Bu aralar kendimi yarı felç hissediyorum. Kısa zaman önce hep geriye itip konuşmadığım bir gerçek sırtıma ağır bir darbe indirdi. Özlem... Herkes gibi bende korkuyorum. Çünkü hiç geçmeyecek ve yıllarca geriye ittiğin bir duygu bi an da kendiliğinden ortaya çıktıgında şaşırıyor insan.
Hırsına ve gururuna yenilip hayatına devam ettiğinde içindeki bazı duyguları duymadığına kendini inandırıyorsun. Bir nevi sinir hücrelerinle savaşa girmek bu. Yöneldiğin insanlar ve ilgilendiğin alanları değiştiriyorsun. Ve inatla tam tersi yönde ilerliyorsun.
Kaybettik sandığımız herşey aslında biraz fazla derine, kendi ellerimizle açtığımız mezarımıza gömdüklerimiz. İşin kötü yanı bir an da hortlamaları. Hiç ölmedikleri halde bizim onları gömmemizin acısını çıkartmak için mezarlarından çıkan duygular onlar. Kaçamazsınız. Hatta belki kendiniz teslim olursunuz onlara. İnsanoğlu hiç bir zaman sinir hücrelerine hükmedemedi. Hissettiklerimizi yoksaydığımızda güçlü değil güçsüz oluyoruz. Acizliğimize bakıp gülen sol yanın meleklerini görüyor musunuz?
Yıllar sonra bir ismin hayatımı nasıl etkilediğini anladığımda çoktan yöneldiğim ters yolu yarılamıştım. Üç haftada acizliğimi kabul ettim. Sinir hücrelerimdeki tüm duyuları saldım. Seçim yapma şansım kalmadı. Ama ilerlediğim ters yolda da duramadım. Nasıl bir hayatımız olacağına biz karar veriyoruz deriz ya, o koca bir yalan. Ona bizim duygularımız karar veriyor.
Ömrüm... Hayatta sahip olamayacağımız çok şey var. Yılmayan bir de inadımız. Bomboş sokaklardaki yankılanmasını beklediğimiz bir kişinin sesi için daha yeni temelini attığın hayatından vazgeçebilir, girdiğin yoldan koşarak geri dönebilirsin. Duygularımız; aciziyetimiz...
Ömrüm... Birileri sana sırtını dönerken ben sarılmak için yanıyorum.
Ömrüm; ben sadece seni yaşamak istiyorum...