Yaradan uzun ömür versin denir ya. Gerçekten yaradan bana seksen yaşın üzerinde bir ömrü bahşetti. Bu hareketli iskelet duyu organları sayesinde akıl almaz bir ölçüde değerli, unutulmaz anıları beynimin bir köşesine sanki saklamışım gibi. Onları bazen öne çıkmalarını istediğimde hemen yanıt veremiyor yada bir süre sonra buradayım diyorlar. Bu tür yaşantıyı son yıllarda daha çok yaşamaya başladım.
Tarihçi merhum Cemal Kutay'ın televizyondaki programlarını dikkatle izleyen birisi olarak ona benzemek istediğimi söylersem beni bağışlarsınız sanırım. Yorgun gözlerini fazla yormamak için yazıları olduğunca büyütüyor ekrana getiriyordu. Sekseni aşkın bir yaşantı ile ben hala gözlüksüz okuyabiliyor ve kalemle yazabiliyorum.
Merhum Kutay, anılarını anlatırken oluşturduğu cümleleri hiç zorlanmadan kuruyor, kelimeleri yerli yerine yerleştiriyordu. Onu izlerken hayranlığımı etrafımdakiler bazen yaptıkları uyarılarla beni normale çeviriyorlardı. Oysa şimdi hiç kimse şöyle yap, böyle yaz, böyle izle diye karışmıyor. İstediğimi yapıyor ve yazıyorum. Ömrümün son istasyona kadar kalan süre içinde okurlarıma bazı anılarımı çeşitlendirerek sunmak istiyorum. Bazı cümlelerde hafifte olsa iğnelemeler sezinlenmektedir. Okurlarım ihtiyarın olumsuz cümlelerini normale çevirerek anlarlar diye düşünüyorum.
Geçenlerde bir TV programının izleyicilerinden “Ben daha denizi görmedim” sözü hemen tüm izleyicileri İstanbul da yaşa denizi görme. Bu nasıl iştir. Dediler, bayan vatandaşı kaba sözcüklerle kınadılar. Halbuki nedenlerini sorup öğrenselerdi programı biraz daha güzelleştirebilirlerdi. Bu da izleyicilerin bir program değerlendirmesi olarak hatıralara geçmiş görünüyor.
Akpınar Köy Enstitüsü'nde son sınıf sınavları bitmişti. Öğretmenlerimizle son toplantılarımızı yapıyorduk. Anılar birbirini kovalıyor, bir bakıma mesleksel sorunlar uzaktan da olsa çözümlenmeye uğraşılıyordu.
Dershanemizin kapısı vuruldu. İçeriye bir görevli geldi. Öğretmenimize bir şeyler söyledi. Benim yüreğim cız etti o anda. Beni götürecek bu görevli dedim. Rahatsızdım. Konuşulanların ancak bir kısmını beynime yerleştirebiliyordum.
Korktuğum başıma geldi. İki yılı birlikte geçirdiği arkadaşlarla son toplantıyı değerlendirmeden dershaneden çıkacaktım. Arkadaşlarımı bir elimle selamladığımı hatırlıyorum. Görevli beni okulun giriş kapısında duran fargo marka bir kamyonun yanına götürerek oracıkta gerekli evrakları almak için okul yöneticilerinin yanına gitti.
Okulda binek otosu yok yalnız bir kamyon var. O her türlü işleri görüyordu.Bu kamyonla Samsun a gidecektim. Rahatsızlığım bir ameliyatı gerektiriyordu. O tarihte Ladik İlçesinin hükümet tabibi olan hemşerimiz merhum Mahmut Angın okulumuzun da doktoru idi. O benim ameliyat olmamı istemişti.
Görevli ile ben kamyonun şoför mahalline bindirildim. Kamyon üç kişi ile Samsun'a gidiyordu. Kamyona binerken okuluma bir daha bir daha baktım ve gözlerimin yaşlandığını hissettim. Arkadaşlarımla vedalaşamadan ayrılıyordum. Ameliyat ne zaman yapılacak, tedavim kaç gün sürecek bu konularda hiç ama hiç bilgi sahibi değildim.
Sezdirmeden gözyaşlarımı silerken kamyon hızla okuldan uzaklaşmıştı bile. Stabilize yolda tozlar gökyüzüne savruluyordu. Kamyonun pencereleri kapalı idi. Etrafı sağlı sollu izlerken karşımıza Karadeniz çıkıverdi. Bu benim Karadeniz'i üçüncü kez görüşüm idi. İlki 1938 ağustosunda Avrupa'dan Anavatana gelirken Varna'da, 1943'de Kastamonu Gölköy Enstitsü'ne giderken tanıma olanağı bulmuştum. Enstitüye ilk yolculuğumuzu Mecitözü, Amasya seferini kamyonla, Amasya-Samsun seferini trenle, Samsun –İnebolu yolculuğunu vapurla, İnebolu-Gölköy yolculuğunu da otobüsle yapmıştım.
Kamyonumuz hızla Samsun caddelerinde yol alırken Devlet Hastanesi karşımıza çıkıverdi. 7,18 yaşlarında bir gençtim o günlerde. Basketbol oynarken rahatsızlaşmış revire kaldırılmıştım. Okul doktorumuz ameliyat olmamı önermişti. Beni hariciye koğuşuna bitişik bir odada yatan emekli bir memurun yanına konuk ettiler. O emekli memur benim hastane içindeki işlemleri sanki oğlu imişim gibi sonuçlandırdı. Benim o dönemin işlemlerini tamamlamam mümkün değildi.Şansım burada gülmüştü. Onun sayesinde ameliyat öncesi ve sonrasında gerekli desteği bulmuştum.
Operasyon hazırlığı yapılmıştı. Görevliler operasyon odasına beni götürmüşlerdi.Bacaklarım titriyordu. O dönemlerde ameliyatlarda ancak lokal uyuşturma yapılıyordu. Bana da iki tane iğne yapıldı. Belli bir süre sonra beni demir masaya ayak bileklerimden ve el bileklerimden kayışla bağladılar. Bir kayışta göksümün üzerinden geçirilerek masa bağlanmıştı. Uyuşma gerçekleşince operasyon başladı.
O dönemde Samsun Devlet Hastanesi hariciyesi operatör (kasap) Fehmi tarafından yönetiyordu. Sol kasıktan ameliyat olacaktım onlar benim sağ kasığımı yarmışlardı. İlk sağlık yanlışlığı ile böylece Samsunda tarafıma uygulanmıştı. Hatırlatmış olmama rağmen dinlenmedim hiç. Eğer dinleselerdi bu güne dek aynı sıkıntıları çekmiş olmayacaktım.
Gittiğimiz kamyonla gelip beni okula getirerek okul revirine yatırdılar. Daha iyi olmamıştım. Arkadaşlar atandıkları köylere gitmişlerdi, ben hala okulda ve çevresinde dolanıyordum.
Öğle yemeği vakti gelmişti, yemek kampanası çalmıştı. Biz öğrenciler en fazla paydos ve yemek kampanasını seviyorduk.
Yemekten birkaç dakika sonra revirin yatakları hastalarla dolmuştu. Yemekhaneden çıkıp hemen kapı önünde kalanlar çoktu. Kısaca arkadaşlar yedikleri gıdadan zehirlenmişlerdi. Merhum Dr. Mahmut Angın okula getirildi. Okul müdürü ve Angın revirde yani benim yattığım odada ansiklopediden zehirlenme olaylarını okudular. Birkaç gün önce kalaylanmış içine su konmuş büyük kazana soyularak doldurulan patates bakırı emmiş ve öğrenciler bu nedenle zehirlenmişler.
Ne kadar öğrenci zehirlendi bilemiyorum. Bir süre sonra hepsi ayağa kalktı gezinmeye başladılar ben ise daha zor yürüyordum.
Aradan bir hafta geçmişti, dörtten beşinci sınıfa geçenlerin bir bölümü izine çıkıyordu. Okulun eğitim başı görevini yapan öğretmen arkadaşları topladı. Benim durumumu anlattı. Ağabeyiniz nasıl yürüyorsa sizde o ayarda yürüyeceksiniz. Oturursa sizde oturacaksınız, kısaca ağabeyinizi evine götürüp ailesine teslim edeceksiniz dedi. Eğitim başının sözleri aksaksız uygulandı. Mecitözü'nden 20 km uzakta bir köye yürüyerek gittiğimi hiç unutamıyorum. Bir başka yaşadıkça parçalarında buluşmak umudu ile saygılar sunarım.