Sonuç almak o kadar kolay olsaydı, Julius Caesar mezarından kalkıp Zile’ye gelir, Pharmakes’i bir daha kolayca yener, ve o meşhur sözünü söylerdi: Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim).

Günümüze olanla, yüzyıllar öncesindeki ölüm-kalım savaşları arasındaki fark, şimdikilerin makyaja bürünmesidir. M.Ö. 509’da krallıktan Cumhuriyet idaresine geçen Roma Devleti bile bugünkü muz cumuriyetleriyle kıyaslandığında daha demokratik olarak nitelenebilir. Devletin başında iki consul, zengin-fakir halk temsilcileri tek bir meclisin çatısı altındaydılar. Köylülerin yoksullaşması, iç savaşlar rejimi zaman zaman diktatörlüğe götürse de yeni yönetim denemeleri devam etti. Triumvirlik kuruldu, devlet üç kişilik yöneticiye teslim edildi. Ancak kazanılan savaşlar ve fethedilen topraklara rağmen ölümler, suikastlar Roma Devlet tarihinden eksik olmadı ve Julius Caesar da bundan nasibini aldı. Meşhur “Sen de mi Brutus?” vakasının ardından yaşanan olaylar neticesinde, devlet idaresi ikiye bölündü.

Tuhaf bir yüzyılda yaşıyoruz. ABD’de Trump adında bir başkan var, seçim sonuçlarını tanımayacağını söylüyor. Bilime meydan okuyor, coronavirüsle dalga geçiyor, sonrasında virüs kapıyor. Vergi vermiyor, zencileri ve kadınları aşağılıyor. Geçmişte Trump tarafından tacize uğrayan kadınlar ortaya çıkıyor; kimileri kitap yazıyor, kimileri dava açıyor. Buna rağmen utanmadan yeniden yapılacak olan seçimlere hazırlanıyor. İnsanlar işte böyle adamların yönettiği bir dünyada yaşamaya çalışıyor.

Roma tarihinde dahi rejimin adı açıkça konurdu. Cumhuriyet rejimi ise öyle adlandırılırdı. Ya da diktatörlük rejimi ise öyle adı konur, başa geçen kişi de diktatör unvanına sahip olurdu. Şimdi herkes demokrasi sakızını çiğniyor ama rejimin pratiğiyle alakası yok.

Ortadoğu bataklığının kıyısındayız. Irak parçalandı, Libya parçalandı, Suriye delik deşik edildi. Türkiye’nin etrafı, korku filmlerindeki gibi dehşet sahneleriyle dolu… Ve 18 yıldır iktidarda olan AKP, tek adam rejimiyle iktidarını sürdürmek uğruna her şeyi yapıyor. Gazeteciler sıraya bindirilmiş gibi Silivri cezaevine girip-çıkıyorlar. Anayasa Mahkemesinin kararları uygulanmıyor, yerel mahkemeler adeta kişiye özel kanun yazıyorlar. Memlekette yandaşlık, en önemli ekmek kapısı oldu. Dinci cemaatler hastaneleri bastılar; meczup kılıklı doktorlar internetten şeriat yanlısı videolar yayınlıyor. Tarikatların merdiven altı yapılanmalarında çocuklar tecavüze uğruyor. Eğitim-öğretim okullarda kerhen devam ediyor, içi boşaltıldı. Üstüne Covid-19 salgını binince, sokaklar ne yapacağını bilmez halde dolaşan çocuklarla doldu.

Madem her şeye tek kişi karar veriyor… Ekonomi, hukuk, eğitim-öğretim… O halde şu rejimin adını netleştirelim. Nedir bunun adı? Ve ne yapılması lazım? Neredeyse hiçbir işlevi kalmamış TBMM’deki milletvekilleri halkın kesesinden maaş almaktan ve sağlık hizmetlerinden sonsuz şekilde yararlanmaktan men edilsinler. Eski Roma’da 2000 yıl önce yaşayan siyasetçiler bile onlardan daha dürüsttü. Halkla ilişkisi kalmamış olan bir meclis, Cumhuriyeti temsil edemez. Ve orada oturanlara da milletvekili denemez.

Bir yığın beceriksiz adamın her gün televizyonlarda kavga ettiği bir ülkede, her sabah hiçbir şeyin düzelmediği hatta daha kötüye gittiği kabusuyla uyanıyoruz. Türk Lirasının değeri ve alım gücü düşüyor, her şeye her ay zam geliyor. İnsanlar faturalarını dahi ödeyemiyorlar. Buna mukabil, her ay yeni bir uluslararası gerginlik ve neticesinde hayal kırıklığı yaşanıyor.

Fazla çene yormaya gerek yok. “Geldim, gördüm, yendim” demek için biraz tarih okumak lazımdır.