Geçtiğimiz haftalarda, Felix Baumgartner isimli extrem sporcucusu, 38.900 metre yükseklikte, yani uzaydan, dünyaya bir atlayış gerçekleştirdi. Ben de dünyanın birçok yerindeki insanlar gibi nefesimi tutup internet üzerinden canlı olarak bu inanılmaz rekor denemesini izledim. Düşünsenize, 0.02 mm kalınlığında, 850 bin metreküplük helyum balonunun taşıdığı 1360 kilogramağırlığındaki kapsülle 2 saat 40 dakikada gökyüzüne çıkıyorsunuz ve daha sonra, yaklaşık 38 bin 900 metre yükseklikten kendinizi boşluğa bırakıyorsunuz. İnişiniz ise, yaklaşık 4 buçuk dakikası paraşütsüz serbest düşüş olmak üzere ki bu düşüş esnasında bilincinizi kaybetme riskiniz de var, paraşütle birlikte toplam 10 dakika sürüyor. 20.000 metre yükseklikten sonraki basınç insanoğlunu iliklerine kadar parçalayabilecekken sizi koruyan üzerinizdeki özel kıyafetiniz. Hepsi bir tarafa atlayışı gerçekleştirdikten sonra başarılı olma ihtimaliniz ise yüzde yirmilerde. Rüzgâr hızını dahi milim hata yapmadan ayarlamanız gerekli. Daha kötüsü o yüksekliğe çıktıktan vazgeçtim deme şansınızda yok. Kimse gelip sizi almayacak, ya atlayacak ya atlayacaksınız. Çünkü düşünmeye veya cesaretinizi toplamaya yetecek kadar oksijeniniz de yok. Kapsülden çıktıktan sonra var olan oksijen size en fazla on dakika yeter. 
Buraya kadar fiziksel şartları genel olarak değerlendirdim. Peki siz olsanız orada ne hissederdiniz, hiç sordunuz mu bu soruyu kendinize? Dünyaya uzaydan bakıyorsunuz, tüm ihtişamıyla ayaklarınız altında dönüyor. Ama siz artık orada değilsiniz, geri dönüp dönemeyeceğiniz de bir muamma. Ne malınız ne mülkünüz, ne alacaklarınız ne borçlarınız, ne dostlarınız ne düşmanlarınız, ne de dünya malı anlamında değer verdiğiniz bir başka şey aklınızda. Tek istediğiniz dünyaya tekrar dönüp hayata yeni bir sayfadan başlamak. Açıkçası bu soruyu çok defa kendime sordum: “acaba ne hissederdim?” diye. Aklıma dünyevi anlamda hiçbir şey gelmedi. O an dünyanın en üst mertebelerini, en büyük zenginliklerini de önüme koysalar, sağlıklı ve sıhhatlice yere inip bir an önce evime gitmekten başka bir şey istemezdim sanırım. Felix de, atlayışından sonra verdiği bir röpte de benim düşüncelerimi benzer şeyler söylemiş zaten. Çılgın sporcu, kapsülün kapağı açılıp dışarı çıktığında, o anda neler hissettiğini, Zaman gazetesinin internet sayfasında okuduğum bir yazıda şöyle özetliyor. “Dünyanın tepesindeyken kibrinizden eser kalmıyor. Ne kıracağınız rekorları ne de elde edilecek bilimsel verileri düşünüyorsunuz. Tek isteğim, sağ salim dünyaya geri dönebilmekti.” 
Bu yazıyı, şöyle bir durup dünya hayatımıza dair düşüncelerimizi belki gözden geçiririz diye yazdım. Yaşadığımız evrende o kadar küçük varlıklarız ki. Ne kadar küçük olduğunuzu anlamak için Felix gibi uzaya çıkmamız mı gerek? Hayat, kırgınlık, dargınlık veya düşmanlıklara zaman ayıramayacak kadar kısa. Hayatı, dostluk ve muhabbet içerisinde bir arada, mutlu bir şekilde yaşamak, istedikten sonra elbette mümkündür diye düşünüyorum. 
“Ömür dediğin üç gündür; dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür; o da bugündür” hepinize hayırlı ömürler dilerim.