1975 yılı olsa gerek. Yaz tatillerinde çarşıda berber olan rahmetli babama çıraklık yapıyorum. Dükkânda benden büyük çıraklar olunca da ustanın oğlu olmanın kredisini kullanarak arada bir kaytarıyor ve geziniyorum. En sevdiğim mekân şimdiki belediye binasının yerinde bulunan belediye parkı. Parkın ortasında kocaman bir havuz var. Havuzun suyu oldukça az olup balıkçılar yakaladıkları balıkların küçüklerini bırakıyorlar. Yaramazlık bu ya bende dükkândan kaçtığım zamanlarda soluğu doğru bu parkta alıyorum. Havuzun kenarına karnımın üzerine yatarak balık yakalayacak ve evde cam kavanozda besleyeceğim.
Mahallenin çocukları hep uzun pantolon giyiyorlar. Ancak annem ısrarla bana kısa şort giydiriyor ve ben bu durumdan oldukça rahatsız oluyorum. Bu yüzden belediye parkındaki balık operasyonlarında kısa kollu tişört ve kısa şort yüzünden kollarım ve bacaklarıma hep taş battığını hatırlarım.
Hiç unutmam çarşı esnaflarından merhum Ömer Çörekçi “Baban bir adamı traş ederken kulağını kesmiş ve polisler karakola götürmüşler” diyerek beni kandırırdı. Bende her defasında inanır ve soluğu doğru dükkânda alırdım. Babama sarılır ve ağlardım. Sonradan öğrendim ki bu operasyonlar beni dükkâna gönderme operasyonuymuş.
Yine bir gün dükkândan kaçtım. Soluğu doğru havuzun başında aldım. Karnımın üzerine yatarak balıkla mücadele etmeye başladım derken çevreden sesler gelmeye başladı. Hemen ayağa kalktım ve üzerimi silkeledim. Biraz önce ıssız olan park birden kalabalıklaşmış ve insanlar saf tutmaya başlamıştı.
Gelenlerin konuşmalarını çözmeye çalıştım. Bir kaç kişi bakan bey gelmek üzere derken diğerleri NATO yolu geçecek diyordu. Çorum’dan geldiği söylenen orta yaşlı adam gurubu sürekli yönlendiriyor ve kalabalığı yönetmeye çalışıyordu. Beklenen an geldi. Bir adam yüksek sesle “Sayın bakanım Çorum toprağı olan Osmancık’a hoş geldiniz” dedi. Bu iltifata tebessüm eden bakan bey saf tutmuş olan kalabalığa yönelerek tokalaşmaya başladı. Bende saf arasında yerimi almak istedim. Tam o sırada iri yarı bir adamın beni itekleyerek saf dışı bırakmak istediğini gören bakan bey adama çıkışarak “Yavaş çocuğu ezeceksin be adam” dedikten sonra tokalaşmayı yarıda bıraktı ve yanıma geldi. Bakanın ilgisi sonucunda kalabalık geriye doğru çekilince bende kendimi bakanın yanında buldum.
Sayın bakan “Adın nedir senin küçük?” dediğinde hazırola geçerek “Adım Sakin’dir efendim” dedim.
-Peki, ben ne iş yapıyorum biliyor musun?
Biraz önce kulak misafiri olduğum bilgileri karıştırarak
-Yol bakanısınız dedim.
Gülüşmeler ve alkışlar arasında,
-Türk NATO yollarının bakanı.
-Sen akıllı bir çocuksun, bakanı biliyorsun ancak yol bakanı olmaz ben Bayındırlık ve İskân bakanı Nurettin Ok, tanıştığımıza memnun oldum dedi ve beni kucakladı.
Havuzun kenarına tahtadan yapılmış bir sandık getirdiler. Bakan bey sandığın üzerine çıktı ve konuşmaya başladı. “Muhterem Osmancıklılar bende sizden biriyim. Aslında size çok yakınım. Çankırılıyım. Yol olmadığı için uzak gibi duruyoruz öyle değil mi? Bakınız buradan yol geçecek. İstanbul’dan İran’a, Karadeniz’den Rusya’ya kadar gidecek. Hayırlı olsun”
Havuz ortada kalmıştı. Bir yandan bakanı dinlesem de gözüm havuzun içerisindeki balığı hep aradı. Bir ara kalabalık arasında babamı gördüm. Dükkândan kaçmanın ürkekliği ile yanına yaklaştım. Tam babacığım diyerek kıvırmaya başlayacaktım ki; bakan ile diyalogumdan oldukça mutlu olan babam başımı okşadı.
Bakan konuşurken etrafında dönüp, resim çeken ve kâğıtlara yazı yazan adamlar dikkatimi çekti. Bir kaçının yakasında Tercüman ve diğerlerinde ise Hürriyet yazıyordu. Ulusal gazetecileri ilk defa bakan beyin Osmancık ziyaretinde görmüştüm.
O günden sonra çok gazete okumaya başladım. O yıllarda en çok satan gazete Tercüman’dı. Tercüman gazetesi beş yüz binin üzerinde satıyordu. Bu Türkiye’deki toplam tirajın yarısı demekti. Merhum Ahmet Kabaklı merhum Ergün Göze, Rauf Tamer, Nazlı Ilıcak ve Yavuz Donat Tercüman’ın ağır toplarındandı. Bizde dükkana Tercüman gazetesi alıyorduk. İlerleyen yıllarda bu isimleri okuyup takip ettim. 1979 yılında da Osmancık lisesinde edebiyat hocam Mahmut Karademir’in teşvikleriyle okul gazetesi çıkardım. Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesinde şimdi Yeni Şafak gazetesinde yazar olan arkadaşımız Mehmet Şeker ve sevgili Atilla Bircan ile “Erguvan Dergisi”ni çıkardık. 1995 yılından itibaren öğretmen arkadaşlarımızla birlikte “Osmancık’ta Mesleki Eğitim Dergisi”ni 13 sayı çıkardık. 1999 yılında şiir kitabım “Yağmurlara Sözüm Var” yayımlandı. Hülasası 1975 yılından bu yana yazıyorum. Yazma işine elli yaşından sonra falan da başlamadım. Kullandığım kalemimi kimse elime vermedi. Allah vergisi olarak bu tutkuyu kültüre dönüştürüyor ve toplumla paylaşıyorum. Bilakis pek çok gazeteciye yazılarım, röportajlarım, analiz ve yorumlarımla destek verdim. İki kelimeyi bir araya getirip cümle kuramayanlara habercilik ruhunun ilk aşısını yaptım. Şu bir gerçektir ki arşivler asla yalan söylemez.
Sonunda bakan beyin konuşması bitti ve kalabalık dağıldı. Osmancık’ta halka hitap eden kişi dönemin Bayındırlık ve İskân Bakanı Nurettin Ok’tu. Karayolları Osmancık’ı mesken tuttu. Dev iş makineleri 2 yıl boyunca hafriyat çektiler. Osmancık o yıllarda asfalt ile tanıştı. Söz konusu yıllarda Osmancık’ın nüfusu 8-9 bin civarındaydı. Yol 1980 yılında açıldı. Irak yerler yakın oldu. Yol medeniyettir ilkesi ile Osmancık’ın makûs talihi değişti. Göç veren ilçe olmaktan çıktı. Nüfus dörde katlandı. İş hacmi ile birlikte Osmancık ekonomisi büyüdü. O yıllarda doğan çocuklar yol sayesinde iş ve aş sahibi oldular. Bu gün iş adamı olarak Osmancık ekonomisine yön veriyorlar.
Temmuz ayı içerisinde dönemin Bayındırlık ve İskân Bakanı Nurettin Ok Hakk’ın rahmetine kavuştu. Çorum milletvekili, TBMM idare amiri Salim Uslu Çankırı’daki sade cenaze merasimine katıldı. Merhum Nurettin Ok’un vefatı basında çok fazla ilgi görmedi.
Cumhuriyet tarihi boyunca sözü edilen, ancak 1975 yılında kalkınma planlarında yerini alan,1980 yılında faaliyete geçirilen ve Türkiye’nin en önemli karayollarından olan D-100 karayolunun en önemli teorisyeni dönemin Bayındırlık Bakanı merhum Nurettin Ok’tur.
Ruhu şad ve Mekânı Cennet Olsun.