Bugün çıkıp Murat KARAYALÇIN’ın CHP’den kopmasının ideolojik temeli neydi diye sorulsa, makul bir cevap veremeyiz. CHP’deki siyasi çürümeyi anlamak için, 90’lı yıllardan günümüze akan süreci değerlendirmek gerekiyor.

KARAYALÇIN, 1993 yılında SHP Genel Başkanı Erdal İNÖNÜ’nün siyaseti bırakma kararının ardından yapılan kurultayda genel başkanlığa seçilmişti.

Onun öncesinde Erdal İNÖNÜ-Deniz BAYKAL arasında hiçbir sağlam ideolojik temele dayanmayan, adeta parti içi bir savaş yaşanmış, Deniz BAYKAL üç kere aday olduğu genel başkanlığı İNÖNÜ’den alamamıştı.

Kurultaylarda kavga çıkıyor, sandalyeler havada uçuşuyor,  hınca hınç dolu Ankara’nın en büyük kapalı spor salonları İnönücüler ve Baykalcılar arasındaki düellolara ev sahipliği yapıyordu. Baykalcılar göğsüne Baykal’ın posterini, İnönücüler de İnönü’nün posterini asıyorlardı. Salonun merkezindeki en aşağı bölümde delegeler oturuyor, bu ayrıcalıklı bölüme sıradan partililer normalde alınmasa da saatler ilerledikçe kapılar açılıyordu. Cumartesi günü genel başkan adaylarının konuşma yapacağı, tansiyonun en yüksek olduğu gündü. Adaylar, delegelerin girdiği kapıdan yanlarındaki destekçilerle ezilircesine güç bela giriş yapar, ön tarafta oturacakları sandalyeye ilerleyene kadar salon tezahürattan adeta yıkılırdı…

Hafta sonu, resmi olarak 2 günü kapsayacak olan kurultaylar için, çok öncesinde “içeriye giriş vizesi” almak gerekiyordu. Türkiye’nin her tarafından on binlerce SHP’linin 30 bin kişilik salona bir anda girmesi mümkün değildi. Bu nedenle içeriye giriş kağıdıyla ilgili olarak da torpil devreye giriyordu. Bu da genelde ilçe başkanları, il başkanları ya da belediye başkanlarının etrafında oluşan grupların birbirini desteklemesiyle sağlanıyordu.

Şimdi düşünüyorum da, bizim de içinde olduğumuz o dönemlerde partinin bütün enerjisi, ideolojik tartışmalardan uzak, kısır ve kendimizi göremediğimiz bu tartışmalara akıyormuş…

Türkiye’nin her tarafından binlerce otobüs Ankara’ya kalkıyordu. Deniz Baykal Eylül 1990, Temmuz 1991 ve Ocak 1992’de üç kez genel başkan olmak için aday olmuş, her defasında sakin, soğukkanlı bir bilim insanı olan Erdal İnönü karşısında yenilgiye uğramıştı. 1980 darbesinden sonra kapatılan siyasi partilerin yeniden açılmasıyla ilgili yasa değişikliğinin ardından CHP’ye geçerek 9 Eylül 1992 yılında genel başkanlığa seçildi.

Bir yıl sonra siyaseti bırakma kararı olan Erdal İnönü’nün ardından, 1989’dan beri Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan Murat Karayalçın, buradaki görevinden ayrılarak 11 Eylül 1993’teki kurultayda genel başkan seçildi.

Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te meydana gelen Madımak Katliamı sırasında koalisyon hükümetinin (DYP-SHP) başbakan yardımcısı olan Erdal İnönü, bu katliamı çözmenin devletin namus borcu olduğunu söylemişti. Ancak Erdal İnönü, sorumlu bir devlet adamı tavrıyla aynı yıl siyasetten çekildi.

Kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayan siyasi partiler DSP, SHP ve CHP birleşmemenin bedelini ağır ödemişti.

1989 yerel seçimlerinde büyük başarı elde eden SHP, 1994 yerel seçimlerinde elinde olan belediyelerin çoğunu kaybetmişti. ANAP döneminden başlayarak belediyelerle ilgili yolsuzluk, adam kayırma ya da görevi kötüye kullanma gibi haberler bazı SHP’li belediyeler için de gündeme geliyordu. İSKİ genel müdürü Ergun Göknel ile ilgili skandal, özel kanalların en aktif olduğu dönemde gündemi sarsmıştı.

Bülent Ecevit’in başında olduğu DSP birleşmeye yanaşmadı, ancak SHP ve CHP birleşme kararı aldı. SHP’nin kendini feshederek CHP’ye katılmasının ve Hikmet Çetin’in genel başkan olduğu geçiş döneminin ardından yapılan olağan kurultayda Deniz Baykal, Murat Karayalçın’a karşı genel başkanlığı kazandı.

Bütün bu yaşananlar sadece ama sadece, insanların bütün enerjisini günlük koşuşturmalara ve tartışmalara harcadığı, kişilerin peşinden sadece kazanmak/yenmek için koştuğu bir dönemde oldu. İnsanların hayatlarının önemli bir kesiti, parti içi mücadeleye gitti.

Bütün bu dönem boyunca basılan kitapçıkların hiçbirinde temelde parti içi ilkelere, Cumhuriyet değerlerine ya da Atatürk ilkelerine aykırı herhangi bir madde yoktu. Yani o dönem CHP’sinin kurucu değerlerle hiçbir sorunu yoktu ve bunlar tartışma konusu bile değildi.

Deniz BAYKAL’ın CHP genel başkanı olduktan sonra parti içinde belli bir disiplini oturtması ve yapılan anketlerde CHP’nin bariz bir ivme yakaladığı görülüyordu.

BAYKAL deneyimli bir siyasetçi ve devlet adamıydı. Her ne kadar hem CHP, hem de Türkiye açısından verdiği bazı kararları bugün sorguluyor olsak da yaptığı önemli çalışmaları ve milli duruşunu yadsıyamayız. Baykal’ın sürüklendiği yanlışlar, kendisine çok önceden yapıldığını tahmin ettiğimiz şantajın sonucu olabilirdi. Deniz Baykal liderliğindeki CHP’nin, Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasaklarını “demokrasi” adına kaldırarak hukuku çiğnemesi, Türkiye’yi 21 yıl süren bir diktatoryal rejime sürükleyecekti.

İlerleyen süreçte özel yaşamı aşan durum, Sedat Peker’in son yaptığı açıklamaların içinde yerini aldı. Büyük ihtimalle, şantaj olarak kullanılan argümanlar, sandığımızdan çok daha önce Baykal’ın önüne konmuştu. Ancak Deniz Baykal, CHP’den istifa ederek partinin önünü açmak yerine, hayat boyu yapılması muhtemel bir şantajı kabullenmiş olabilirdi. Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasaklarının kalkması yönünde CHP’nin oy kullanmasının sağlandı ve Baykal’ın sandığının aksine AKP iktidarı kalıcı oldu.

O günlerde masum bir tarikat gibi görünen Fethullahçıların zamanla devleti tamamen ele geçirmesi, 2010 yılında Baykal’ın kaset olayıyla siyaseti bırakması, 2016 yılında ise FETÖ darbe girişimiyle gelişen bir dizi olaylar silsilesi…

“CHP’nin Topraksız Köylü İçin Mayın Mücadelesi” adı altında Haziran 2009 yılında çıkardığı kitapta, Suriye’de henüz Beşar ESAD’a karşı yürürlüğe konan ABD emperyalizminin BOP ayağı operasyonları başlamamıştı. Hatay’dan başlayarak Güneydoğuya uzanan 510 kilometre uzunluğundaki Suriye sınırı içindeki mayınlı arazilerin temizlenmesi işi yabancı bir şirkete verilecek ve iktidar bunun karşılığında 40 yıl boyunca temizlediği araziyi bu şirkete verecekti. Gerek Deniz BAYKAL, gerekse dönemin Bursa milletvekili Onur ÖYMEN gibi vatansever siyasetçilerin bununla ilgili hem TBMM’de hem hukuki alanda büyük bir mücadele verdiğini, yaptıkları konuşmalarla kamuoyunu aydınlattıklarını görüyoruz. Grup başkanvekili Kemal ANADOL ve bir grup milletvekili 2005 yılında yaptıkları basın toplantısında, mayınlı arazilerin yabancı bir firmaya değil, topraksız köylüye dağıtılmasını isteyerek toprak reformu yapılmasını istemişlerdi. AKP iktidarına karşı bu konuda mücadele verilmiş ve Anayasa Mahkemesine taşınmıştı. Abdullah Gül cumhurbaşkanı idi.

Benzer bir mücadele 1 Mart tezkeresinde, 2003 yılında yaşanmıştı…

Ve Deniz Baykal, 10 Mayıs 2010 tarihinde CHP genel başkanlığından istifa etmek zorunda kaldı.

Yeni Dönemin Kitapçığı: CHP ve Aydınlanmanın Kısa Tarihi (1919-1960)

Artık önsözünde Kemal Kılıçdaroğlu’nun yer aldığı bir kitapçık vardı. Parti değerlerinin ve tarihinin çok güzel anlatıldığı CHP’nin bu kitapçığında geçmişte yapılan kurultaylar, Atatürk’ün ve İnönü’nün yaptığı konuşmalar, Cumhuriyetin kuruluş değerleri var. İlk dikkatimi çeken, 1960’a kadar olan dönemde kalmış olması…

Kemal KILIÇDAROĞLU döneminde CHP, kuruluş ilkelerinden koptu. 2010 yılından sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun iyimser zekasının alamayacağı ölçüde yavaş yavaş partinin değerlerine nüfuz edilerek felç edildi. 2023 yılına gelindiğinde CHP, Millet İttifakı (6’lı İttifak) denilen ucubeye sarılarak kalan tüm değerlerini de ayaklar altına aldı. Mutabakat metinlerine Cumhuriyet öncesi Anayasa metnini, türbanı, gericiliği soktular. Milletvekili listelerinde eski AKP’lilerin Fetöcü artıklarını aday yaptılar. ATATÜRK’ün kemiklerini sızlattılar. Milli değerlerden uzaklaştılar. Radikal İslam söylemlerini merkeze koydular ve muhafazakar seçmenden oy alma çılgınlığı sandıklarda patladı, sonu hüsran oldu. Türkiye’ye zarar verdiler, Atatürkçü Cumhuriyeti koruyamadılar. Gerici AKP iktidarı ekonomiyi çökertmeye, laikliğin son kırıntılarını yok etmeye devam ediyor.

CHP nerede?

Tanju ÖZCAN’ın ANKARA’ya Yürüyüşü

Bolu Belediye Başkanı Tanju ÖZCAN, Temmuz sıcaklarında CHP’nin başarısız ve antidemokratik yönetimini protesto etmek için Bolu’dan Ankara’ya 9 gün boyunca yürüdü. ADALET ve DEMOKRASİ için yürüdü, yönetimin istifasını istedi. Benzer şekilde Kemal KILIÇDAROĞLU da AKP iktidarının antidemokratik, hukuk dışı uygulamalarına karşı 2017 yılında Ankara’dan İstanbul’a ADALET için yürümüştü. Şimdi kendisine karşı yürünmesi, Kılıçdaroğlu açısından utanç verici bir durum olsa gerek…

Tanju ÖZCAN, hem muhalefetten umudu olan toplumun, hem de CHP’lilerin isyanını dile getiren cesur, dürüst, açık, sarih bir siyasetçi…

Ekrem İMAMOĞLU başkanlığında yapılan bir grup CHP’linin internete sızan toplantısı

Öncelikle şunu belirtmek lazım ki, CHP içinde bu tip toplantılar yapılabilir. SHP kadroları ve o kadroların CHP ismi altında birleşmesinden sonra defalarca buna benzer toplantılar, kulisler yapılmıştır. Sağ partilerde olmayan bu geleneği, demokrasinin gereği olarak da kabul etmemiz gerekir. Tek farkı, eskiden internet ve cep telefonu olmadığından, kayda almak imkanı yoktu. Büyük ölçüde gazeteciler ya da haberciler, mikro kameralarla bu tür işleri yapabilirlerdi…

Bu ve benzeri toplantıların yapılması, parti içinde doğaldır ve demokrasinin gereğidir. Hele ki diktatör bir azınlığa dönüşmüş parti yönetiminden sonuç alınamıyorsa… CHP’nin kendi içindeki dinamikler, hiçbir zaman Türkiye’nin muhafazakar sağ partilerindeki gibi değildir. Ve parti içinde toplantı yapmak ya da parti içi muhalefet etmek, ihanet olarak adlandırılmaz.

Ancak buradaki durumda, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve toplantı yaptığı şahıslar, CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile hareket eden ve tıpkı onun gibi CHP yönetiminden istifa etmesi ve hatta siyaseti bırakmaları gereken isimler. Kemal Kılıçdaroğlu ve onun politbürosu olarak tanımlayabileceğimiz, atamayla milletvekili, belediye başkanı olan, Atatürk’ün ilkeleri çiğnenirken sesini çıkartmayan, partiyi sağ siyasete sürükleyen bu insanların yaptığı asıl çirkinlik kendilerini, seçim kaybedildikten sonra bu olayın dışında tutmalarıdır. Oysa seçimin kaybedilmesinden tüm yöneticiler sorumludur. Yaptıkları toplantıda görüldüğü üzere, ilkesel hiçbir şey konuşmayan bu insanlar, sadece Kılıçdaroğlu ve bir grup üst yönetimin değişmesini istemekte ve 2023 seçimlerinin faturasını bu ekibe yüklemektedir. Oysa önce kendilerini feshetmeli ve siyaseti bırakmalıdırlar. Değişime buradan başlanmalıdır.

Sorular

Tanju Özcan, kamuoyunda bir karşılığı olduğu ve anketlerde öne çıktığı için Ekrem İmamoğlu’nun genel başkanlığa aday olmasını istemişti. Ancak kendisi kadar cesur olmayan İmamoğlu, zoom toplantıları yaparak, bilgisayar ekranı arkasına saklanan börtü böcekler gibi kaçak güreşmeye devam ediyor.

Genel başkan olacak kişinin popüler olması yeterli mi?

Tanju Özcan, eylem kabiliyetini kaybeden CHP’yi sarstı. Bence CHP’nin öz evladı olarak devrimci bir ruha sahip bir kişi ve yaptığı yürüyüşle tarihe geçti.

Ancak siyaset yapmak korkakların işi değildir. CHP’de bunu yapacak kaç kişi kaldı?

CHP’de değişimden bahseden fosilleşmiş bazı CHP yöneticileri ne zaman aynaya bakıp kendileriyle yüzleşecekler?

Çaresizlikten ya da eylem kabiliyeti eksikliğinden, 2023 seçimlerinde halkı Kılıçdaroğlu ve ekibinin yanlış kararlarına iten ya da sesini çıkarmayanlar, kendileriyle yüzleşip özeleştiri yapacaklar mı?

SONUÇ            

2024’teki yerel seçimlere Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibiyle gidilmesi, hem CHP hem de ülke açısından büyük bir yıkım olur. CHP’nin yapacağı en yakın kurultayda, Kılıçdaroğlu şimdiden aday olmayacağını açıklamalıdır. CHP’ye yeniden demokrasi gelmelidir. Delege sistemi kalkmalı, delege ağalığı son bulmalıdır. Üyelik listeleri gözden geçirilmeli, bütün üyelerin oy kullanması sağlanmalıdır. İlerleyen süreçte parti içi eğitimde devrim gerçekleşmeli, eğitim almayan bireyler partiye üye yapılmamalıdır.

Geçiş döneminde çağdaş, laik, Atatürkçü sistemi özümseyen bir kişi genel başkan olarak parti içinden seçilmeli, sonrasında sağlam yapısal değişikliklere gidilmelidir.

Halk CHP’den umudunu kesmemiştir; ancak şu haline bakıldığında CHP kendinden umudunu kesmiştir…

Ayça Yılmaz