1402 Ankara savaşının Türk tarihindeki yerini, özeliklle özel Batı Türkleri yani bizlerin açısından tam bir dönüm noktası olduğunu hepimiz biliriz. Esenboğa havaalanı diye bildiğim mekânın aslında Emir Timur’un  komutanı olan İsenboğa’nın ordusunu konuşlandırdığı mekan olmasını ister ironi; isterseniz Türk tarihinin bütün kırılma noktalarına rağmen sürekliliğinin izi olarak görün, her uçağa binip indiğimde aklıma bu gelir benim.

Acaba “Yıldırım Bayezid, Niğbolu zaferinin verdiği aşırı kendine güvenle Memlüklerin yönetiminde olan Suriye sınıra dayanmasaydı, Emir Timur’un Anadolu’ya yönelik projelerinde en güçlü müttefikini kaybetmeseydi, tarihin gidişatı nasıl olurdu?” sorusunu düşünürüm. Bu zaferin/bozgunun kazananı kim, kaybedeni uzun vadede kimler oldu derim hep.

·        Savaşı Kazananın da, Kaybedip Yeniden Birliği Sağlayanın da Müceddid Olması

Timur, Ankara savasıyla Anadolu birliğini sağlayan Osmanlı Devletinin darmadağın edip, beylikler dönemini yeniden kurdu. Yıldırım Bayezid’in hükümdar olma şansı hiç bulunmayan en küçük oğullarından Çelebi Mehmed’in  fetret dönemi dediğimiz kardeşler arası iktidar savaşını kazanarak Osmanlı’nın ikinci kuruluşunu sağladığı da malumdur.

Bu nedenle olsa gerek  Cürcani (v.816/1413)tarafından Timur; onun yendiği Yıldırım Bayezid’in oğlu Mehmed ise  Lütfi Paşa (v.970/1563)  tarafından (siyasi) müceddid olarak gösterilir. Nasıl oluyor denilirse fikirlerle-hadiselerin irtibatı bağlamında okuduğumuzda Cürcani, Timur’a müceddid der. Çünkü onun “bütün alemde şeriate revaç verme” vasfına ilaveten “Seyyidleri ve alimleri yüceltip hürmet etmesine”, Hz. Peygamberin zürriyetinin izni ile mülkünde tasarrufta bulunduğunu düşünür.  

Olaya Anadolu’dan bakınca, Emir Timur “bir taraftan bütün Sünnî İslam aleminin koruyucusu ve hakimi olmak, diğer taraftan Türk-Moğol kağanlık geleneğini canlandırmak emelini gerçekleştirmek için kendisine karşı koyan Batıda iki büyük Türk devletini, Altın Orda ve Osmanlı’yı ezmesi genel Türk Tarihi ve özelde Anadolu Türk tarihi açısından yıkıcı dönüm noktalarından birisidir. Anadolu'nun parçalanmış halde kalması bunun neticesidir.  Anadolu’da Beylikler dönemi yeniden canlanmış, Osmanlı’nın kardeş kavgaları ve fetret döneminden sonra toparlanması yarım asır almış, Kostanipolis’in Türkopolis olma süreci gecikmiştir. 

Yine Anadolu’dan baktığımızda Bayezid'in hükümdarlık süresi (1389- 1402), Sünnî İslam’ın ve klasik İslam kültürünün merkezileştirme politikasının yardımıyla gittikçe güçlendiği bir dönem olduğu iddiası vardır. Ancak, 1402 Ankara bozgunu, toplumsal ve politik bir kargaşa ve tepki çağı başlatmıştır. O kadar ki Osmanlı devletinin en çok geliştiği bir zamanda yaşanan bu bozgunla, devlet dağılmak ve ortadan büsbütün kalkmak tehlikesine uğradı. İstanbul alma hedefi önemli sekteye uğradı. Tekrar eski konuma geçmesi ancak elli yılda oldu. İşte bu aksamayı giderip, toplumsal, siyasal ve dini (Bedreddin ve Musa Çelebi) karmaşaya son verip dinin nizam bulduğu kişi Çelebi Mehmed’dir denilir ve müceddid olarak görülür.

·        Fetret Dönemi ve “Tavâif-i mülûk” Ortak Bileşeni: Türklük

Bu fetret dönemi dediğimiz süreçte Osmanlı-Venedik, Osmanlı-Memlûklu, Osmanlı-Safevi/İran ilişkileri, Osmanlı-Akkoyonlu, Osmanlı-Karakoyunlu ve Timur tarafından yeniden canlandırılan Beylikler ile olan siyasi-ticari münasebetleri de hatırda tutmak gerek.

“Tavâif-i mülûk”denilen bu beylikler, XV. yüzyılın ilk çeyreğine kadar siyasî varlıklarını ve etkilerini sürdürdüklerini biliyoruz. Bu tavâif-i mülûk dünyası, ayrı siyasi teşekküller olsa da anlayış, kültürel alt yapı, insan unsurları bakımından aynı dünyanın temsilcileri yani taban itibarıyla aynı inanış ve değerler manzumesinin hakim olduğu bir manevi birlik özelliği gösterdikleri düşünülür.

Bununla birlikte siyasal konumlandırmalar ve Beylerin aralarındaki mücadelelere bakınca birbirlerini nasıl gördükleri önemlidir. Örneğin Kadı Burhaneddin’in tarih yazıcısı Esterâbâdî, Osmanlılar”m Orta Anadolu'ya yönelik tehdit ve seferlerinden bahsederken, I. Murad'dan "ilm ve irfandan, incelikten nasibi olmayan ve basit bir Moğol olan Osmanoğlu" ifadesini kullanır. Bu basit gibi görünen cümle, genel olarak uç bölgesindeki beylikler ile eski Selçuklu ana bölgesindeki merkezler arasındaki sosyal görüş farklılıklarının önemli bir ifadesidir. Bu kısa bilgilenmeden sonra yazının başlığına gelebiliriz:

·        “İlk Türk Romantizmi Edebi Hareketini Başlatan ve Milli Şiir Örneği Yazan Padişah”

 Olmalıydı bu yazının başlığı aslında. Ama Emir Timur’un dolaylı olsa da Osmanlı’da Türklük bilincinin uyanmasına ve Oğuz Kaan’a dair söylemlerin oluşmasının II Murat ile başlamasının gerekçesi ne olabilir diye düşünerek, yukarıdaki başlığı vermeyi uygun gördüm.

Soru-yorum: Edebi alanda oldukça nitelikli eserler veren Sultan Murad’ın Türklüğe ve Oğuz Kağan vurgusunda babası “Çelebi Mehmed’in yaşadığı siyasi, dini, iktisadi ortam ve Anadolu’da birliği yeniden sağlama çabasının etkisi ve aldığı eğitim sonucu olabilir mi?” sorusu üzerine düşündüm. Çünkü “İkinci Murat küçüklüğünden itibaren münevver hayatın dahi tamamen Türk olduğu bir muhitte büyümüştür. «İlk Türk Romantizmi» diyebileceğimiz bir edebî hareket, onun saltanatı zamanında kendini göstermektedir. Oğuz destanından bu devirde hoşlanmağa başlandı. Osmanlı Devleti, millî şiirin ocağı haline geldi. Elimizde Türkçe şiirleri olan ilk Osmanlı padişahı İkinci Murad’dır” tespiti bu açıdan önemli.

II Murad, babasının da katıldığı Ankara bozgunu sıralarında Amasya’da doğmuş, bir süre burada yaşamış, çünkü babası burada görevliydi. Ardından Bursa’ya gitmiş, iyi bir eğitim almış, daha sonra tekrar Danişmentli bölgesi olan Amasya’ya vali olarak gönderilmiş.  Peki bu bölge yani bu satırların yazarının doğup büyüdüğü ve yaşadığı yerler niçin Türk tarihinde önemli, diyecek olursanız Danişment Beyliği akla gelir hemen.

·        Danişment: Danışman/bilge

Bu çerçevede “XI inci asırdaki Türk istilâsında, bütün Küçük Asya'­ da İlk defa Amasya vilâyetinde Dânişmend Gâzi isminde bir Türk gazi devletinin kurulmuş olduğunu, Anadolu'da açılan ilk medresenin onlar  tarafından Tokat Niksar'da açılan Yağbasan Medresesi olduğunu hatırlayalım.  Ünlü Osmanlı tarihçisi P. Wittek burayı önemser çünkü Çelebi Mehmed, oğlu II Murad’ı, o da oğlu (Çelebi Mehmed torunu) II Mehmed yani Fatih Sultan Mehmed’in millî şuur ve an'anede kuvvet kazanma yeri olarak görür. 

II. Murad’ın babasının ölümünü Amasya’dan İstanbul’a gelene kadar saklayan bürokratların daha önce yaşadıkları kargaşanın tekrarlanmasını önemli oranda engellemesi önemlidir. Buna rağmen 3 yıl kadar bir kargaşa oluştu. Sultan’ın gerek aile içi gerekse diğer beyliklerle mücadele edip birliği sağlama çabalarında bizim vurgulamak istediğimiz nokta Sultan Murad’ın Anadolu birliğini yeniden sağlamaya çalışan babasının yaptıklarının teorik boyutunu temin etme çabasıdır. Soyunun Kayı boyuna mensubiyetini göstermek için, sikkelerine, Kayı boyuna ait iki ok ve bir yaydan müteşekkil damgayı koydurması bağlamında düşünülebilir. Tabii bu dönemde Emir Timur’un oğlu Şahruh’un bilim sanat ve edebiyatta katkıları, oğlu Uluğ Beyin bilge yönetici olarak yaptıkları ve Türkçe sikke bastırması, bu açıdan “Türk Milliyetçisi” olarak zikredilmesi durumu da var.

Dede Korkut kitabında Boğaç hikâyesi şeklinde yer alan Oğuz efsanesi, İslâmî devirdeki Şah İsmail hikâyesine dönüştürüldüğünü söylersek, o zamanlar birbirleriyle mücadele eden Türk devletlerinin Oğuz Kaan destekli teorik temellendirme peşinde oldukları da söylenebilir. Şah İsmail’in devlet geleneğini de İlhanlı, Akkoyunlu birikiminin yanı sıra kadim İran/Sasani devlet birikiminden oluşturması onu biraz daha güçlü kılmış gibi. Gerçi Selçuklu devletinin de Nizamülmülk üzerinden bu geleneği devşirdiğini düşünürsek, bölgedeki siyasi yapıların arka planları biraz daha anlaşılır hale geliyor.

Emir Timur ve Sultan II Murad’ın Dini Gruplara Bakışı

Dönemin eko-politik şartlarında dinin konumu bakacak olursak, “Emir Timur’un, Hocaların ve şeyhlerin halk üzerindeki mânevî nüfuzlarından faydalanmak maksadıyla hayatı boyunca İslâmî bir siyaset takip edip, onlara çok hürmet gösterdiği; ama iktidarı döneminde belli bir tarikatı ve/ya şeyhi açıkça yücelttiği, devlet işlerine müdahil olmasına izin vermediğini görüyoruz. Oğulları ve Mirza Ebu Said döneminde Nakşiliğin konumundan bahsetmek bu yazının sınırlarını aşar.

Benzer durum Osmanlı Devletinde de görülür. Bayramîliğin bir halk tarikatı olmasına karşılık, Mevlevîlik XV. yüzyıldan itibaren şehirlerde üst düzey yöneticiler ve seçkinler arasında tutunasının temelinde II. Murad, Edirne’de büyük bir Mevlevî tekkesi kurması yatabilir.

Döneminde Bayrami tarikatının kuruluşu ve kadim İran dinlerinin kalıntılarının yanında Hristiyanlık, Kabalizm ve Neoplatonizm’e ait tasavvurlara mistik bir karakter vererek birleştiren Hurufilik akımının Osmanlı İmparatorluğu'na sıçradığını düşünürsek, Sultan II Murad’ın huzursuz olduğu görülür. Nitekim 1402 sonrası kargaşa ve tepki döneminin bir dinî-mistik-sosyal ürünü  bağlamında oldukça etkin faaliyette olan Bayramilik tarikatına intisap edenler zamanında o kadar çoğalmıştı ki, II. Murad bu durumdan tedirgin olmuştu. 

Nasıl olmasın ki? Babası döneminde Şeyh Bedreddin isyanı (1416), Börklüce Mustafa'nın İzmir ve Saruhan tarafında çıkardığı ayaklanmaların bastırılmasında görev almıştı. Dini-siyasi-iktisadi kargaşaları yakından biliyordu. Bu tecrübeyle Hacı Bayram Veli ile görüşür. Takibatı kaldırması rasyonel hareket ettiğinin ve bu yapının diğerleri gibi olmadığına ikna olduğunun ya da  Emir Timur gibi din adamlarına hürmet ama siyaseten müdahaleye müsaade etmemesi  diye de okunabilir.

Bununla birlikte halk tarikatı diye görülen Bayrami-Melamiliğin devletin sıkı denetimine rağmen onuncu/on altıncı yüzyılda belirli sayıda yeni  müntesip bulduğu, onbirinci/onyedinci yüzyıldan başlayarak 18. Yüzyıla kadar özellikle bürokratlar arasında etkileri olduğu düşünülürse devlet-ulema ve tarikatlar ilişkisi üzerinde yeniden yeniden yeniden (üç kez yazmak önemli) düşünülmelidir.

Sonuç olarak “İlk Türk Romantizmi” denilen edebi hareketin başlatıcısı olmak, Türkçe şiirleri yazmak, Kayı boyunu Oğuz Kağana dayandırmak yeterli olmuyor, çünkü diğer Türk devletleri liderleri de aynı geleneğe yaslanarak mücadele ediyor. Din mi, daha doğrusu Emir Timur ve oğullarının, Osmanlı’nın, Memlüklü’nün Türklük vurgusu, Sünni İslam’ın temsilcileri olduklarını iddia etmeleri  ile Safevi Devleti lideri Şah İsmail’in Türlük vurgusu, Türkçe şiirler yazması ve Şii İslam’ın temsilcisi olması, her birinin kendi bölgelerinde “müceddid” olarak görülmesi durumu izah ediyor zaten.

(Kaynakça: Halil İnalcık. Türklük Müslümanlık ve Osmanlı Mirası, (İstanbul: Kırmızı Yayınları, 3. Basım, 2016); Paul Wittek, “Ankara Bozgunundan İstanbul'un Fethine Kadar (Osmanlı Tarîhînden Yarım Asır)”, çev. Mualla Süerdem, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu. Çeviren Güzin Yalter, (İstanbul: Türkiye Yayınevi 1971), Feridun M.Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası (İstanbul: Kitapevi, 5.Basım 2010)