Kentler giderek yaşanmaz hale geliyor başlığı ile moralinizi etkilemek istemem. Şimdi kendi kendimizi bazı soruların yanıtlarını vermek için zorlamayalım. Çok uzağa gitmemize gerek yok. Dün yaya olarak gittiğimiz iş yerimize bugün ne ile gidiyoruz? Elbette kendimize ait olan bir oto ile. Kentin iki ana caddesinden geçip iş yerimize gidecek isek kaç dakikamızı almaktadır. Konutumuz ile iş yerimiz arasında ki uzaklığı sanırım saptamışızdır. Eğer bugüne dek saptamamış isek,saptamanızı öneririm.
İkametten iş yerine olan uzaklığı kaç dakikada aldığımızı hesaplamamız gerekir en azından. Bizi bekleyen müşterilerimizin olacağını aklımızdan hiç çıkarmamalıyız. Madem ki bir iş yerimiz vardır öyleyse bizim belli saatlerden belirlenmiş bir saate kadar iş yerimizde bulunmamız gerekmektedir. Eğer zamanında ikametten çıkıp iş yerimize ulaşırsak kendimize ve karşımızdakilere saygınlığımız artar. Ama bunun tersini düşünür ve uygularsak bir gün kapımızı açan insanların sayısında önemli bir azalma olduğunu ister istemez fark ederiz. Sanırım bu değişikliği hiç birimiz arzu etmeyiz.
İş yeri bizim ekmek kapımızdır. O kapıyı her zamankinden daha çok korumalıyız yada kollamalıyız diye düşünüyorum. Bugün bir iş yerine sahip olamayan binlerce hatta milyonlarca insan vardır. O insanlarda bizim gibi kutsal görevimiz olan askerliklerini ifa etmiş kişilerdir. Devlete karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmektedirler. Ama ne var ki bu ülkede yaşayan büyük bir bölüm insan işsizdir. Sabahın erken saatinden akşamın geç saatine dek gücüne göre bir şeyler yapmaya çalışan insanların gayreti hepimiz de neden olamamaktadır. Neden bu ülkenin nimetlerinden paylaşım yaparken yalnız kendimizi düşünürüz? Paylaşımı arzu etsek de bir türlü eyleme geçemeyişimizin bin değerlendirmesini yapamıyoruz belki.
Acılar, tatlı günler neden hepimizi etkilememektedir. Tatlı günleri paylaşımda gösterdiğimiz birlikteliği acıları paylaşmada neden gösteremiyoruz? Biraz olsun kendimizi sorgulayamıyoruz. Her nedense bize öyle bir duygu ve düşünce beynimizde yer almamıştır. Acıları paylaşmada biraz uzaktan bakmayı tercih etmiyor muyuz? Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demiyor muyuz? Tehlike bize doğru yaklaştığında ise sesimizi duyurmak istemiyor muyuz?
Güzellikleri yaşamak için nelere katlandığımızı bir hatırlayalım.Hatırlayalım ki geleceğimize bir çeki düzen verelim. Gelecekte rahat bir düzen içersinde yaşayabilmek biraz da bizim elimizde değil mi? Eğer bugün bir şeylerden mahrum bırakılmış isek, bunda bizim eylemimizi sorgulamamız gerekmez mi.
Kutsal askerlik görevimiz dışında bazı kutsal görevlerimizin de olduğunu,onları kullanmada neden yeterince eylemde bulunamıyoruz. Paylaşım derken iyileri kötüleri,güzellikleri çirkinlikleri birlikte paylaşamıyoruz. Neden güzelliklerin yalnız ve yalnız bizim için olmasını arzuluyoruz. Bu eylemimizi sorgulamak hiç içimizden geçmiyor mu. Karşılaştığımız bir zorluğu yalnız yok edemediğimiz zaman birlikteliği hemen aklımıza getiriyoruz? Aynı havayı teneffüs ettiğimiz ülkemizde nimetlerin paylaşımında neden yalnız kendimizi düşünüyoruz.
Her yanı ayrı bir güzelliklerle donatılmış ülkemizin üzerinde geçmişte çok kara günlerin yaşandığını neden unutuyoruz. Bu günlere gelirken verdiğimiz ölüm-kalım savaşını neden unutuyoruz. Bugün ki sınırlarımızı çizebilmek için hainlere verdiğimiz dersleri gelecek kuşağa da yansıtmamız gerekmez mi? Gelecek için atacağımız her kişisel adımımızda kendimizi sorgulamamız gerekmez mi.
Bugün iş yerimize giderken kendimizde bir öz güven duyabiliyor muyuz. Böyle bir ortamın oluşmasında bizim bir katkımız olup olmadığını değerlendirmeye, sorgulamaya alıyor muyuz. Kısaca kendimizi geleceğimiz için bazı eylemler için hazırlıyor muyuz. Yoksa kapı aralığından izlemeyi mi tercih ediyoruz. Sanırım beğenmediğimiz eylemlerin bizim hal ve hareketlerimizden kaynaklandığının bilincine varmak gerekir diye düşünüyorum.
Okula gönderdiğimiz çocuğumuzun günün sonunda konutuna dönerken karşılaştığı sorunları akşam birlikte bir değerlendirmesini yapıyor muyuz. Çocuğumuza onun yaşantısın da bazı engellerin nelerden ibaret olduğunu kendisine sorup ortak olabiliyor muyuz. Yoksa onun tüm ihtiyaçlarını karşıladım, bundan sonrası ona ait mi diyoruz. Böyle bir duygu ve düşüncenin çocuğumuzun başarılı yada başarısız olacağını etkileyebileceğini neden düşünmüyor, onun için her gün birkaç dakikamızı  
Ondan neden esirgiyoruz?
Kırsal alanda yaşamakla kentlerde yaşamı sürdürmenin aynı değerde yada aynı güz ellikte olduğunu düşünemeyiz. Kırsal alandan güzelliklerin bulunduğunu umduğumuz kentlerimiz gerçekten insanların yaşamlarında bir güzellik bir kolaylık sağlayabiliyor mu. Kırsal alanda ki nimetlerle,külfetlerin kentsel alanlarda değişim gösterdiğini, onlara ayak uydurmanın pek kolay olmadığını peşinen kabullenmemiz gerektiği düşünündeyim. Bazı nimetlerin paylaşımında belki beraberlik sağlanıyor ancak kişisel nimetlerin paylaşımında birlikteliği gözetemiyoruz. O nedenle
Kentlerde çeşitli sorunların çözümlenmesi için insanların uzun kuyruklarda beklediklerine tanık oluyoruz. Tabana kuvvet deyip kuyruklar sizin olsun dostlar diyemiyoruz. Bir gün muhakkak onlarla birlikte olmak,aynı zorluğa göğüs germek zorunda kalıyoruz.
Geçen bir bankaya bir işlem için gittim. Hava soğuktu banka müşterilerinin rahat etmesi için yeterince bekleme koltukları koymuştu. Bende bir yer buldum oturdum.Elimdeki numaranın  ne zaman   sayaçta gözükeceğini beklemeye başladım. Oturanlar kadar da ayakta kalanlar vardı.Ayakta kalanlar kendilerine sıranın ne zaman geleceği konusunda yavaş, yavaş seslenmeye başladılar. Bir tanesi daralmış olacak ki ben ne zaman işimi bitirip köye gideceğim demeye başladı.
Kentler büyüdükçe sorunlarda ister istemez büyüyor. Hizmet alanları yoğunluğa göre verilmeye çalışılıyor. Ama nedense bazen kentlerin belli hareketli olan bölümleri diğer yerlere göre hizmet için öne geçiyor.
Geçtiğimiz yıllarda bir arkadaşım bulunduğu yörede ki hizmetlerin kendilerine ulaşmaması sonucu “ÇAMUR İÇERSİNDEYİZ” dercesine ayağına çizme giymiş, eylemi kent yöneticilerince dikkate alınmıştı.
Politikacılar eskiden kırsal alana ayrı bir değer verirlerdi. Şimdi kırsal alanda yaşayanların azınlıklar haline gelmesi sonucu hizmetlerin akışını da ister istemez etkilemektedir.
Kentlerde ki yaşantıları ve çok değişik insanlık manzaralarını ister istemez izlemekteyiz. Kentlerin çözümlenmeyen sorunları arttıkça, insanların hareketleri de elbette artacaktır. Bazı eylemlerin görülmesi ya da dikkate alınması için gösterilen tepkilere ve etkilere kulak asmak gerekir diye düşünüyorum.
İnsanımıza güzel bir hizmet için yola çıkan her bireye önemli görevler düştüğü kanısındayım. Hizmet için söz veren yöneticilerimiz neden hizmetleri veremediklerini insanımıza açıkça söylerlerse kentlerde ki yaşamın bugün kinden daha rahat olabileceği inancımı yineliyor, okurlarıma saygılar sunuyorum.