G. Orwell (1903- 1950) “1984” isimli romanını “korku ütopya”sı olarak tam 1984 yılında okumuştum. Nereden bilecektim, “Büyük Birader Seni Gözetliyor!” gerçekleşeceğini! Bütün kavramların ters yüz edildiği, bir şekilde yolu kesişme ihtimali olanların bile etiketlendiği ve ihbar edildiği dönemleri yaşayacağımızı söyleselerdi, olur mu yahu, bu neticede bir roman, karşı ütopya derdim.
Ütopya’nın aslında bize söylenildiği gibi, olmayan ve/ya hayali ülke olmadığını, ideallerden, temel ilkelerden asla vazgeçilemeyeceği ilkesinden hareketle, yaşanılan sorunlara nihai çözümler üretene kadar ad hoc/geçici önerilerle hayat idame edilirken, medinetü’l-fazıla tasavvurlarıydı. Ya da erdemli, refah ve felah içinde yaşanılmasının önündeki en büyük engelleri karşı ütopyalarla dile getirmekti.
“1984’ romanında dünyada üç büyük blok vardır. Okyanusya (İngiltere - ABD ve Avrupa); Astosya (Çin,. Japonya vb.); Avrasya (Doğu Avrupa ve Rusya). Bu üç büyük bloğun güçleri dengelidir; dolayısıyla savaş çıkmaz. Ancak devamlılıklarını sağlamak için karşı bloklar hakkında düşmanlıklar beslenir; ufak sınır çatışmaları yaşatılır. Böylece insan¬lar savaşın devam ettiklerini zannedecekler ve gergin olacaklardır.
Yakın döneme kadar ülkemizin her tarafı düşman diye bilirdik. Sonra sıfır sorun ve komşuluk ilişkileri dönemi başladı ve ülkem AB standartlarını yakalama çabasıyla önemli gelişmeler yaşadı, çevre Arap ülkeleri de bundan etkilendi, umutları yeşerdi. Gerçi bütün Arap devletleri kabilevi yönetimlerdi ve sınır kargaşası çoğunda vardı. Arap ülkelerinde Türkiye merkezli örnek, 2010 yılı itibarıyla ivme kaybetmeye başladı ve şu an Libya, Mısır, BAE resmen bizi protesto ediyor. Suriye ve Irak durumu malum zaten.
Neyse bunlar malumu ilam; 1984 romanından mülhem diyeceğim şu ki; İşhid ile esenlik ve barışın simgesi olan Peygamberimizin temel öğretisi ve mührü, şiddetin, terörün simgesi haline dönüştü maalesef.  Şimdi de, iki zıt rivayet var, Horasan diye bir örgüt daha çıkacak ve ABD ile diğer Batılı güçlerin Suriye’ye yönelik işgali meşruiyetini sağlayacak daha sert bir şiddet dalgasına yol açacakmış.  Haberlerden birisine göre, Suriye’nin işgali ve Rusya’ya karşı uluslararası alanda elini güçlendirecek bir terör örgütü olarak devreye sokulan İşhid yeterli olmadı, Horasan çıkacak diyor; diğeri böyle bir örgüt yok diyor! Herhalukarda “Horasan” ismi niye seçildi, onun müzakeresini yapmak istiyorum. 1984 romanında Yönetime karşı çıkılmaması için dillerde değişiklik yapılmıştır. Her kelime zıt anlamıyla tanınır hale getirilmiştir. Artık “savaş, barıştır”, “özgürlük ise esaret” olmuştur. Burada kavramsal bir kargaşa yaratarak sanal bir tarih, mutlak tarih şeklinde sunulmaktadır.
•HORASAN İSMİ DE NERDEN ÇIKTI?
Eğer yakında bir bu isimle bir terör örgütü çıkarılırsa, bilin ki, Arap ve Fars kültürünün güncel simgesi olan iktidar kavgası selefilik ve Şiilik adı altında bölgenin sürekli istikrarsızlık yayıyor ya, bunun dışında kalan Maturidi-Hanefi kültür ve bunların gönüllere hitap eden Yesevi geleneği de oyuna dahil edilecektir! Çünkü Horasan erenleri, elinin emeği, gözünün nuru ile geçinen ve Atayurt’tan (İç Asya) kalkıp,  Ön Asya (Anadolu) yürüyen, buraların yurtlandırılıp vatan kılınmasında öncülük yapmış alperenlerden oluşur.
Bunların dilinde şiddet, öfke, kavga yoktur. Bunlarda tebliğ söz ile değil hal iledir. “İş kutsaldır, geçim elinin emeğidir; Hak ehli halk içredir; göz ayağa bakmak, gönül Allah’a varmak içindir; insanı sev, kötüye iyilik eyle” diyen bir yapıdır. Anadolu'ya gelen Ahmet Yesevi dervişleri, kimseye el açmayan, elinin emeği ile geçinen, toprağa, vatana, devlete ve dine bağlı, prensipli, disiplinli ve örnek insanlardı. Melami niteliği bundan dolayıdır, rahmetli babamın “oğlum gölgen bile kimseye ağır olmayacak” sözü buradandı galiba!
Melamimeşrep Horasan alperenleri  İslam’ın Anadolu toprağıyla terkibiydi.  Üstad Sezai Karakoç’un ifadesiyle, Selçuklu ile müslümanlaşan Anadolu kendini ancak, büyük bir metafizik hamleyle koruyabilir ve büyük bir tarihi oluşla yeniden kurabilirdi. Bunu da Ahmed Yesevi’nin müridleri olan Horasan alperenleri gerçekleştirdi.
Horasan alperenleri Anadolu insanına yaşama ümidi ve mücadele gücü verdiler. Halkın yıkılan maneviyatını yükselttiler. Birlik ve beraberliğin sağlanmasında, dayanışma ve direnme gücünün artmasında müspet rol oynadılar. Öte yandan diğer dinlerin mensuplarına karşı da son derece müsamahâlı davrandılar. Onları din değiştirmeye zorlamadılar. Bu insani davranışlarıyla Müslümanlığın Anadolu'da en ücra köşelere kadar yayılmasını ve benimsenmesini sağladılar.
•Horasan bölgesinin Tarihsel ve Güncel Konumu 
Horasan Türk ve İslam tarihi açısından büyük öneme haiz bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın unsurları İran, Afganistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Özbekistan'ın bazı bölgelerini kapsar. Buralar, İpek yolunun ana mihverlerinden biri olup, Türklerin göç tarihine, tarihsel, sosyal ve kültürel yapısındaki değişim ve dönüşümlere karşılık gelir.
Son yıllarda ismi belirtilen yerlerdeki görülen kaos ve karmaşanın arka planında bu bölgenin yani İpek yolunun 2. hattının yeniden medeniyet mihveri olması yatmaktadır. Mevcut enerji kaynaklarının ve enerji geçiş hatlarının önemli bir kısmını bu bölgeler veya bu bölgelerle irtibatlı olduğunu gördüğümüz zaman gerek ulusal gerekse uluslararası alanda yaşanan sorunların çözümünün bölgeyi iyi okumak ve analiz etmekten geçtiği görülmektedir.
Bu noktada Horasan’ın önemini bir de kültürel açıdan değerlendirmek gerekir. Çünkü Horasan’ın önemi pek çok dini ve felsefi akımı barındırmasından da kaynaklanmaktadır. Horasan Yahudilik, Nesturilik, Zerdüştlük, Maniheizm, Budizm, Şamanizm gibi pek çok din hakkında önemli tarihi verilere sahip bir yer olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bölge, İslam dini merkezli olarak incelendiğinde ise, dini ilimler tarihinde de çok önemli bir yere sahip olduğu ortaya çıkacaktır. Tefsir, kıraat, hadis gibi ilimlerde önemli âlimler burada yetişmiştir.
Özellikle Türklerin büyük çoğunluğunun fıkıh anlayışını oluşturan Hanefi mezhebi açısından çok önemli bir yerdir. Hanefi mezhebinin yayıldığı, görüşlerinin öğretildiği hükümlerinin uygulandığı ilk bölgelerin başında Horasan gelir. Hanefi mezhebinin ve görüşlerinin yayıldığı en belirgin şehir, Belh olmuş ve bu bölgedeki fakihlere “Belh meşayihi” denilmiştir. Bu horasandaki fıkhi faaliyetlerinde bir göstergesidir.
1071 Malazgirt Zaferi'nin öncesinde ve sonrasında Anadolu'ya Horasan'dan gelen erenler, alp-erenler, tahta kılıçlı yiğitlerin yetiştiği yerler olan tasavvufu dergahlarının işlevini de  da özellikle vurgulamak gerekir. Belh, Nişabur ve Merv şehirlerinde ortaya çıkan tasavvufi ekoller ve bunlara mensup olanlar göç yolları boyunca etkili olmuştur, buralarda islamın yayılmasına ve toprakların yurtlandırılmasına ön ayak olmuşlardır.
O dönemde zühhad adı altında bir grup ortaya çıkmış ve sufilerin faaliyetleri yoğunluk kazanmıştır. Hamdun el-Kessar, Ebu Said-i Ebu’l Hayr gibi büyük sufiler tarafından temsil edilen Horasan Melametiyyesi’nin tasavvuf anlayışı daha sonra pek çok sufi tarafından benimsenerek devam ettirilmiştir.
Bunlar arasından Muhyiddin İbnu’l-Arabi, Evhadüddin Kirmani, Fahreddin’i Iraki, Necmeddin i Daye, Sadreddin Konevi, Müeyyidüddin i Cendi, Saiduddin el-Fergani, Afifüddin et-Tilimsani ve Mevlana Celaleddini Rumi gibi ilimler bulunmaktadır. Horasan bölgesinde yaygın tarikatlar arasında Yeseviyye’nin de büyük önemi vardır. Dolayısıyla Anadolu ve kültürünü anlamak, Horasan ve bölgesini anlamak ve oranın ruhunu içselleştirmekten geçmektedir
Horasan alperenlerinin bir diğer önemi de şu noktada ortaya çıkar: İslam’la tanışan Türkler temel-öz niteliklerini kaybetmek şöyle dursun yerine yeni değerler ilave ederek Müslüman=Türk diye anılmaya başlamıştır. Nitekim İslam’ı kabul etmeyen ve diğer göç yollarını kullanan Türkler kimlik kaybına uğramışlar ve dönüşmüşlerdir. (Hun/Macar, Hazar; Bulgar, Volga Kama Türkleri gibi) Bu da Talas Savaşı sonrasının iyi değerlendirilmesiyle anlaşılacak bir durumdur. Bu açıdan Türklerin benliğini koruyan besleyen ve onu dışarıya aktarabilecek bir konuma getiren Horasan kavramsallaştırmasının çok iyi anlaşılması gerekmektedir.
Bununla birlikte diğer damar yani İslamiyet öncesi (Şamanist) Türk kültür yaşantısında önemli olan ozan-baksı geleneğinin dönüşerek, Anadolu kültürünün kodlarını belirlemeye devam ettiğini söylemek gerekir. Bu bağlamda şamanistik dönemde başlayan süreç, Orta Asya'nın ozan baksılarından günümüz Ozan Barış'ına (Barış Manço), Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş’a kadar uzun bir silsileyi oluşturduğunu söylersek, şiddet ve terör ile özdeşleştirilen bir Horasan tipolojisinin tahribatının boyutlarını daha iyi anlayabiliriz.
•Şanlı Tarih Sendromu mu?
İç Asya ve Ön AsyaTürkiye’nin son onlu yıllarda sosyo-politik anlamda gösterdiği ilerleme, demokratikleşme ve kültürel açıdan tarihsel kodlarını keşfetme süreciyle paralel gidiyordu.  Bu açıdan modern dünyanın popüler kültür yaklaşımıyla gündemden düşürülmeyen "içindeki gücü keşfet!" söylemi, kendi köklerimiz bağlamında düşünüldüğünde Anadolu'nun iç dinamiklerinin güncellenmesi bağlamında önemli bir yer tutuyordu. Ama şimdi ters bir rüzgar esti ya da biz “şanlı tarih sendromu”na yakalandık, tedbiri elden bıraktık!
Ön Asya; yani Anadolu’yu yurt yapan, burayı bir “Türk eli” kılan temel dinamiklerimizin temeli İç Asya; yani Atayurt, (Semerkant, Buhara ve Horasan) merkezlidir.  Bu anlamda, "Horasan'dan ışığını alan Anadolu; dünyayı aydınlatacak." cümlesi, sloganik bir çıkıştan öte medeniyet bazında bir derinliği içeriyordu.
Türkiye Türkleri varlıksal olarak Anayurt/Anadolu’dalar, ama bilgisel temelleri olarak Atayurt, Horasan, Buhara ve Semerkant merkezlidir. Bunu bütün dünyaya yansıtacak bir merkezdir artık Anadolu ve Türkiye Cumhuriyeti!
•Jeopolitik konum
Kara Hakimiyet Teorisine göre,
buraları dünyanın kalbidir. Seyhan, Ceyhan (Sir ve Amu Derya) ırmakları ve Aral gölü civarında yerleşen Türkler, burada ve diğer bölgelerde çok sayıda devletler kurmuşlardır. Özellikle Çin’den başlayarak Akdeniz ve Karadeniz kıyılarına kadar ulaşan İpek Yolu’nu hâkimiyetlerine alarak, Doğu ile Batı kültür ve medeniyetleri üzerinde etkili olmuştur. Türkler, Doğu ile Batı âlemini birbirine bağlayan ve yüzyıllarca medeniyet mihveri olan İpek Yolundaki yerleri fethetmişler, zaman ve mekânın şartlarına göre egemenliklerini pekiştirmişler, gittikleri her bölgeyi Atayurttan aldıkları temel değerlerle “vatan”laştırmışlardır. Bu nedenle dünya siyasi coğrafyasında birçok Türk(eli)  vardır ve Anadolu’ya yüzyıllar öncesinde Türkeli, yani Türklerin yaşadığı yer anlamını Batılılar vermiştir. 
Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti kültürel silsilesinin ve Anadolu’yu yurtlaştırmalarının temelleri Horasan’da atılmıştır. Osmanlı'yı kuran Ertuğrul Gazi liderliğindeki Oğuzların Bozok Kolunun Kayı Boyu, Horasan bölgesinden Anadolu'ya gelmiş ve I. Alaaddin Keykubat tarafından ilk olarak Ankara Karacadağ'a yerleştirilmiştir. Söğüt ve Domaniç kendilerine yaylak ve kışlak olarak verilmiştir.
1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonra bir kez daha huzuru kaçan Anadolu'da siyasi, sosyal ve ekonomik çalkantılar yaşanmıştır. Halka adil davranan iyi eğitilmiş devlet adamları, 1299'da Osmanlı Devleti'nin kuruluşuyla adeta Horasan geleneğinin devamını gerçekleştirmişlerdir. Tabir-i caizse, bu millet, Horasan Harcı ile yoğrulduğundan üç kıtada yüzyıllardır, adalet ve barışın simgesi olarak hükümran olmuşlardır.
•Gönüllerin Fethi:
Horasan ve Horasan merkezli kültürün vurgulanmasıyla Anadolu'ya gelen Horasan erenlerinin, alim ve arif tavır ve tutumlarıyla bölgenin fethine hazır bulunuşluk sağlamışlardır.
Horasan erenleri (İmam Rabbani, Şah Nakşibendi, Muhammed Baki Billah, Abdullahi Dehlevi ve buna benzer birçok gönül sultanı)  bu coğrafyada yetişmiştir. Müridlerini simgesel olarak çok önemli olan tahta kılıçlarıyla sürekli Batı istikametine yönlendirerek, insanların gönüllerini fethet göndermişlerdir. Nitekim sözlük anlamına baktığımız zaman Horasan terimi, güneş anlamına gelen hur  ile gelen veya doğan anlamlarına gelen asan kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Bu şekilde güneşin doğduğu yer anlamına gelen Horasan, adından mülhem tarihte hep bir aydınlık merkezi olmuştur.
Gönül fatihlerinin yanı sıra fıkıh alanında İmamı Azam ve itikad alanında İmamı Maturidi gibi mezhep imamları, İmamı Buhari ve Tibrizi gibi hadis alimleri, Fahrettin-i Raziler gibi tefsir ve astronomide mahir alimler Horasan’ın aydınlık toprağında yaşamışlardır ve Türk İslam medeniyetinin mimarları arasında yer almışlardır.
•SONUÇ:
Şimdi Sünnilik ile kendini özdeşleştirdiğini söyleyen İşhid ve Şii çatışmasına Horasan diye bir örgüt daha katılırsa, Hanefi ve maturidi özgürlükçü geleneğin son kalesi olan ve on altı yıldız devleti simgeleyen Türk geleneğinin nasıl devre dışı bırakılacağını bir düşünün lütfen!
“Kafir bile olsa kimsenin kalbini kırma! Çünkü kalp kırmak, Allah Tealayı kırmaktır” diyen bir gönül yapısı Peygamberimizin mührünü şiddet ile özdeşleştiren İshid’ten daha beter bir konumda sunulacak bütün dünyaya!
Eğer böyle bir şey gerçekleşirse, Horasan'ın damarlarından gürül gürül akmış olan erenler, alp-erenler, yiğitler; Anadolu'nun kaderini değiştirmişdi; yakın dönemde bölgenin kaderini değiştirmeye başlamalarının da önü kesilmiş olacaktır. Çünkü bu güzel insanları yetiştiren coğrafyanın İslam güneşiyle aydınlanması sonucu esenlik ve barış ile anılan alp eren tipolojisi de artık terör ile özdeş haline gelecektir.
Horasan alperenlerinin tebessümleri Moğol zulmünün umutsuzluğunu  silmişti. Şimdi Batı, kendisinin İslam ülkelerine yönelik bütün ekonomi politik (Haçlı) seferlerini karşılayan Oğuz Kaan torunlarının en hassas olanlarının ismini kullanarak bu geleneği terör ile özdeşleştirerek intikam alacak.
Not: Bayramımız kutlu olsun demek isterdim. Ama Arife günü (03/10/2014:00.10) kaleme alınan bu yazı, aslında “Bayram bizim neyimize, kan damlar yüreğimize” ifadesidir.