Efendim bir rivayettir ki, Kanuni Sultan Süleyman ülkenin durumunun çok iyi olduğu, hazinenin altınla dolu olduğu, insanların refah ve mutluluk içinde yaşadığı bir zamanda, bilgisine itibar ettiği, değer verdiği, tavsiyelerine uyduğu bir zata uzun bir mektup yazar. Mektubunda özetle, hazinenin altınla dolu olduğundan, ülkenin hiçbir sıkıntısının olmadığından, insanların rahat olduğundan bahisle, bu ülkeyi ne yıkar der.Padişahın değer verdiği o önemli zat, ’’NEME LAZIM HÜNKARIM !’’ diye sadece bir cümle cevap yazar. Bu cevaba padişah bir anlam veremez, üzülür. Ben kaç sayfa mektup yazdım, aldığım cevap ise sadece bir cümle der ve kalkar o tavsiyelerine değer verdiği zatın ziyaretine gider. Sebeb-i ziyaretini anlatır. O bilge zatta, “Padişahım, siz ülkenin durumu hakkında uzun bir mektup yazmışsınız ve bana da böyle bir ülkeyi ne batırır diye sual sormuşsunuz. Bende sizin o kıymetli vaktinizi almak istemedim. Özetle, böyle bir ülkeyi ancak NEMELAZIMCILIK batırır’’ demek istedim diye cevap verir. Bu özlü cevap karşınında padişah dersini bilge zattan almıştır.
         Bu bağlamda ben; sadece Milli Eğitim Müdürlüğünden sorumlu olsam da, sivil savunma personelinin bulunmadığı başka kurumları veya alış veriş yaptığım bir esnafta sivil savunma tedbirlerinde gördüğüm eksiklikler veya yanlış uygulamaları nezaket çerçevesinde uyarmaya, bilgilendirmeye, ilgilendirmeye çalışıyorum ki olumsuzluk yaşanmasın. Vicdanen sorumlu olmayayım. Çünkü bilgi paylaşıldıkça faydalıdır.Ayrıca, çevrede, basında gördüğüm önemli olayları veya seminerlerde başından geçen dinleyicilerin anlattığı basit görülen fakat neticesini ağır ödendiği olayları sıcağı sıcağına ajandama not etmeye çalışırım ki, hem bana ders olsun, hem de bir sivil savunmacı olarak verdiğim konferanslarda, seminerlerde veya birebir sohbetlerde dikkat çekici malzeme olarak kullanayım. Önyargılı itirazlara yaşanmış örneklerle cevap vereyim.
 
        Genelde alış veriş merkezlerinin olduğu caddelerdeki kaldırımlarda insanlar, bir şey almasa da vitrinlere bakarak veya kafasına takılan bir şeyler varsa onun hesabını iç dünyasında yaparak dalgın bir halde yürürler. Geçen sene Ankara’da çocuklarla Samanpazarı semtinde kaldırımda yürürken “Oğlum baba dikkat et, düşeceksin’’ diye bağırdı. Birden durdum.Önümde kaldırımın tam ortasında muhtemelen bir kurumun yapacağı çalışma için açılmış demir kapak. Güvenlik tedbiri olarak sadece bir boş kova konmuş yarım metre önüne. Evet yanlış okumadınız sadece bir kova. Derinlikte en az bir - iki metre. Orası işlek bir cadde.’’ Güvenliğiniz için, küçük küçük masraf yapmaktan (önlem almaktan) çekinmeyiniz. Zira büyük büyük gemileri küçük küçük delikler batırır” diye boşa söylememişler. Çocuğu geçiyor, yaşlısı geçiyor, özürlüsü geçiyor.Çocuk uyarmazsa muhtemelen kendimi çukurun içinde bulacaktım.Bir başkası zarar görür kaygısıyla hemen en yakın esnafa koştum, durumu anlattım. Ben kıl payı kurtardım ama, bir çocuk, bir özürlü veya dalgın yürüyen bir vatandaş zarar görebilir geçici bir güvenlik önlemi alabilir misiniz dedim. Dükkan sahibi veya orada çalışan personel, sen görevli misin dedi. Hayır, Çorum’da sivil savunmacıyım dedim. Hiç istifini bozmadan “Boş ver bırak düşsün, sen düşmemişsin ya (!)’’ dedi. Bu cevap karşısında demek ki haberlerde üzülerek izlediğimiz kuyuya düşen çocuklar, özürlüler, yaşlılar bu vurdumduymazlık yüzünden düşüyor demekten kendimi alamadım.
 
         Yıllar önce kaldığım bir apartmanın merdiven otomatik lambaları elli saniye açık kalması gerekirken, otuz saniyede söndüğü için, biri zarar görebilir diye yöneticiyi birkaç defa uyarmıştım. Sakınan göze çöp batar hesabı, eve misafir gelen bir yakınım lambaların erken sönmesi sonucu merdivenlerden inerken boşa bastı ve ayağını kırdı.Hem maddi hem manevi epey sıkıntısını çekti. Lambalarda o gece elli saniyeye ayarlandı.
    Bu manada ufak tefek tabir edilen ihmalkarlık nedeniyle yaşanan acı olaylardan öncelikle yetkililerin gerekli dersi çıkarması lazım. Çünkü olumsuzluk halinde hem hukuki hem de vicdani sorumlulukları yani anaların, babaların ahı, gözyaşı vardır. Ancak şunu da ifade etmek lazımdır ki, hukuki sorumluluğu olmayan sade vatandaşlarında, en az hukuki sorumluluğu olanlar kadar duyarlı olması lazım. Mal veya can kaybında belki vicdanı sorumluluğumuz olabilir. İletişim araçlarının çoğaldığı günümüzde, herkeste cep telefonu var veya her kurumun bir Internet sayfası var. O sayfada görüş, öneri, şikayet bölümleri mevcut. Bu nedenle; gördüğümüz tehlike yaratabilecek bir olumsuzluğu telefon, mail vb. yollarla derhal sorumlulara ulaştırarak vatandaşlık görevimizi yapmalıyız. Vatandaş olarak her zaman olumsuzluk görmeyiz. Bazen de şunu şöyle yapmaları ne güzel oldu diye mırıldandığımız veya bir sohbette paylaştığımız bir husus içinde iki satır teşekkür mesajı gönderebilmeliyiz. Çünkü, “En ucuz hediye aferindir veya marifet iltifata tabidir’’ sözünden hareketle, güzel gördüğümüz uygulamalar içinde bir teşekkür mesajını esirgememeliyiz ki, görevliler vatandaşın memnuniyetini gördükleri için yeni arayışlar içerisine girsin veya emek veren insanların yorgunlukları bir nebze dinsin.
   Netice olarak; bırak kalsın (Let it be ! ) boş ver, sen mi kurtaracaksın, ne haliniz varsa görün, başkaları yapsın, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mı… diyelim ? Yoksa,’’ Neme lazım diyen, neye lazım olur’’ sözünden yola çıkarak ileride can ve mal kaybı olmaması, insanların zarar görmemesi için, nezaket kurallarına uygun olarak öneri, istek, şikayet ve teşekkürlerimizi ilgililere iletelim mi ? Ne dersiniz !…..