III. Murat’ın çok sevdiği bir dalkavuğu varmış. Birgün yine övgüleri ve esprileriyle padişahı çok eğlendirdikten sonra iş alacağı ücrete gelmiş. Padişah keseyi uzattığında dalkavuk;

 “Durun hünkârım, ben bugün altın değil 100 sopa vurulmasını isterim.” demiş. Padişah nedenini sorunca da;

“Siz önce bir elli değnek vurdurun, ondan sonra söylerim”  demiş. Padişah emretmiş, dalkavuğu falakaya yatırmışlar. Elli değnek tamamlanınca dalkavuk;

 “Durun, benim bir ortağım var, kalan elli değneği de ona vurun”demiş. Ortağının kim olduğunu sormuşlar.

“Beni her gün davete getiren bostancı hünkârım. Her seferinde “-seni ben çağırdım ücretin yarısı benimdir-” diyerek yarısını zorla elimden alır. Mademki bugünkü ücret değnek, yarısıda onundur.” deyince III. Murat kahkahalar arasında bostancıyı çağırttırıp 50 değnekte ona attırmış.

Durun hemen öyle “dalkavuk” deyip geçmeyin. Küçümsemeyin. O zamanlarda dalkavukluk meşakkatli işmiş. Belki çok matah değil ama bir iş. Hem de kadrolu bir iş. Önemli devlet hizmetinde bulunan her efendinin mutlaka bir dalkavuğu var. Efendisinin moralini düzeltmek ve şaklabanlık yapmakla görevli bu gariplerin işi zannedildiği kadarda kolay değil. Ayrıca o zamanlar çok rağbet edilen bir meslekte değil. İtibarı olan bir meslek hiç değil. Fakat her önüne gelen de dalkavuk olamıyor. Türlü türlü sınavlardan geçiyorlar. Hatta Osmanlı zamanında yaptıkları işin zorluğu nedeniyle dalkavuklar bir loncaya bağlı olarak çalışırlar ve iş sigortaları bile yapılırmış. Anlayacağınız dalkavuklar bir meslek icra ediyor. Para kazanıyor. Çoluk çocuğunun karnını doyuruyor. Kolay değilmiş öyle, o zamanlarda dalkavuk olmak. Çaba gerektiriyor, ince zekâ gerektiriyor. Susmakla olmuyor, konuşman gerekiyor. Güldürmen gerekiyor. Güldürürken düşündürmen gerekiyor. Adamlar yeri gelince kimsenin cesaret edipte söyleyemediği gerçekleri şakaya vurarak bir çırpıda söyleyecek kadarda yüreklilermiş. Bizim dalkavukta sopayı yemişse de diyeceğini de demiş. Hepimizi güldürdüğü gibi padişahı da çok güldürmüş. Hem güldürmüş, hem düşündürmüş.

Gel zaman git zaman dalkavuklarda değişmiş!…Efendilerde değişmiş!...Dalkavuğun bir çok çeşidi çıkmış piyasaya. Kimisi el öpmekten hoşlanıyor, kimisi ayak öpmeyi tercih ediyor. Kimisi susuyor, kimisi ağzından salyalar akarak övüyor. Kimi çanak tutuyor, kimi çanak yalıyor. Kimisi yerlerde paspas. Kimisi de sadece “ağamın lafının üstüne laf söylemem” diyor. O zamanlarda ki dalkavuklar hiç değilse açık açık kendilerine“dalkavuk”, diyor, “soytarı” diyor. Şimdikiler adını bile gizliyor. Efendisini sadece öven dalkavuklar türedi etrafta. Çünkü, efendiler artık eleştirilmeden övülmek istiyor. Öyle tek bir tane dalkavukta kesmiyor adamları, etrafında ki herkesten dalkavukluk bekliyor. O nedenle bugünkü dalkavuklar efendilerini koro halinde övüyor. Sonra güçten düşen efendilerine hep birlikte sövüyor. Sonra tekrar yeni efendiye methiyeler dizerek göreve devam... ne yaparsın, bir kısır döngü işte…“Gidene yallah, gelene eyvallah”. O günden bugüne değişmeyen tek şey dalkavukluğun kurumsal bir meslek olmasıdır. Günümüzde de geçerliliğini koruyan kurumsal bir meslek. Tek farkı; o devirlerde sadece önemli devlet işi yapanların bir tane dalkavuğu varken, bugün her kurumda gerekli gereksiz her efendinin birçok dalkavuğu var. O zamanki dalkavuklar bu işten hem para, hem sevap kazanırken; şimdiki dalkavuklar bedava günah kazanıyor.

Peygamberimiz bile “beni aşırı methetmeyin” demişken bugünün dalkavuklarını da, efendilerini de anlamakta güçlük çekiyorum. Her dediğine “evet” diyen dalkavuklara alışmış efendiler, düşüncesini açıkça söyleyeni hain ilan ediyor. Artık kimse üst düzey dalkavuklar yüzünden “kral çıplak” diye bağırmıyor. Efendisinin tapkını olan sapkın dalkavuklar ise, yıkama ve yağlama işlerinde sınır tanımıyor. Onun içinde adamlar zalimliği hak, zulmü hoş görüyor. Vallahi! önce şu dalkavuklara bir dur demek lazım diye düşünüyorum.  Ayrıca Peygamberimiz de; “-meddahları gördüğünüz zaman yüzlerine toprak serpiniz-” demiş. Haydi serpelim….Doyarlar mı bilemem.  Efendiler!...Dalkavuklar!.... gözünüzü toprak doyura.. Saygılarımla.

Leyla YARGI MANTAR

[email protected]