Çağımızın gereksinimleri ile oluşan açlık ve entelektüel sendromu, netleşmemiş duruşlarda zig zag yapmaya meyillidir. Teşhis koymak kimin haddine düşer bilmem ama haddi aşma veya had, işte problem odur. Teşhisini koyamadığımız rahatsızlıklar rastgele neşter vuruşları ile ızdırapları büyütmektedir. Sınırsızlığın getirdiği renkli görsellik namüsait hallerde kapitalin temayüz ettiği algılama biçimi ortaya depolitize bir yığınla dağınık saflar oluşturmaktadır. 
Değerlendirmeleri yaparken kendi insanımıza da fazla haksızlık etmememiz için kısa bir açıklama; “Alafrangayla yeni tanışan bir Türk’e gülmek kolay, ama aynı hadisede bir İngiliz’e yıllarca gülmek gerek.”
Modernleşme sürecinde psikolojik çözülme ve değerler kargaşası öngörülenin aksine, yeniden kabileleşme sürecine yol açmaktadır. Geleneksel köklerinden kopan insanlar, ya eski kabile bağlarını güçlendirerek yada semboller ve gruplar oluşturarak kabile türü davranışlara yönelmeye başlarlar. Gelişimini tamamlayamamış sistemler, örnek teşkil eden yapıların monte edilme süreçleridir. Örnek alınan uygulamalar, tarihsel ilerlemenin yüklediği misyon gereği, kendini koruma refleksini uygulayan topluluğa içine kapanması gerekliliğini sunar. İçine kapanma hali ötekiler ve biz hiyerarşisinde bireye algılama yeteneğini ideolojik taraf olarak verir. Taassup içerisinde kalan yaklaşımlar meydana gelir ve tamamıyla her şeyi kapsadığını iddia eden ideolojik düşünce tarzları ortaya çıkar. Her şeyi kapsadığını iddia eden yönetim şekilleri medeniyeti yok olma sürecine sokar. Şöyle ki, bir medeniyet çeşitlemelere imkân veren rasyonel bir kültür kaynağı olmakla birlikte, kültür eserlerine uyguladığı nihai ölçü onların inanç ve ahlak nizamının vazgeçilmez esasları ile bağdaşmasıdır. Bu suretle inançların yerine yerleştirilmeye çalışılan anlayış kendine has uygulamayı da beraberinde getirir ve ideolojik olarak eşyaya yansır. Böylelikle pozitivist mistisizm ve spekülatif mistisizm gerçeklerin önüne set oluşturur.
Siyasi yelpaze aritmetiğine bakıldığında toplumun bu süreci gerçekleştirmekte olduğunu görüyoruz. Psikolojik değer yargıları istense de – istenmese de kişiye yön vermektedir. Toplum ideolojik oluşumlara, kendine sunuluş biçimleri ve kendi formasyonuyla, onun referansını beyninin bir köşesine yerleştirmektedir. Sahibi olduğu yargıyı muhataplık suali ile yüz yüze kaldığında ilk oluşumuyla ortaya koyması gelişimini takip edemediği sebep – sonuç ilişkilerini irdelemeden cevabını belleğindeki saklı yerinden çıkararak verir.
Toplumun ön yargılı değerlendirme biçimini objektif hale getirebilmek için ortada gezinen aracı kurum niteliğindeki mahalle entelektüellerini saf dışı etmekle mümkün olabilir. Bunu gerçekleştirmek oldukça zor görünüyor. En büyük ve tehlikeli ideolojisiz örgütlenme biçimi; ideolojiyi reddetse bile bir izmle açıklayabileceğimiz obskürantizm, tamamıyla bir birine girmiş karmaşık hal, ufak oligarşik iç kurumlar oluşturmuştur. Modernleşme süreci ile verdiğim sonuç bu yapıları, karşı olduklarını dillendirdikleri düzene karşı aynı şekilde ama mikro boyutunda savunmaya geçmeleridir. Açıklayıcı örnekler;
ÇORUM’UN LÜMPENLERİ
Dünya tarihinde önemli bir yere sahip olan lümpenler, gelişimlerini yaşamalarına sebep sosyal gelişmenin teknolojik yansımalarıyla, ormanların hızla tükenmesinden şehre çapraz duruş vaziyetinde biatlerini bildirirler. Tabi bu hal onlar için isyanla ilişkilendirilir.
Aslında mitolojik çağdan beri var olan lümpenler sosyal veya sınıfsal olarak ayrılan insan topluluklarının ideolojik örgütlenme biçiminde yerlerini bulamamışlardır. Çünkü kendileri tamamıyla çok farklı bir sınıf teşkil etmektedirler. Onlara göre bütün ezilen sınıfların alt tabakalarını oluşturmaktadırlar. Aslında sözlük karşılığı olarak; daha doğrusu bu sözcüğü soyolojik olarak bizlere kazandıran Karl Marks’a göre “toplumsal sınıf bilinci olmayan Lümpenler, tüketim alışkanlıklarının esir aldığı; tüketme dışında, başkasının üretimini mirasyedi misali tüketen; mevcudiyetlerinin hiçbir anlamı olmayan, iradelerinin üzerine yatarak münzevileşmeyi tercih eden; hiçbir duruşu, tavrı, projesi olmayan insanlardan oluşmaktadır.” Bu en alt zeminde kalan çoğu zaman oportünist söylemlerle hedef tayininde parayı işaret eden, devamlı çelişkiler yumağında olduğundan suyun aktığı kap misali kabın şeklini alan sosyal yaşantıda hiçbir zaman arzularını veya isteklerini kazanmak üzerine değil bulmak üzerine yapan bu yeni sınıf az gelişmişliğin patolojik yansımalarını Çorum üzerine düşürmekten geri kalmamıştır. Bu tespitte bulunduğumuz zümre hiçbir zaman ne ideolojik ne sınıfsal nede sivil örgütlenme alanında kendini gösterememiştir. Ancak marjinal bir çıkıntı olmak üzere cadde ve sokakları tutmuş vaziyettedirler. Üniversite öğrencisinden, iş adamına kadar her kesimin kendine göre alt tabakasını oluştururlar.
Yaşamakta olduğumuz Çorum’un sosyal işlerlik yönünden tahlilini yaparsak sanıyorum ortaya daha çarpıcı sonuçlar çıkacaktır. Cadde ve sokaklarda sürekli gezinme halinde olup özellikle Kafeteryaların olduğu bölgeleri arşınlamayı oldukça severler.  Lümpenler kendilerini gösterebildikleri sunabildikleri yer olarak kafeteryaları benimsemişlerdir. Sanal ortamların bütün cezbedici yönlerini yaşantılarına adapte etmişlerdir böylelikle ikili ilişkilerinde, duygusal yönlerinde bu formatta hareket ederler. Amaç ve emellerine ulaşmak için arka fondan gelen her müziğe ritim tutmaya çalışırlar. Kendilerinde bir karizma olduğunu sanırlar, ha bir de yardımcıları vardır, bunlar kiriminal tiplerdir. Kriminal kişilikler genellikle kendilerinin fiziksel üstünlüklerini ön plana çıkarabilecek halleri sergilemeyi tercih ederler. Lümpenler, kriminal tipler olmadan ilerleyiş sağlamazlar. Kısacası lümpenler, gelişimini tamamlayamamış, kültürel muallâk yaşayan ara süreçlerin meydana getirdiği şehre çapraz duran insanlardır.