Dergiler, kültür-sanat hayatının er meydanıdır. Şiir söz konusu olduğunda ise dergilerin şiirin kırkpınarı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak…
21. yüzyılın Türkiye’sinde “Dergilerde Şiir ve Şiir Dergileri” diye bir konuyu irdeleyeceksek “Vara, vara vardığımız Karataş”ın yani sonucun sebepleri üzerinden yola çıkarak düşünmek zorundayız. Bir diğer deyişle olguları sebep-sonuç bağlamında irdelemek zorundayız. Sonuçlar üzerinde patinaj yapmanın ne kültür sanat dünyamıza, ne de şiirimize bir faydası olmaz. “Aydın gevezeliği” yaparak havanda su döveriz.
“Aydın gevezeliği”, olguları sebep-sonuç ilişkisi bağlamında analitik olarak irdelemek yerine sonuçlar üzerinde laf salatası yapmaktır. Bizce aydın olmanın düşünsel temeli olguları sebep-sonuç bağlamında irdeleyerek strateji belirlemek, taktik hamleler geliştirerek sürecin toplum hayatında yarattığı olumsuzlukları aşmasını hızlandırmaktır. Aydın, bu duruşuyla tepkimeyi hızlandıran katalizör maddeye benzer.
Biz “Dergilerde Şiir ve Şiir Dergileri” konusunu bu bakışla irdelemeye çalışacağız.
12 Eylül 1980’de Amerika’nın “Bizim çocuklar” dediği işbirlikçileri eliyle gerçekleşen darbe, Türkiye Cumhuriyeti’nin kırılma noktasıdır. Bugün yaşanan yatay-dikey hemen her sorunun sebebi Amerikancı darbedir veya darbenin uzantı dosyası durumlardır.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmamıştır. Burada şifre sözcük “değişim”dir. Diyalektiğin “her şey değişir” ilkesi, emperyalizm tarafından kendi çıkarlarına göre dönüştürülerek kullanılmıştır. Çürüme ve yozlaşmanın da bir değişim olduğu gerçeği ne yazık ki anlaşılamamıştır. Her değişimin “iyi ve güzel” olacağı öngörüsü algılara adeta çakılmıştır. Burada “toplum mühendisliği” ve “algı yönetimi” kavramları hatırlanmalıdır.
Bu süreçte Türkiye, emperyalizmin “toplum mühendisliği” uygulamalarının laboratuarı haline gelmiştir.
Emperyalizm, müdahil olduğu ülkelerde a) En gerici kesimlerle işbirliği yapar, etnik köken ve inançlar üzerinden toplumu ayrıştırır, b) Partiler, sendikalar, dernekler, vakıflar ve üniversiteler yoğun ilgi alanlarıdır. Bu yapılardan kendisine yandaş aydınlar devşirir, c) Bürokrasi ve ordu bir başka özel ilgi alanlarıdır, d) Medya üzerinden bütün toplumu yönlendirmeye çalışır.
Konumuzun öz teması şiir olduğuna göre şiir-egemen güçler ilişkisine bakalım.
Şiir, tarih boyunca insanın kendisini ifade etmede en eski söylemdir. Yöneten, yönetilen ilişkisinin kurumlaşmasıyla birlikte şiir, egemen güçlerin denetim altına alamadıkları veya zorlandıkları bir ifade biçimidir.
Tarih boyunca egemenler tarafından metalaştırılamayan nadir söylemlerden biridir. Bu durum egemenleri her dönemde rahatsız etmiştir. Egemenler, kendilerince stratejiler geliştirerek şiiri denetim altında tutmak istemişlerdir. Bu stratejinin sonucunda egemenlerin rahat bir yaşam güvencesiyle hizmetinde olan her kesimden insan arasında şairler de olmuştur. Ama şiir özünde egemenlere teslim olmamıştır. Para ile alınıp satılamayan doğası, şiirin özgürlüğünün güvencesi olmuştur.
Şiir kitabı için okurların ödedikleri fiyat kâğıt, baskı, dağıtım, kitapçı vb payıdır. Şair, şiiriyle geçimini sağlayan bir kişi değildir. Ama şair, şiirin maddi ve manevi bedelini hayatının her döneminde peşin ödeyendir. Burada şiiri boş vakit uğraşı, hobi olarak görenleri kastetmediğini hatırlatmak isterim. Şiir başlı başına bir yaşam biçimidir.
Dergilerin kültür-sanat yaşamının er meydanı, şiirin kırkpınarı olduğunu söyledik. Türkiye’de 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak dergiler, o dönemin ifadesiyle mecmualar, her konuda kültür-sanat yaşamının belirleyicileri olmuşlardır.
Şairin okuru ile yaygın anlamda buluştuğu yerdir dergiler. Oluşan edebiyat akımları, kendi dergilerini çıkararak toplumu ve sanat yaşamını etkilemeye çalışmışlardır.
Her genç şair kendi şiir anlayışına yakın gördüğü dergilerde şiirlerini yayımlatarak edebiyat dünyasında bir yer edinmeye çalışmıştır. Dergiler, şairlerin edebiyat yoklamasında “burada” diye seslendikleri yerlerdir. Dergiler, şiirleri kitaplaşacak şairin okurunu derlediği yerlerdir.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde genel yapı yukarıda özetlemeye çalıştığım gibidir.
Türkiye’yi şehir devletlerine ayırarak sömürgeleştirmek isteyen küresel çeteler kendilerine karşı çıkacak her yapıya çeşitli operasyonlar yaparak ve/veya yaptırarak “kazan-kazan”ı oynamıştır.
Giderek artan bir ivmeyle holding dergileri ile genelde kültür-sanat, özelde ise şiir denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Bunda da başarılı olduklarını söylemeliyiz. “Değişim” sözcüğünün küresel dayatmanın şifrelerinden biri olduğunu söylemiştik. Bir diğer şifre ise “ideolojik” ifadesidir. Toplumcu bir anlayışla insanı ve çelişmelerini anlayan sanat ürünleri “ideolojik” ifadesiyle ötelenmiş, karalanmıştır. “Komünist”, “Allahsız”, “kötü kadın” demenin yeni şekli “ideolojik”tir. “Bu şiirler ideolojik” ifadesinin de ideolojik bir yaklaşım olduğunu ne yazık ki itibar görmemiştir.
Küresel çeteler, nasıl yaşamın evrensel dinamiği olan “değişim” kavramını kendi stratejileri gereği yeniden tanımlamışlarsa “ideolojik” sözü de yeniden düzenlenerek, dolaşıma çıkartılmıştır.
Elmanın kurdu da kendinden…
Toplumları kendi içinde bölerek birbiriyle çatıştıran küresel çeteler kültür-sanat alanında da aynı yöntemi uygulamışlardır. Konumuz şiir olduğuna göre örneklerimizi şiirden verelim.
Dayatılan şiir, evvel emirde “ideolojik” olmayacaktır. Yani toplumsaldan insana ve insandan topluma bakan ve gören bir şiir olmamalıdır. Kimilerine göre “bireyi” anlatan bir şiir olmalıdır. Ama bu “birey” Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkıyla, Türk milletiyle kök bağını kesmiş biri olmalıdır. Kendi toprağından sökülmüş, kökleri kesilmiş bir ağaç nasıl ayakta ölürse öyle bir trajediye tutsak edilmiştir şiir ve şair. İthal bunalımlar şırınga edilen şair, halkın kendisini anlamadığından, okumadığından yakınmaktadır. Küresel çeteler bu arada halkla da yakinen ilgilenmekte, kitleler uydulardan serpme bir ağ gibi üzerlerine atılan medya tarafından “al-tüket-at” çağının köleleri haline getirilmektedir. Halka dayatılan bu değişim şair için etrafı dikenli tellerle çevrili bir yasak alandır. “Dikkat ideolojik alan girilmez” levhaları asılmıştır.
Dergiler holding yayını olunca elmanın kurdunun da kendinden olması gerekmiştir. “İdeolojik” olmayan sanat ve şiirin de kendisine uygun yayın yönetmenleri, “değişimin” sadık savunucuları ve eleştirmenleri de aynı dünyanın içinden seçilmiş ve atanmıştır. Bütün bunlar yaşanırken edebiyat ve şiir dergileri hayatın sarp ve dikenli yollarında telef olup gitmişlerdir. İsyancı şiir, düze indirilerek, holdingci dergiler eliyle ıslah edilmiştir. 
1994 yerel seçimleri bu süreçte bir başka kırılma noktasıdır. Refah Partisi yerel seçimlerde önemli belediye başkanlıklarını kazandığında “değişim” için yeni bir kanal daha açılmıştır. Hele İstanbul Büyükşehir Belediyesi…
İstanbul, sanatın başkentidir ve artık rivayet “Siyasal İslamcı” olduğunu söyleyen bir anlayışla yönetilmektedir. Mevcut anlayıştaki “demokrasi ve hoşgörünün” temelinde “bana dokunmayan bin yaşasın” anlayışı vardır. Holding dergilerinin koalisyon ortağı tırnak içinde İslâmcı şiir olmuştur.
Zaten 12 Eylül 1980’den sonra dayatılan sanat ve şiirin özü de “bana ne gerek sütlü börek” gibi bir bağlamdır.
“Siyasal İslamcı” anlayışın dergilerinde görünmek tıpkı holding dergileri gibi bir cazibe merkezi haline getirilmiştir. Marifet ise şüphesiz iltifata tabidir. Düzenlenen etkinliklerde şiir okumanın, tebliğ sunmanın elbette bir bedeli vardır. Bedeli ödeyen de düdüğü çalacaktır.
Şiiri metalaştıramayan egemen güçler belki de tarihin en büyük başarısını emperyalizmi küreselleşme diye boyayarak pazarladıkları bu çağda yaşamaktadırlar.
Bu çağda şiir dergisi çıkarmak, onu yaşatmak uzayda yaşanası bir gezegen keşfetmekten de zordur. Şiir dergisi yayın dünyasına katıldığında dağıtım apayrı bir sorundur. Çünkü dağıtım şirketleri de holdinglerin ortağıdır.
Şair-şiir-okur üçlüsü küresel çetelerin şeytan üçgeninde rehin alınmıştır. Kitap satışları hızla düşmüş, bunun sonucunda da basılan kitap sayıları düşürülmüştür.
Dergi-şiir ilişkisi bu noktaya getirilince şairin okuru ile buluştuğu er meydanı anılarda kalan hoş bir resim durumuna gelmiştir. Genç şairlerin usta-çırak ilişkisini soludukları dergiler yoktur artık
Büyük kentlerde resim atölyesi ifadesinden yola çıkan şiir atölyeleri açılmaya başlanmıştır. Malum, doğada ve doğanın bir parçası olan toplumsal yaşamda boşluk yoktur. Dergilerin yerini “şiir atölyeleri” ne denli doldurmuştur. Bu ayrı bir tartışma konusudur. Umarım tartışılacaktır.
Dergi-şiir ilişkisinde gelinen yerde şairin okuru ile buluşmak için tek düzlem kitap yayınlamak olmuştur. Şair, okuru ile buluştuğu, kendisini tanıttığı dergilerden yoksundur. Ki o dergilerin önemli bir işlevi de yeni çıkan şiir kitaplarını tanıtılan yerler olmasıdır. 
Gazetelerin haftalık kitap ekleri vermelerinin de dergi-şiir ilişkisinde irdelenmesi gerekir. Ama şu gerçeğin de altını çizmeliyiz. Dergicilik ve yayın dünyası holdinglerin etki ve yetki alanına girdikten sonra reklam silahı kitap ekleri için kaçınılmaz bir mali destek olmuştur. Böylece okura önerilen kitaplar ister istemez reklam veren holding yayınevlerinin eserleri olmak zorundadır. Yayın dünyasının küçüklerinin seslerini duyurmaları küreselleşme çağında “zor dostum, zor” şarkısı ile anlatılacak bir durumdur.
Şairin okuru ile buluşması için tek seçenek kitap demiştik. İşte bu durum yeni bir yayıncılık anlayışını da beraberinde getirmiştir.
Yayıncılık bir ticari faaliyettir. Ticaret söz konusu olduğunda kâr ile zarar kardeştir. Ancak bu yeni yayıncılık, ana hatlarıyla şu şekilde oluşmuştur. Şair-yazar, kitabının basımı için yayınevine bir ücret ödemektedir. Kimi yayınevi salt kitabın toplam baskı giderlerini ve artı küçük bir “kâr payı” almaktadır. Bir diğer anlayış, basım ücreti yayıncının insafına kalmıştır.
Ama şiir kitabı söz konusu olduğunda şiir-okur arasındaki damarlar kesildiğinden ve reklam için bir bütçeleri de olmadığından şiir kitaplarının okuru ile buluşması şairin özel çabasına kalmaktadır. Bu durumda en rahat kişi yayıncıdır. Yayınevi, bastığı kitabın maliyetini yazarından aldığı için kitabı eğer kendi satacak ise yapacağı her satış sıfıra yakın maliyettedir. Bu nedenle yasalara göre ticari bir işletme olan bu yeni yayıncılıkta kârın kardeşi zarar artık yoktur.
Dergilerin 12 Eylül 1980 darbesi sonrası aradan geçen 34 yılda ki bir asrın üçte biridir bu süre, gelinen nokta ve sonuç budur. 
Son söz gibi…
“Kanun, kanun”  diye gün gelir tepelenir ya hukuk… Bu amansız yolun taşları, “insan, birey insan” diyerek ama insanın ötelenerek, tepelenmesiyle döşenmiştir.
Artık insan, denizde olup da denizi bilmeyen balıktan da beterdir. Bir parçası olduğu doğup, büyüdüğü topluma karşı bakarkör olmuştur. Bu arada kendisine de körleştiğinin farkında değildir. Ne tümdengelim, ne tümevarım…
Tıpkı bir parçası olduğu toplum gibi doğaya da yabancılaşmış, ötekileşmiştir. Bu duruma 12 Eylül 1980’den sonra adım, adım döşenen taşlarla getirildiğinin ne yazık ki farkında değildir.
34 yıl geçmiş… Dile kolay… Bu yollardan beraber geçtik. Bu dönemde genelde aydınlar, özelde ise şair/sanatçı, bindiği dalı kesmiştir. Artık, çıktığı kabuğu beğenmeyen civcivi andırmaktadır. An gelmiş, şiir sözlükten seçilen kelimelerle yapılan yap-boz sanılmıştır. Türk şiiri, yakın geçmişiyle, hayatın gerçeği üzerinden hesaplaşmak zorundadır.
Türk şiirinin derin köklerinden gelen birikimi günümüz şairleri için sis çanı, deniz feneridir.
Dost acı söyler. Biz de söyledik… Hepsi bu…  
Meraklısı için ek:
Hani eğlencelerde oynanırken söylenen bir tekerleme vardır. “70… 80… 90… 100… A be karada yüz, denizde yüz… A be mecalim var… Her kime?”
Nereden mi hatırladım bu tekerlemeyi? ’80 şiiri, ’90 şiiri diye yapılan tırnak içinde tartışmalardan… Yıl 2014… Zararın neresinden dönsek kârdır. Türk aydını gerçeklerle yüzleşmek zorundadır.
*Antalya Sanatçılar Derneği'nin 30-31 Mayıs 2014 tarihleri arasında düzenlediği 13. Akdeniz Şiir Günleri'nde "Dergilerde şiir ve şiir dergileri" konulu Sempozyumda sunduğum bildiri...