Kaç kez kuralları çiğnedin? İnsanlara zararın olmaksızın, kaç defa çemberleri kırdın, parçaladın? Anlatacak anıların var mı? Gösterecek fotoğrafların… Hikayen yoksa şayet, pek de yaşamış sayılmazsın. Hiç sıkışmadıysan hayatta, son aylarda yaşadıklarına katlanmak dayanılmaz gelebilir. Aslında değişen bir şey yok, sıradan insanların yaşadığı şaşkınlık var sadece. Onlardan gizlenen binlerce felakete karşın, ilk defa dünyayı harekete geçiren bir salgın hastalık var: Covid-19

Birleşmiş Milletler’e göre dünyada 821 milyon kişi açlık çekiyor. Her 10 saniyede bir çocuk açlıktan ölüyor. Sağ kalanlar da zaten açlık nedeniyle gelişim bozuklukları yaşıyor. Şımarıklık içinde büyütülen çocuklar var diğer yanda; ayağı toprağa basmayan, yedirdikçe obez, şımarttıkça saygısız…

Bu karmaşa içinde sokağa çıkma yasağı çok ağır geldi bazı insanlara. Kitap okuma yok, müzik dinleme yok, yazı yazma yok, bitki yetiştirme yok, hayvan besleme yok. Bilimsel düşünce zaten yok, el becerisi hepten gelişmemiş, tembelliği iş edinmiş. Hayatta kalma mücadelesi vermemiş, parasız da olsa yaşanacağını bilmemiş, kafasında muhakeme yeteneği gelişmemiş.

Çocuğu okula gitmediğinde, sokağa çıkmadığında onu nasıl oyalayacağını, eğiteceğini bilmeyen ebeveynler. Kahveye boş lakırdıya gidip, sonrasında eve mahkum olunca kendine meşgale olarak kadın döven ya da öldüren adamlar. Yeme-içme dışında hiçbir meziyeti olmayan geniş kitleler. Tabi ki sıkıldılar…

Oysa, bambaşka bir dünya var… Yaşamında bir hikayen varsa, olmuşsa ya da olacaksa özgürsündür aslında. Kimse seni tutsak edemez. Hapishanede yıllarca yatan insanlar var. Tutuklu gazeteciler, yazarlar, düşünce suçluları var. Hapiste bile bir şeyler üretiyorlar, kitap yazıyorlar, şiir yazıyorlar. Nazım Hikmet 13 yıl yattı mesela…

Diğer yanda kendi evinde, bilimsel gerekçelerle alınan karantina kararına bile uymakta zorlanan insanlar var. Haklılık gerekçeleri de var elbette. Ancak bilim emrettiğinde, boyunlar kıldan ince olmalıdır.

Türkiye’de iktidarın aldığı önlemlerdeki karmaşa ayrı bir durum. Bilim Kurulu zaman zaman hiçe sayılmıştır. Her hafta sonu sokağa çıkma yasağının neticesinde insanlar doğal olarak kendilerini hafta içi günlerde sokağa atmışlardır. Oysa Mart veya Nisan ayı içerisinde herkes için 15 günlük karantina uygulanıp bu iş bitirilmeliydi. Yasaklar paramparça ve zamana yayılınca, gerek can kaybı gerekse ekonomik kayıplar daha da fazla olmuştur.

Elbette işsiz ve aç olan insanlar bir an önce iş yerlerinin açılmasını istediler. Oysaki Türkiye Cumhuriyeti’nin ihtiyat akçesinin kökünü kurutan hükümet, şayet bunu yapmamış olsaydı, sadece 15 günde vatandaşların ekonomik ihtiyaçları karşılanıp pandemi sürecinin en az zararla atlatılması sağlanabilirdi. Üstelik AKP iktidarı, CHP’li Belediyelerin halka yardım için topladığı paralara bile el koyarak muhalif belediyelerin yardımlarını engelleme yoluna gitti. Buna rağmen CHP’li belediyeler adeta kılı kırk yararak vatandaşların gerek gıda ihtiyaçlarının, gerekse “askıda fatura” gibi uygulamalarla fatura borçlarının ödenmesine vesile olmuşlardır.

18 yaş altı ve özellikle 65 yaş üstüne getirilen sokağa çıkma yasağı artık dayanılmaz hale gelmiştir. 65 yaş üstündeki vatandaşlar sadece evde kalarak bile ciddi sağlık sorunları yaşamakta, pek çok ihtiyaçlarını karşılayamamaktadırlar. Bir an önce herkese sağlanan serbestlikler bu kesime de sağlanmalıdır. Ya tüm toplum karantinaya alınıp bu iş bitirilmeliydi, ya da herkes için serbestliklerin önü açılmalıydı.

Nihayetinde 1 Haziran’dan itibaren iş yerlerinin açılmasıyla beraber, geride can kayıpları ve büyük bir ekonomik enkaz kalmıştır. Akılda kalanlar, “sosyal izolasyon, maske, mesafe, çamaşır suyu, kolonya” olmuştur.

Sıra ekonomik ve sosyal enkazı kaldırmaya gelmiştir.