Sosyal medyayı etkin kullanan kimselerden olduğuma inanırım. Farklı dünya görüşlerinden, farklı inançlardan binlerce arkadaş ekli facebook sayfamda. Zaman zaman paylaşımlara bakıyorum, iyilik, güzellik, dürüstlük, dostluk, güzel ahlak ve inanç vb. gibi birçok konuda o kadar güzel sözler yazılar, düşünceler paylaşılıyor ki, okudukça içimdeki hümanist duygularım okşanıyor.
Bunlar, bahsettiğim konulardaki yorumları, okuduğum zaman hissettiğim duygular. Ancak öyle zamanlarda öyle olaylara tanık oluyorum ki nasıl oluyor da insanlar, söyledikleriyle, yaptıkları arasında bu kadar tezat duruma düşebiliyorlar diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Sonra bakıyorum ki düşünürken içini karanlık bir üzüntü kaplıyor, bu karanlık derinleşiyor, derinleşiyor, derinleşiyor… Üzülmekten ve kendimi üzmekten başka bir şey yapamadığımı görüyorum.
Çağımız toplumunun en büyük hastalığı nedir? “Stres” İşte bu üzüntüler beni strese sokuyor. Çok mu zor özü sözü bir olmak! O nefsimiz yok mu, öyle bir perde indiriyor ki kalplerimize, şeytan öyle oyunlarla alıyor ki aklımızı başımızdan, bir anda unutuveriyoruz az önce duvarımızda paylaştığımız sözleri.
            Nefis denilen o canavardan kaynaklanan, tezat duygular içerisinde yaşayan insanlarla bir arada olabilmek sanırım en büyük başarı. Ah şu nefsimiz yok mu?
 
Şair ne güzel dizelemiş;
 
Nefis denilen akrep dolanıp bedenlerde,
Zehir verir sinsice kirlenmiş zihinlere,
Menfaatin adı hayat şartı olmuş da,
         Bedava selam vermez evladı babasına? (Alıntı)