Bir zamanlar Bodrum’u hiç sevmezdim. Gençliğimde Bodrum’a ara sıra uğramış bazı pansiyonlarda tatil yapmıştık. Maki denilen defne, Mersin, zakkum, yabani zeytin gibi bodur ağaç ve çalılardan oluşan bitki örtüsünü de pek sevmezdim.

Yıllardır boyalı basının, teşhir meraklısı bazı kadınların açık, saçık resimlerini gazete ve mecmualarda sürekli yayınlaması Bodrum’a olan ilgiyi daha çok abartmıştı..

Altı sene önce Yalıkavak’ta bir yazlık alıp yazları en az 3-4 ay Bodrum’da kalınca Bodrum’un insanı büyüleyen güzel havasını sevmeye başladım.

Belediye başkanı Ahmet Aras’ın ifadesine göre kışları nüfusu 300-350 bin olan Bodrum’un nüfusu bu sene bir milyona ulaşmış.

Biz geçen sene Kasım ayında İstanbul’a döndüğümüz halden pek çok tanıdık arkadaşım kışı da Bodrum’da geçirdiler.

Pandemi nedeniyle hayatta hiçbir şeyin hükmü ve önemi kalmadı. İnsanlar korkunç bir panik içinde sağlıklarına dikkat ederek hayata tutunmaya çalışıyorlar.

Büyük şehirlerde kargaşadan, trafikten, hayat pahalılığından ve kalabalıklardan kaçan insanlar nesi var, nesi yok satarak bir şekilde Bodrum’a yerleşmişler.

Sanki İstanbul, Ankara, İzmir ve bütün Türkiye Bodrum’a göç etmiş gibi.

Büyük şehirlerdeki aynı kargaşa, aynı trafik ve aynı hayat pahalılığı Bodrum’a da yansımış.Özellikle trafik korkunç boyutlarda. Biz mecbur kalmadıkça yazlığı terk etmiyoruz. Her şey çok pahalı. Bir Lahmacunu 100 TL. ya satan bir lokantadan sonra bir başka lokanta da yarım litrelik küçük suyu 40.TL. ya satmış.

Serbest piyasa ekonomisi uyguluyorlar ama bu kadar da olmaz ki kardeşim. Belediyeler zabıtaları vasıtasıyla oto kontrol uygulamazlarsa bu işin sonu gelmez.

“Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete” misali ülkede her şeyin çivisi çıktı.

Eski bir Arap atasözünde;

“Gezdim Halep’i Şam’ı, ettim ilmi talep,

Meğer ilim geride imiş, illa edep, illa edep…” denir.

Bu edep yalnızca ahlakı kastetmiyor. İzanı, görgüyü, hoşgörüyü, erdemi, onuru, hikmeti, felsefeyi, iş ahlakını ve özellikle iyi insan olmayı kastediyor.

İnsanlarımızda her şeyden önce iş ahlakı olması gerekir. O da yok maalesef.

Avrupa kupası maçlarını zevkle izliyorum. Türkiye-İtalya maçı öncesinde “memlekette her şey normalmiş hissine kapılayım” diyerek aldığım Hürriyet gazetesinde birinci sayfada büyük puntolarla “ALIN GELİN ŞU KUPAYI” manşetini görünce “ Eyvah bizimkiler yine abartmış” diyerek paniğe kapılmıştım.

Üç maçta da sefilleri oynayarak perişan olmuş acı sonuçlarla elenmiştik. “Bu çocuklar bu kadar da güçsüz ve aciz değillerdi” diyerek Milli futbol takımımızın maçlardan önce Antalya’da yaptıkları bir aylık kampa aklım takıldı.

Antalya’da bazı sporcu öğrencilerime bu kampın araştırılmasını rica ettim.

Öğrencilerim “Hocam kamplara eşlerini de getiren futbolcular çok düzenli çalışmış ve moralleri de yerindeymiş. Demek ki maçların önemini kavrayamamışlar!” dediler.

UEFA, hakemimiz Cüneyt Çakır’a yarı final maçı vermemekle ayıp etmiş.

İngiltere-Danimarka maçında İngiltere’ye verilen uyduruk penaltı şampiyonaya gölge düşürdü. Final maçını İngiltere ve İtalya bu Pazar günü Londra’da oynayacaklar.

BAADDİN ÜSTADIN ESPRİLERİ

1—Amerika Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) başkanı Bill Nelson “Evrende yalnız değiliz” demiş. Çok ilginç bir haber. Gönderdikleri UFO’ larla sürekli biz

Dünyalıları izleyen uzaylılar neden şimdiye kadar bizlerle bir temas kurmadılar, ona şaşıyorum.

2—Zenginler için yatırım araçları, atın, döviz, borsa ve gayrımenkul.

Fakirler için yatırım araçları : Din, iman, sabır, ahret, cennet ve huriler.

3—Koyunlar ömrünü kurttan korkarak geçirir, halbuki sonunda onu yiyen çobandır.

4—Okur ölmeden önce bin ömür yaşar. Okumayan ise yalnızca bir ömür yaşar.

5-- Biz yaşlılar için sevgili doktorlarımız, “DURMA, DÜŞME, ÜŞÜTME” diyorlar.

Ben de şu dörtlüğümle sevgili doktorlarımızın önerisini destekliyorum.

Elden ayaktan düşme, yalnız kalırsın,

Canın cananın yok olur, gelir sanırsın,

Hayat sahnesin de ahde vefa arama,

Düşenin dostu olmaz, düşünce anlarsın…