Genelde İkinci Dünya Savaşı diye bilinen emperyalizmin İkinci Paylaşım Savaşı, 1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya'yı işgaliyle başlamış, ardında elli iki milyon ölü, milyonlarca yaralı, sakat ve moloz yığını haline gelmiş kentler ile acı ve gözyaşı bırakmış ve Mayıs 1945’de son bulmuştur.
İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının başladığı gün, yani 1 Eylül, Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Barış Günü olarak kabul edilmiştir. Ancak SSCB’nin ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hariç,  hiçbir ülke 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü olarak kutlamamıştır. Daha sonra  BM kararı ile Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun açılış günü olan 21 Eylül, “Uluslararası BarışGünü” ilan edilmiştir.
Gelelim savaş ve barış olgularının değerlendirmesine. “Her savaş kötüdür ben barıştan yanayım”  demek sap çiğneyip saman tükürmekten başka bir şey değildir.
Konumuz “savaş” ise neden, niçin, hangi savaş sorularını yanıtlamamız gerekmektedir. Bir zamanlar “Barış Çocukları” diye ülkeleri gezen hipiler vardı. Sloganları de “Savaşma seviş”(!) idi…
Kitlelerin emperyalizmin bitmek bilmeyen paylaşım savaşlarına karşı çıkar gibi görünürken emperyalizme karşı varoluş mücadelesi veren ulusların mücadelelerini de çizip atan bir anlayışın sinsi propagandasıydı yaptıkları. Hani “Ben her türlü teröre karşıyım” diye toplumları psikolojik savaşın teknesinde hamur ederken emperyalizmin terörün asal sebebi olduğunu bilerek veya bilmeyerek gizleyenler gibi.
Evvel emirde çağımızın analizini yapmalıyız. Emperyalizm, çağımızın başat sıfatıdır. Emperyalizm, Birinci ve İkinci Paylaşım Savaşlarıyla kendi aralarında yaptıkları dünyayı bölüşme aşamasından 1945’den sonra öncelikle ABD ezilen ulusları ve ulus devletleri denetimi altında tutmaya çalışmış ve ulus devletleri bölerek küçük çakma devletler inşa dönemine geçmiştir.
Bu sürecin birinci aşaması Soğuk Savaş dönemi olarak tarihe kayıt düşülmüştür. Bu dönemde emperyalizmin baş düşmanı Sovyetler Birliği ve komünizmdir. Bu çatışmada NATO kurulmuş ve Sovyetleri Birliği kendi içinde parçalanmaya çalışılırken Yeşil Kuşak teorisi ile Sovyetler Birliği için kuşatma yapılmaya çalışılmıştır. Yeşil Kuşak, Türkiye-İran-Pakistan yani Sovyetlerin güneyindeki ülkelerle yapılan bir çevirme harekâtıdır.
CENTO (Central Treaty Organization); Merkezi Antlaşma Teşkilatı,  Ortadoğu’da Türkiye, İran, Pakistan ve İngiltere arasında kurulmuş, ABD’nin desteğine dayalı, bunu emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden diye okumalıyız, bir ortak güvenlik ve savunma (!) antlaşmasıdır.
Emperyalizm kendisine karşı muhalefet eden yapılar içine sızarak veya muhalif görünen yapılar inşa ederek toplumların gazını almayı pek sever.
Emperyalizm, özellikle İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra feminizm, çevrecilik, insan hakları vb yapıları denetimi altında tutmak için büyük paralar harcamış ve harcamaktadır. Böylece insanlar muhalefet ettiklerini sanırlarken sistemin çizdiği sınırlar içinde “cici muhalif” olmaktadırlar. Yani eğer muhalefet gerekiyorsa onu da emperyalizm bizzat kendisi planlamakta ve hatta finanse etmektedir.
İpleri emperyalizmin elinde kukla muhalifler kurulan çeşitli merkezlerde eğitilmekte, ceplerine para konarak “aktivist” kisvesiyle meydanlara çıkarılmaktadır. Tunus ve Mısır’da yaşanan eylemlerde emperyalizmi hedef alan tek bir ifade görülmüş müdür? Hayır… ABD, kocamış diktatörlerini alaşağı ederek kendisine hizmet edecek çıtır  hükümetler sahneye çıkarmıştır. Bu tertibi kabullenmeyen Libya yeni bir Haçlı Seferiyle kana bulanmıştır. Şimdi de ABD’nin dayatmalarını kabullenmeyen Suriye hedef alınmaktadır. Uluslararası basına yansıyan haberler Suriye’deki ABD muhibbi “direnişçilerin” dış mihraklar tarafından silahlandırıldığını ifade etmektedir.   
İşte barıştan yana olmak ve/veya savaşa karşı olmak da böyle bir senaryonun bir parçası olarak toplumlara sunulmakta ve ne yazık ki kabul bile görmektedir.
Savaşların sebebi emperyalizmin dünyayı sömürmek için yaptığı saldırılardır. Günümüzde BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile 22 ülkenin sınırlarının emperyalizmin kanlı kalemiyle yeniden çizilmesi söz konusudur. Bu ülkeler arasında devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyeti de vardır. Yıllar önce piyasaya sürülen haritaların hayata geçirilmesi için birileri kolları sıvamış var gücüyle çalışmaktadır.
Afganistan ve Irak’ta batağa saplanan ABD çökmüş ekonomisiyle yeni savaşı finanse edemeyecek kadar dara düşmüştür. Ancak Eşbaşkanlar eliyle Türkiye-Suriye savaşı tezgâhlanmaya çalışılırken, İran da aradan çıkarılmaya çalışılmaktadır. Özet, eğer Suriye düşer ve parçalanırsa İran da iyice yalnızlaşacaktır. Türkiye ise ne yazık ki kendi kafasına kurşun sıkan bir Rus ruletçisinin trajedisini yaşayacaktır.
En vahimi Türk ordusu emperyalizmin emrinde savaşan bir lejyon ordusuna dönüştürülmek istenmektedir. Daha vahim olarak da Mustafa Kemal'in Türk milleti ile birlikte kanla, irfanla ve devrimle kurduğu Cumhuriyet, kurucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri kullanılarak yıkılmak istenmektedir. 
Burada sözü Mustafa Kemal Paşa’ya bırakmalıyız. “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ordusu, istilalar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir. İnsanca ve müstakil yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin, aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi ve sadık öz evlatlarından mürekkep muhterem ve kuvvetli bir heyettir.”
Savaşa karşı mısınız efendiler? Türkiye ile Suriye’yi kapıştırmaya Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmaya çalışan bu tertibe karşı el ele omuz omuza direnelim… Çağımızda barış emperyalizme karşı ulusların dayanışmasıyla kazanılacaktır. Barışa giden yol emperyalizmi ve onun her türlü işbirlikçisini tarihin çöplüğüne göndermekten geçer. Bilmem anlatabildim mi?
Dünya barışı emperyalizmin yenilgisi ile sonuçlanan bir savaşın sonucunda gerçekleşecektir.