Çetin Altan yazmıştı: 1966 Varto depreminde bir grup gazeteci, depremzede bir vatandaşın harabeye dönen evini ziyaret ederler. Ziyaret sırasında ev sahibi onları yemeğe davet eder. Gazeteciler, depremzedenin kendi ailesinden kayıp olup olmadığını sorarlar. Ev sahibi ''hayır'' der. Bunun üzerine gazeteciler yemek davetini kabul ederler. Yemeklerini yiyip evden ayrıldıklarında, gazetecilerin yanına gelen rehber ev sahibinin doğru söylemediğini, kendisinin ailesinden de iki kişinin depremde öldüğünü söyler. Gazetecilerin, kendisinin yemek davetini geri çevirmemeleri için, onlara ölüsünün olmadığını bilerek söylemiş.
Çetin Altan bu anekdotu, Kürt misafirperverliğine örnek olarak anlatıyordu.
Benzer bir olayın, Varto depreminden tam 46 yıl sonra benim de yaşayabileceğimi Van deprem manzaralarıyla karşılaştığımda öğrenmiştim.
Doğubeyazıt'da geçirdiğim Kurban Bayramı tatili dönüşünde, Van üzeri Hakkari'ye geçecektim. Deprem enkazı altındaki Van il merkezine vardığımda akşam üzeriydi. Şehir merkezinde Hakkari yol güzergahını sorarken, bana yolun kar nedeniyle kapalı olabileceğini söylediklerinde korkuya kapıldım. Çünkü Van'da kalabileceğim otel, öğretmenevi gibi yerlerin olmadığını, dolayısıyla kış soğuğunda geceyi nasıl geçireceğimin korkusu beni sardı.
Tam o esnada, yol sormakta olduğum bir depremzede durumumu fark etmiş olacak ki, beni yakında kurulu olan çadırlarına davet etti. Arabamı yakına park ederek birlikte ailesinin kalmakta olduğu çadıra yöneldik. Eşi, üç yetişkin kızı ve oğluyla toplam altı kişi tek gözlü küçük bir çadırda kalıyorlardı.
''Hoca hanım, sen bize tanrı misafiri ol. Yollar buzlu, karlı, kapalıyken bu durumda seni göndermeye içimiz razı gelmez. Mecburen geceyi birlikte geçireceğiz. Başka çaremiz yok, imkanlarımız bu kadardır'' dediler.
Müthiş duygulanmıştım. Teklifi kabul etmek dışında seçeneğim de yoktu. Ayrıca, depremzedelerin yaşamakta oldukları trajediyi yakından görme ve acılarını paylaşma isteğim de vardı.
Yağan yağmur ve karın etkisiyle içeri akan su damlalarıyla içerisi çok soğuk olan çadırın en ayrıcalıklı bölümü bana tahsis edilmek üzere aile bireyleriyle tanışma, yemek, çay faslı ve yaptığımız sıcak sohbetlerden sonra uyku saati geldiğinde, giyili olduğum kalın kabanım, başıma geçirdiğim kapişonumla iyice sarınıp sarmalanarak, üzerime örtülen bir kaç katlı battaniyelerle uykuya dalmaya çalıştım.
Gece boyunca yağan yağmur ve kar nedeniyle çadırdan su damlaları akıyordu. Aralıklarla gelen artçı sarsıntılarla korku ve heyecan içindeydim. Yöredeki herkes gibi onlar da bu duruma adeta alışmışlardı.
30 yıllık süregelen çatışmaların tahribatı yetmezmiş gibi, bu kez doğa afeti ''DEPREM'' onları can evinden vurmuştu.
Çevredeki acıklı deprem manzaralarının fotoğraflarını çekerken, bir yandan doğa felaketinin bu güzel insanlara yaşattığı acıyı düşünüyor, diğer yandan da dünyanın hiç bir kültüründe rastlanılamayan bu misafirperverlik geleneğini düşünüyordum...