Kavramlarla olan ilişkimizin tarihini bilseydik, kavramları aynı güvenle kullanabilir miydik?

Yahut değer yargılarının hangi ihtiyaçlar üzerinde yükseldiğini görme fırsatımız olsaydı, onları ihtiyaçların doğasından ayırıp hâlâ kutsayabilir miydik?

Bu soruları Nietzsche’nin tanrıyı öldürme hevesinden çalıp, Baudrillard’ın sanalında, insanın icat ettiğini iddia ettiği, artık ölümsüz olan; ölümsüz çünkü çoktan ölmüş olan gerçeklik terimine yedirmek istiyorum. Ölü bir şeyin, yaşadığı zannıyla kabullenilmesi, onu taklit bir yaşam formuyla var etmek ve ölümünü imkânsız kılmaktır. Sanal tasarımda gerçeklik tam da bu demektir.

I. BÖLÜM: SANAL TAHSİS EDİLME

Dizayn edilmiş gerçeklikte, gösterenle gösterilen arasındaki anlam yeni bir ilişki kazanır. Zaten ilişkisiz kurulamayan göstergeler, doğalarındaki gerçekliklerle algılanırken kavramsal ilişkileri de düzenlenerek var edilir. İlişki ise her zamanki gibi psişiktir.

Örneğin köpek kavramı ve köpek adı, onların yorumlanmasıyla tamamlanan gösterge ilişkisine bağlıdır; kavram, ad ve yorum ilişkisine. İlişki ise köpek psişesine bağlıdır. Tek bir öğenin değişikliği ilişkiyi değiştirir ki o da en güçlü öğe olan yorumdur, yorumun değişikliğidir. Köpeğe dair yorum köpeği başkalaştırabilir. Köpek kavramı ve köpek adı ikiliğine, köpeğe başka bir yorum ekleyerek uzlaşma sağlanamayan ama itiraz da edilemeyen yeni bir tekil gösterge icat edebilirim ve köpek artık köpek olmaz. Onu, havlayan, dört ayaklı ve kuyruklu, salyalar akıtan bir uzaylı olarak tanıttığımda, salyalarına varana dek yeniden yorumlayıp sunabilirim ve derim ki: Bu gördüğünüz köpek şeklinde bilinçli ve sizi gözetleyen, hakkınızda data biriktiren bilinçli bir bireydir. Gizlenmesi için köpek şeklinde olması gerekti. Bundan sonra gördüğünüz şey köpek olmakla birlikte ona dair duyumsayışınız köpeği duyumsayış olmayacaktır.

Makul müdür? Değil. Peki, oldu mu yahut oluyor mu? Evet. Aklın terbiye edilmesi ve bilimin tasfiyesi süreci dediğim, varlığı doğal anlamlarından; bir nevi basit gerçeklikten koparıp, buyurgan yalanların çelişkiler dünyasına atan yeni kurgu budur ve iptal de edemez kendisini.

Salgın, iklim krizi, sanal göndergeler evreni içinde sonsuz şekillerle teşekkül etmiş durumdalar; fakat tek bir anlamla: Olumlama.

Salgın ve iklim krizi sanal evrende bir tür meşruiyet işlevi görerek anlaşılanla kastedilen arasındaki çelişiği yaratırlar. Sanal gönderge evreninde gerçek, bir anlama karşılık gelmez. Gerçek yoktur, ona ihtiyaç da yoktur; çünkü gerçeğe karşılık gelecek herhangi bir ilişki zaten dizayn edilebilir ve her an belirlenebilirdir. Bir tek arzuya bir haz isteğine bakar; artık arzuyu talep ettirecek arzın sunumundan ibarettir gerçek.

Örneğin hastalık ve tedavi kavramları, kendi eski anlamlarıyla birlikte girmedi bu evrene. Kendi eski anlamlarının izi sürülecek olursa, bir önceki kendi ve eski anlamlarını da taşımamaktaydı zaten. Bir devrin cadıları ve sapkınları hastalara, cezaları da tedavilere terfi etmişti. Şimdiyse bil kuvve illet olan salgın ve zorunlu tedavi olan aşı, kendi itaatkârlarını ve karşıtlarını yaratıyor; hastalık olgusunun gerçekliğinden bağımsız olarak ve onu kullanarak.

Sanal, sosyal ve siyasal alanın üretici zeminidir; yalnız doğanın ve insanın değil. Orada eski gerçeğe dair olanın taklidi yeni anlamlarla üretilir; fakat belirsizlikle. Anlamlar, ilişkiler belirsizdir ve kavramla anlam arasındaki uyum zorunluluk içermez.

II. BÖLÜM: BİR ANIMSAMA, TOPRAK VE MEKÂNLA TAHSİS EDİLME

Tarım toplumunun yüzü, dine ve yasaya bakıyordu; toprağın teolojisi için toprağın rastgele sunduğunu ters yüz etmek gerekiyordu. Onu değer alanında yeniden yorumlamak, ona malik olmakla beraberdi. Marx’ın yabancılaşan insanının yabancılaşmaya başlamasıydı bu; tâ ki sanayi devrimiyle birlikte makinaların dişlisi olması ve yabancılaşmasına da yabancılaşması gerekene kadar.

Yasaya doğru gidiş; toprağın teolojisi, monoteizm; yasanın da gelişi demekti. Kaos ve kozmosun birbirine uzanması gibi. Ama kolları uzanan, uzadıkça uzayan nihai olacak olan kaostu; entropi.

İyiyi hasretle saran kötünün dolayımsızlığı ve samimiyeti ölçüsünde: “Gel ve öldür beni, böylece ben ol!” diyebildi kozmos yahut yasa.

III. BÖLÜM: HURUÇ; ŞEHİRDEN SANALA KAÇIŞ

Şehirler eskiden hem homojen hem heterojendi; ancak bu güvenliğin orada olmaması anlamına gelmiyordu. Sessiz bir sözleşme gereği şehir, şehri şehirliden üstün kılan panoptikon bir yerleşkeydi. Yabancının da ait olabildiği; eski İstanbul gibi. Sonrasında yoğun göçler, sessiz işgaller, sınırlardan taşan yabancılıklar, şehrin tekinsiz olarak algılanmasını sağladı. Uygarlığı ve şehri kötülükle yorumlayan Rousseau’nun tavsiye ettiği sözleşmelerin yetersiz kalacağı şehirde, insanın yüzü artık sanala; en geriye çekilebildiği temassız alana çevrilmek zorunda kaldı.

Aynı anda sanalın yüzü de insana çevrildi; tez ve antitezin birbiri ardına değil de birbirine doğru olması gibi. Titanik adlı geminin limandan ayrıldığı saatte, buzdağının büyük kütleden ayrıldığı saatin aynı olduğu tahmin edilir. Birbirine yönelişler, birbirine doğru kopuşlar, bir şeyin sonunun tarihi içindir.

Her devir kendi gösterge evrenini yaratır; sosyal, kültürel, siyasal, dinsel ve sağlığa dair olan şeyler, bu gösterge evreninde kendi dilini bulur. Devir, kendi dilini yaratır ve bu dil anlamlandıran toplum için bir geçmişin devralındığı ama yeniden düzenlendiği yeni anlamlara kavuşan yeni bir dildir.

Birey önceden anlamlandırılmış bu kavramlar dünyasına doğar ve anlamaya başlar. Artık şehirden çekilip sanala yerleşmiş olan dil, anlamlandırmanın ve anlamanın gelişmediği, kuralsız akışkanlığında zuhur eder.

Göstergeler, yaratılmadan önce kendilerine hazır olan bir toplum içindirler. Sanal göstergelerse, tekinsiz şehirden çekilen insanın anlam olarak zihninde ve kalbinde yer edinmişlerdi. Temassız teslimat seçeneği sanal alışverişin anlaşılan bir göstergesiydi örneğin ve asla anlaşılmaz ya da yabancı gelmedi. Temassızlığı emreden salgının buyurganlığı değil, salgına karşı aynı korkuyu üreten ve salgın tarafından kullanılan şehirden çekilmeydi. Herkesin, bir diğerinin orku olabileceği Hobbitler şehrinde herkes teyakkuzda olmalıydı. Temassız; çünkü yeni gösterge evreninde yeni anlamlandırma, tehlikeli ile ötekini imledi.

IV. BÖLÜM: SANAL HÜKÜMDARLIKTA BİLİM

Şehir tekinsizdir, bu yüzden huruç kolay olur ve sanaldayız; ama dışarda da toprakta da sanaldayız; sanal tahsislenişiyle. Dolayısıyla sanalda yerleşkeler, topraktaki yerleşkeler gibi dinsel ve sosyal tatminler üretmek zorunda artık. Madem buradayız, burada anlayacağız. Madem buradayız, burada baskılanacağız ve madem buradayız burada baskılanmamızı meşru kılacak olan nedenler de üretilmek zorunda. Sanalda, sanalın gösterge evreninde her şey gözetlenmek üzere olduğu için HES kodları da olağandır. Hem panoptikon hem sinoptikon alanlar katılımcıların rızasıyla var olur. Gözetleyen olmanın heyecanı, gözetlenen olmayı da arzulatır. Sanalın mahremi ve mahremiyetin gereğine dair bir hafızası yoktur.

Sanal evrende olgular da yorumlar da kurumlarındır. Algılar ise bağımlıdır. Her çağın yorumu, olgunun şeklini, olguyla ilişkiyi belirler. Ortaçağ sanalının, dini tasfiye ettiğini söyleyebiliriz örneğin, modernizmden önce. Dinin anlamını ve yorumunu tekeline alarak insanla ilişkisini değiştirip, onu yerinden etmişti. Bugün tasfiye edilenin de bilim olduğunu iddia ediyorum. Bilimin özneyle ilişkisi, bilime dair yorumun değiştirilmesiyle değiştirildi. Olgunun ve ona dair yorumun dogmatikleştirilmesi, bilimin artık epistemeye değil kanıya odaklandığını gösterir.

Sanalda bilim bilimin kendisi değildir. Sanalda geçmiş şimdi ve gelecek olmadığından, sanalda kurulan bilim retoriği - salgın sürecindeki bilim sanal bilimdir - bilimin sürecine ihtiyaç duymaz. Sanal alanda her şey top down desing edilir ve politize olur; ortaçağ kilise dini gibi. Yahut moda gibi anlamlı bir bütün barındırmaz, kendini üstten aşağı doğru sunar. Barthes’in mavi neden modadır’ı anlamaya çalışması gibi anlamak gerekir. Aslında mavi mavidir. Mavinin neden modanın, bir zamanın tutulan rengi olmasının hiçbir anlamı yoktur. Herkes mavinin bir tonunun kullanımına hazırmış gibi onu kullanmaya başlar. Mavinin bir şapkaya ya da bluza renk olması tesadüfü değildir; fakat aynı zamanda anlamlı da değildir. İşte burada çoğunluk için salgınla birlikte ifade edilen bilim, tasarlanmış, doğasından ve sürecinden kopmuş, taraflar ve yarıklar oluşturan, moda gibi, siyasi mezhep tarzında işleyen bir bilimdir. Dolayısıyla sanalda bilimi savunmak, bilim tartışmak, bilim karşıtı olmak, modanın tasarladığını giyinmek ya da modaya uymamak, yahut hakim bir zihniyet etrafında konuşlanmak veya ona karşı durmak demektir. Sanal evrende kurallar, gerçek kurallara dayanmaz; onların yalnızca gösterge kurallarını devralırlar. Sanal evrende kurallar, toplumsal gerekircilik taşımayan buyrultusallıkla hükmederler. Yok olmazlar, ölmezler, değişerek kalıcı olurlar. Tıpkı modanın buyrultusallığı gibi. Gerçeğin ölümü sanalda gerçekleşirken, ölümün gerçekliği göndergeler arasından silinir gider. Gerçeğin öldüğü sanal ya da hipergerçeklik, gerçeğin doğasını değil, göndermede bulunduğu varlıkların taklit edildiği bir taklit gönderme alanı yaratır. Burada yaşam ve ölüm yeniden yorumlanır; yaşam ve ölüm, hastalık ve tedavi, politik göstergelerdir artık; kendi ontik anlamlarından çok uzaklarda…

SONUÇ YERİNE

Korku politikasıyla işlenen salgın ve iklim krizi, kendi ahkâmını oluşturan sanal bilimin meşruiyet araçlarıdır. Hakim bir alan gibi işleyen bilim, kendisini var edebilmek için kriminalize ettiği bir karşıta ihtiyaç duyar ve sermayesini korumak için yarattığı karşıtı mahkum eder. Fert ve toplum hakim alanların tarzıyla var olan bilim hükmü tarafından yeniden işlenir. Burada birey, aile ve devlet devreden çıkar ve her şey ulus altı düzleme çöker. Bir alanın kendi suç terimlerini yaratması, suçu ve suçsuzluğu doğal hukuk karşısında var ederek, aşıyı geçiş kartı ve özgürlüklerin satın alınabildiği bir araç olarak var etmesi, hastalığı varsayımlara indirgeyip kanaati determinizme tercih etmesi, göstergelerin yeni yorumlarla var edildiğini gösterir. Köpeği yeniden yorumlayarak değiştirdiğim gibi hastalık ve tedavi de sanal bilim alanında, suç ve masumiyet karineleriyle; yani yeni yorumlarla değiştirilir. Bu anlamda salgın süreciyle sanallaşan bilim artık dilediğinde determinizme bağlanan, dilediğinde doxadan hareketle hüküm üreten ve böylece gittikçe daha da dogmatikleşen bir hâl alır.

Dogma, dünya sonrası için bir tasarı ise dünya için hâlâ bilinç ve irade de vardır; ancak dogma, dünyayı, toplumsalı içermeye başladığında yaralayıcı olmaya da başlar ve iradesizliğe, tümüyle itaate bağlanır.

Son olarak; zafiyet üstüne tasarlanan tasarılar, insan iradesinin yokluğu üzerine bina edilen dizaynlar, kendi kendilerinin eleyicisi ve tasfiye edicisidirler. Çünkü insan, kendisine karşı olanın karşısına er ya da geç çıkar. Bunun için önce sanalın salgınını, sanal yaygınlaşmayı durdurması gerekmektedir. Bir sonraki yazının konusu olacak olan, salgınların ve salgın hükümlerinin dayandığı korkunun teknoloji vasıtasıyla güç bulduğu hakikatini görerek başlayabilir mücadelesine. Yoksa insanın insan olarak kalamayacağı, özgürlüklerini ve haklarını unutacağı hafızasız sanalın hükmüne alışacağımızdan korkarım.