Tenkit hazımsızlığı, laf cambazlığı, sıradanlı korkusu, şöhret budalalığı, fitne saçıcılığı, fesat servisçiliği, alemi aptal kendini akıllı sanma bunaklığı, yalan distribütörlüğü, iç pazarcılığı, çıkar gurupçuluğu, makam tutkunluğu, koltuk tutup bırakmama alışkanlığı, bedevi nezaketsizliği, yönlendirme oyunculuğu, üslup adına üslupsuzluk küstahlığı, benliksiz beden taşıyıcılığı, ben olursam varsınız mantıksızlığı, cesaretsizlik psikozunun bilinen hezeyanları, Donkişot sevdalılığı, kin ekip kan biçme şarlatancılı-ğı, sükuttaki ikrarı bilmeme züppeliği, piç rahimlerde döllenip “gizli” yerlerde adıllan-ma ipsizliği, sahte sevda aşıklığı, ipe sapa gelmez iddia felsefeciliği, göz boyama alış-kanlığı, her gördüğü kırmızıyı kan zannet-tirme dengesizliği, aynada kendini görmeme talihsizliği, megolamanlık yayımcılığı, iftira tamtamcılığı,……….
Daha sayalımı? Deyip bu fasıla bir çizgi çekmemiz gerekiyor. Zira kalem, insanlığa yön ve denge adına yazmalıdır. Gücünü kullanandan değil toplumun doğrularından almalıdır. Kendi benliklerinde kendilerine ait plan ve projelerini oluşturamamış fitne fesat kumkumacılarını yazmak için olmamalıdır. Evet olmamalıydı da… Çünkü keşkelerin yoğunlaştığı ve her ciddi durum karşısında sunacak bahanesini hazırlayanlarla uğraşmak olmamalıdır. Ama insanın boğazına saplanan, kara bir diken gibi kan kusturan bu “de karakterizeler” insana daha çok şeyde yazdırabilirlerdi.
Evet, bugün ne ektiysek onu biçiyoruz. Keşke ve ahlara sığınıyoruz. Keşke daha çok çalışsaydık; keşke başta kendi nefsimizi terbiye edebilseydik, keşke daha az konuşmayı düstur edinseydik, keşke büyüklere karşı tavır ve davranışlarda nezaketten taviz vermeseydik. Keşke “onlar” atıp tutsa da biz susmayı, çalışarak cevap vermeyi öğrenebilseydik. Keşke kendinize dönün uyarılarını benliğimizde devamlı çınlayan bir nağmeye dönüştürebilseydik. Keşke kendi kusurlarımızın tedavisine bakabilsek başkalarının kusurlarını aramaya vakit bulamasaydık. Keşke kimseye kin beslemesek, iyiliği öğütleme ve öğretmekten taviz vermeseydik. Keşke, keşke, keşke,… Ah kahrolası keşke… seni lügate alanlara ne desek ki? Sen, sonuçların menfiliğine ucuz bir bahanesin sadece. Yoksa sen, bizdeki hastalıkların ifadesi misin bilemiyorum.
Başka bir deyişle
“Eyvah bu biçarede bizler yine yandık
Zira ki ziyan ortada bilmem ne kazandık” bu ifade misin? Ama çile ve ümit nesliyiz. Biz imanın şartlarına teslim olmayı da öğrendik. Kaza ve kader Allah’ tansa, bizde yine başka bir ifadeyle;
“Hoştur bana senden gelen
Ya gonca gül yahut diken
Ya hil’at-u yahut kefen
Narında hoş, nurunda hoş
Kahrında hoş lutfunda hoş”
diyenler gibi sürekli sabırlı ve duacıyız.