Bir ademoğlu ölünce ne olur? Kan ve can çekilince ne kalır geriye? Aklın yolları kifayetsiz bunu çözmeye, sadece kalp bilir hakikati... Başımın üstünde sema, dallarımın arasında bir ferah rüzgar, köklerim ise en derinlerde... Ben ne yalanı ne de kibri, sadece aşkı ve dostluğu alıyorum yanıma... Uyanmaya gidiyorum şimdi bilsin bunu ademoğlu, bilsin ve hatırlasın, bitti bu güllerin hüznü bitti bu rüya... Ellerim boş geldiğim bu dünyadan ellerim boş çıkıyorum..."Bu büyük kudretli gökkubbeninn altında hepimiz birer zerreyiz.Uçsuz bucaksız çölde bir kum taneciği.O kadar varız ve dahi o kadar yok.Bazı hakikatlere zamanla ulaşılır,bazılarını zaman unutturur.Ademoğlu bir zamanlar bildiği en büyük hakikati unuttu.Çünkü unutmak özgürlüktü.Ölüm insanların konuşmaktan hatta düşünmekten kaçtıkları bir konudur. Ağır bir hasta yaklaşan ölümünü düşündüğünde çevresindekilere bu konuda bir şeyler söylemek ister, fakat onlar ne söyleyeceklerini bilemedikleri için hemen onu susturarak konuyu değiştirirler. Bu durumda hasta da düşünceleri ile yalnız başına kalır. Nedense insanlar ölümü konuşmanın artık hayattan vazgeçmek olduğunu düşünürler ve sanki hiç ölüm yokmuş gibi yaşamlarını sürdürürler. Sorsalar herkes bir gün öleceğini bildiğini söyler. Bu bilgidir. Ancak hiçbir zaman bir gün ölecekmiş gibi yaşamazlar. Salgın süreci insanları her gün ölümle yüzleştirdi. Salgının ilk günlerinde insanlar ölümü çok yakın hissettikleri için büyük bir korkuya kapıldılar. Sevdiklerini kaybedenler bunu daha derinden hissetti. Evet ölüm bir gerçeklik ve herkes bir gün ölecek. Peki bu gerçekliği görmek ve kabul etmek insanda nasıl bir değişikliğe yol açabilir? İnsanlar bu gerçekliği görmeden önce hayatlarını cömertçe harcarlar. Oysa her insanın idealleri, yapmak istedikleri, görmek istedikleri vardır. Tıpkı akan bir nehre düşen yaprak gibi hayatın akışı içinde bu görev ve isteklerimizi unuturuz, hatta bunları yerine getirmek zor geldiği için çoğu kez unutmak için bir şeylerle hayatımızı doldurarak bunları fark etmemeye çalışırız. İşte ölüm kapıya geldiğinde bizi esas korkutan şey bu yapmadıklarımız, görmediklerimizdir.Oysa insanın yaşadığı her an sonsuz fırsatlarla doludur ve her an koşulsuz olarak anlamlıdır. Her anın anlamını görmek ve anın fırsatlarını değerlendirmek ise insanın kendi kararıdır. Yani insan yaşamını değerlendirme konusunda sonsuz bir özgürlüğe sahiptir. Salgın nedeniyle sokağa çıkma kısıtlamalarının olması, insanın cebinde parasının olmaması, yerine getirmek zorunda olduğu görevlerinin olması özgürlüğüne engel değildir. O anda ne yapacağına insanın kendisi karar verir. İşe gider çünkü ya işini seviyordur, ya bu paraya ihtiyacı vardır, ya da bu iş o insanı geliştirecek daha sonra yapacakları için hazırlık oluşturacaktır. Yürüyüşe çıkar çünkü yürümek ya kasları ve kemikleri için gereklidir, ya yürüyüşte bir arkadaşını görmeyi istiyordur, ya da açık havada yürümek rahatlamasını sağlıyordu. İnsan seçimlerini yaparken onun için anlamlı olan seçimleri yapma eğilimindedir.İnsanın yaşadığı hayat anlamlı ise, ya da hayatın anlamını görüyorsa o insan için bir gün ölecek olmasının bir önemi yoktur. 0 huzur içinde ölebilir. Şimdi ölüm gerçekliğine dönecek olursak, evet bir gün öleceğiz, o halde bu günü anlamlı olarak ve anlamı fark ederek yaşayalım. Hiçbir kısıtlama insanın anlamlı bir hayat yaşamasına engel değildir. Hatta kısıtlamalar sırasında anlamı görme becerisi daha da önem kazanır. Eğer bir toplama kampında yaşarken bile insan görebiliyorsa, birkaç gün sokağa çıkma yasağında görülecek pek çok anlam vardır. İnsan anlamı gördüğünde ise yaşadığı her an değerlenir ve büyür.Hayat coşku ile yaşamaya değer. Hepinize kendi anlamınızı görebileceğiniz bir gün, uzun bir yaşam dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunarım.