun ki cezalar çok düşük…
Kürtajı yasaklayıp tecavüzcünün bebeğini doğurtursan, onu evlat edinecek misin?
Doğu’da 9 veya 10 çocuk doğurmak zorunda bırakılan zavallı kadınları da düşünecek misin?
Avrupa’daki gibi çocuk başına 800 Euro filan mı vereceksin?
Yok eğer vermezsen, çocuğun altını sen mi bezlersin? Madonna mı?
Sütü yetmeyene mama parası verir misin? Ya da emzirmeye kimi yollarsın?
Bütün bunları düşünmediysen ve faturayı gene mağdur kadınlara kestiysen olmaz bu iş. Hem şimdilerde “jeep”lere binen sosyetik din tüccarlarını da iyi takibe alman lazım. Gizli kıyılan hoca nikahlarının meyvesinin ne olacağını kimse bilemez…
AKP Hükümetinin iş başına gelmesinden sonra, herkes biliyor ki televizyonlarda bu iktidarı destekleyen ve onları tehlike olarak görmeyen sözde modern bir takım türemişti. AKP, bu takımı işlerini halletmek için uzun süre kullandı. Aslında onlar da bir dönem AKP’yi kullanarak güzel paralar kazandılar. Hep aynı gazeteci kılıklı adamlar, aynı televizyon kanallarında sabahtan akşama kadar AKP’nin “laiklik” için bir tehlike olmadığını söyleyip demokrasi nutukları attılar. Oysa ki hükümet, modern eğitimin köküne kibrit suyu döktü. Şimdi sıra özel hayattaki baskılara geldi. “Yetmez” ama bunlara biraz daha “evet” derseniz, yakında iç çamaşırınızın rengine bile karışacaklarından emin olabilirsiniz. Ama kusura bakmayın, ben bunları kime söylüyorum ki zaten? Önümüzdeki seçimlerde %4 alan memurlar ve asgari ücretle sürünen işçiler el ele verip, bu defa AKP’yi %60’la filan iktidara taşımaya bakın siz, olur mu?