Yabancı paranın ulusal para cinsinden değeri olarak tanımlanan döviz kuru, ulusal ve uluslararası gelişmelerden dolayı dalgalanmakta olup ülkemizin ekonomik politikalarını belirlemede önemli bir araçtır. Döviz kurunda yaşanan hareketlilik, dış ticaret dengesi başta olmak üzere, ülkenin borç stokunu, enflasyonunu, girdi fiyatlarını, üretim düzeyini ve milli gelir seviyesini etkilemektedir. Bu sebepten dolayı döviz kurunun hangi düzeyde olması gerektiği, ekonomik kararlar açısından son derece önemlidir.

Döviz kuru aynı zamanda ekonominin en dinamik göstergelerinden de biridir. Tıpkı faiz oranları, borsa endeksi, kısa vadeli fonları gibi, bu günden yarına değişebilen, yatırımcılara anlık heyecan ve endişeler yaşatan canlı bir ekonomik araçtır. Döviz kurundaki artış veya azalışlar ekonominin iç dinamiklerini etkilemekle kalmaz aynı zamanda ülke ekonomisini diğer ekonomilerle kıyaslamada ve ülkenin uluslararası ticarette rekabet gücünü göstermede de fikir verir.

Döviz kurunun bir ekonomideki üretici, tüketici, yatırımcı ve devlet için oldukça mühim bir unsur olduğunu vurguladık. Peki, kur düşüşleri veya yükselişleri ne anlam ifade ediyor, ekonomiye ne gibi fayda sağlıyor ya da zarar veriyor, bunlara değinmeden önce ülkemizde ve dünyada uygulanagelmiş döviz kuru sistemlerine kısaca değinmek istiyorum.

Ülkemizde 1923-1929 arasında serbest kur sistemi benimsenmişti. Ancak döviz kurunu belirleyecek ve para politikasını yürütecek bir kurulumuz henüz yoktu. Bu görevi Osmanlı Bankası yürütüyordu ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 1930’da kurulacaktı. Dünyada ise altın standardı sistemi hâkimdi ve ulusal para birimleri altına endekslenmişti. Uluslararası ticarette ise altın-sterlin standardı kabul görmüştü.

Ancak 1929 Dünya ekonomik krizinin ortaya çıkması ile birlikte zaten son demlerini yaşayan İngiltere ekonomisinin saltanatı yıkıldı ve altın-sterlin sistemi sona erdi. Ekonomik krizin etkileri 10 yıldan fazla sürdü ve tam kriz bitiyor derken 2. Dünya savaşı ortaya çıktı. Bu süreçte uluslararası ticarete yön verebilecek ve sterlinin yerine geçebilecek güçlü bir para birimi belirlenemediği için herhangi bir kur sistemi de oluşmadı. Zaten iki dünya savaşı arası dönemde uluslararası ticaret durma noktasına gelmiş ve gümrük duvarları olabildiğince örülmüş olduğu için uluslararası ticaret, daha çok eski bir usul olan takas sistemi ile gerçekleşmişti.

1944’ten itibaren savaş sonrası düzen için kollar sıvandı ve hem 2. Dünya savaşının sona erdiği hem de bu gün hâlihazırda dünya ekonomisine yön veren Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumların inşa edildiği bir dönem başladı. Dünyada rezerv para olarak dolar kabul gördü ve altına sabitlendi. Diğer ulusal paralar ise dolara endekslendi. Böylece tüm dünya da olduğu gibi ülkemizde de geçerli olacak “dolar-altın standardı” diye ifade edilen sabit kur sistemi başladı. Sabitti çünkü döviz kuru IMF’nin kontrolündeydi. IMF, üye ülkelere sadece yüzde 10’a kadar kendi ulusal paralarına devalüasyon yapma imkanı tanıyordu. Sabit kur sisteminde kur, hükümet kararıyla doğrudan değiştirilebiliyordu, diğer bir ifadeyle devalüasyon (ulusal paranın değerini düşürme) veya revalüasyon (ulusal paranın değerini artırma) imkanı veriyordu. Türkiye de IMF’ye 1947 yılında üye olmadan hemen önce 1946 yılında TL’nin değerini %40 civarında düşürdü. Amaç ihracatı artırarak dış ticareti lehimize çevirmekti. Sabit kur sistemi, 1960’lıarda planlı ekonomiye geçiş ve ithal ikameci sanayileşme modeli ile birlikte, zaman zaman yapılan devalüasyonlarla 1980’lere kadar ülkemizde devam etti.

Bretton Woods sistemi olarak da tarihe geçen dolar-altın standardı, 1960’lı yıllarda dünyada sağlıklı bir şekilde işlese de, 1973 yılına kadar dayanabildi. Çünkü birçok ülke sabit kur sisteminden dolayı uluslararası ticarette rekabet gücünü koruyamadı. Petrol fiyatlarında yaşanan artışların da etkisiyle, dış borç ve cari açık kaynaklı mali krizler yaşadı. Bazı ülkeler ise dolar rezervlerini istemsizce artırdı hatta kural dışına çıkarak ulusal paralarına peş peşe devalüasyonlar yaptı. ABD ekonomisi ise Vietnam savaşı nedeniyle dış açıklarla karşı karşıya kalmış, açıklarını finanse etmek için devamlı dolar emisyonuna başvurmuş ve bu durum, dolara sabitlenmiş olan altın üzerinde inanılmaz bir baskı oluşturmuştu. Çünkü dünya piyasalarında dolar bollaştıkça ve değeri düştükçe dolar-altın paritesinin sabit dengesi sarsılıyordu. Bu baskılara daha fazla direnemeyen Bretton Woods sistemi 1973 yılında çöktü ve böylece dolar, altın karşısında tamamen serbest bırakıldı.

1980’lerden itibaren ülkemizin korumacı, müdahaleci ekonomik yapısında bir dönüşüm başlamış; tarihe “24 Ocak Kararları” olarak geçen liberal bir döneme girilmiş ve uluslararası ticarette serbestleşme hızlanmıştı. Artık bu dönemden itibaren hem liberal ekonomik politikalara hem de yeni bir üretim modeli olan ihracata yönelik sanayileşme stratejisine uygun bir kur politikası izlenmesi gerekiyordu. Ayrıca 1989’dan itibaren finansal serbestleşme de başlamış ve TL konvertibl olmuştu. Böylece sabit döviz kuru sistemi, müdahale edilebilir bir esnekliğe getirildi. Yönetilebilir kur rejimleri diye de bilinen bu sistemler, 2001 yılına tamamen terkedildi ve serbest kur rejimine geçilmiş oldu.

Serbest (dalgalı-esnek) kur rejiminde esas olarak kur, piyasa koşullarında belirlenir, iç-dış gelişmelerden etkilenir ve hükümetler tarafından kura doğrudan müdahale edilmez. Dalgalı kur siteminde en etkili kurum ülkelerin merkez bankalarıdır. Merkez bankaları, para politikası araçlarını kullanarak döviz kurunu dolaylı yoldan etkileyerek, fiyat istikrarı ve finansal istikrar üzerinde oluşabilecek herhangi bir olumsuz etkiyi bertaraf eder.

Evet, özetle ülkemizde ve dünyada kur sistemleri bu şekilde bir gelişme izlemiştir. İzlenen kur rejimlerinin ekonomimizde oluşturduğu etkilerine ilişkin, konudan uzaklaşmamak adına girmedik ama kur sisteminin ekonomik süreçlerde ne kadar belirleyici olduğunu görmüş olduk. Şimdi esas meseleye dönelim. Biliyoruz ki kurlardaki hareketlilik, ülkemizin en önemli ekonomik gündem konularından birisidir. Çünkü ekonominin her kesimini esasında etkiler. Kurun yükselmesi, düşük kurdan dolara yatırım yapmış bireysel bir yatırımcıyı sevindirebilir. Peki, ülke ekonomisi için ne gibi etkilere yol açar, gelin birlikte inceleyelim:

Döviz kurunun yükselmesi, TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesi demektir. 1 dolarlık yabancı mala 1 TL ödüyor İken kur yükseldiğinde; 1 dolarlık mala 2 TL ödediğimizi düşünelim. Gördüğümüz gibi yabancı mal birden pahalılaştı. Önceden daha ucuza aldığımız mala daha fazla dolar ödüyoruz. Bu durum, ülke vatandaşlarının pahalılaşan yabancı malı almaktan vaz geçmesine ve böylece ülke ithalatının azalmasına yardımcı olacaktır. Ayrıca yabancılara göre de Türk malları daha ucuz hale geleceği için ülke ihracatında da bir artış yaşanacaktır. Tersi olduğunda, kur düştüğünde ise TL dolar karşısında değer kazanacak; yabancı mallar daha ucuz, yerli mallar daha pahalı hale geleceği için ithalatımız artacak, ihracatımız düşecektir. Demek ki döviz kurunun yükselmesi, teorik açıdan bakıldığında dış ticaret açığının azalmasında önemli bir faktördür. Diğer taraftan, İhracattaki yükseliş, üretim artışını beraberinde getirecektir. Üretim artışı, istihdamı artıracak, işsizliği azaltacak; milli gelir yükselecek, enflasyon düşecek ve böylece ekonomik kalkınma sağlanacaktır.

Kur yükselişinin teorik açıdan ekonomide oluşturduğu yansımalar bu şekildedir. Ancak teoride olan bu olumlu etkileri birebir ekonomide görmek için ülkelerin bazı şartlara haiz olması gerekir. Bunlardan birisi döviz rezervidir. Ülkede yeterli miktarda döviz olmalıdır. Aynı zamanda ülkenin üretim sorunu olmamalı ve çokuluslu diğer şirketlerle rekabet edebilecek güçte bir endüstriye sahip olmalıdır. Özellikle de sanayisi, teknoloji yoğun üretim ve ihracat yapan bir yapı arz etmelidir. Yine ithalatta da dışa bağımlı olmamalıdır. Aksi takdirde kur ne kadar yükselirse yükselsin, tüketimde ithalata bağımlı bir ülke, ithalattan vaz geçemeyecek ve daha pahalı bir şekilde ithal etmek zorunda kalacak, bu ise dış ticaret açığını büyütecektir. Yine para politikası araçlarını etkin bir şekilde kullanma esnekliğine sahip olmalıdır. Bunları daha da artırmak mümkün elbette, dolayısıyla ekonomiler bu şartlara sahip olduğunda kur yükselişlerindeki avantajı doyasıya kullanmış olacaktır.

Bu niçin önemlidir? Çünkü ülkenin sanayisini korur ve dünya üretiminde ve ihracatında aldığı payı artırır. Ülkenin dışarıya bağımlılığını azaltır, büyüme ve kalkınmasına katkı sağlar. Döviz kurunun artması, esasında ülkenin diğer ülkelere karşı rekabet gücünü de artırır. Zira günümüzde bir ülkenin dış ticaretteki rekabet gücünü ortaya koyan ölçü, döviz kurudur. Ülkeler paralarının değerini düşük tutarak dış ticarette avantajlı duruma gelebilmektedir. Nitekim bu hususta ABD ile Çin, Japonya ve Hindistan arasında “kur savaşları” diye de nitelendirilen bir mücadele son yıllarda hala devam etmektedir. Bu ülkeler, ABD’nin tüm baskı ve uyarılarına rağmen kuru yükselterek, diğer bir ifade ile paralarının değerini dolar karşısında düşürerek sanayilerini korumakta, daha fazla piyasaya daha ucuz mallar ile girmekte ve böylece rekabet güçlerini artırmaktadırlar.

İstifade edilen kaynaklar:

Halil Seyidoğlu: ”Uluslararası Finans”, 2013, Beta Yayıncılık

Ahmet Fazıl Özsoylu: Türkiye Ekonomisi, 2016, Karahan Yayıncılık