Genel seçimlerin ardından egosu yüksek uzun adam çıkıp: “herkes egosunu bir kenara bıraksın” deyince insanlar dumura uğradılar. Ne yapsaydı uzun adam? Seçimlerin ardından “başkan” olamayacağını anlayınca, bindiği demokrasi treninden atlasa mıydı? Ya da ne bileyim, “çözüm” pazarlıklarında kullandığı âkil adamlarla yeniden poz verip Altın Saray’daki Mağdur’u mu oynasaydı? Ne de olsa o bir Zenci Türk idi, tüm imkansızlıklar içinde dahi 1150 odalı kaçak sarayda din adamlarına iftar yemeği bile vermişti.
Seçim sonuçları malum: Yerinde sayan CHP, yetersiz yükselişte olan MHP, düşüşe geçmesine rağmen birinci parti olan AKP…  Ancak bana kalırsa 7 Haziran seçimlerinin en kârlısı, aldığı oyu ikiye katlayan HDP oldu. Yıllarca hem iktidar ve hem de muhalefetin zayıflığından güç alan terörün siyasi yüzü, bu defa bukalemun gibi çalıştı. Güya Türkiye’nin partisi olacakmış diye yıllarca sokaklarda yaktırdıkları Türk Bayraklarını ilk defa bazı seçim meydanlarında kullandılar.
Türkiye’nin doğusunda her daim baskı ve zorbalıkla blok oylar çıkarırken, bu defa büyük şehirlerden de oy aldılar. CHP’nin genel başkan yardımcısı Murat Özçelik “ben ve çevremdekiler HDP’ye oy verdik” dedi. Seçimden önce Kemal Kılıçdaroğlu ve eşi, HDP’nin TBMM’ye girmesini istediklerini söylediler. Seçim gecesi CHP’liler YENİLGİ’yi halaylar çekerek kutladılar. Genel merkezin önündeki kimi CHP’liler ekranlara çıkarak ailelerinin yarısının HDP’ye oy taşıdıklarını söylediler. Yani % 10 barajını HDP’ye geçirtip Tayyip’in BAŞKANLIK hevesini kursağında bıraktıklarını kutluyorlardı. Görünüşe göre onların pek çoğu CHP’li filan da değildi. Sadece barajı eskiden beri geçen bir CHP’ye şeklen tutunmuş, ruhsuz bir kuru kalabalıktı onlar. Ve başardılar; böylelikle, içki masalarında memleket kurtaran ve Türkiye’nin doğusuna belki de hiç gitmeyen Masa Başı Solcularının da desteğiyle İstanbul ve İzmir’den de HDP’ye ciddi bir oy geçişi olduğu görülüyor.
ALEVİLİK FAKTÖRÜ: Pek çok kişiyi rahatsız edebilir. Ama pek çok kişinin dile getiremediğini yazmamız ve konuşmamız gerekiyor… Laikliği savunanlar! AKP’nin dini siyasete alet ettiğini düşünenler! Tayyip Erdoğan’ın Sünnicilik yaptığını söyleyenler! Sözlerim sizleredir…
CHP’nin içerisindeki örtülü Alevicilik’ten bahsetmek istiyorum. Deniz Baykal’ın genel başkanlığı bırakmasının ardından “bu bizdendir” diye Ankara’ya koşarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu delice bir ihtirasla tahtına taşıyanlar yani… Bugün Baykal aday olsa, Kılıçdaroğlu’nun yarısı kadar bile oy alamaz kurultaylarda. Çünkü yıllardır tabandaki etkin kitlesi Alevilere dayanan CHP’de ilk kez Alevi birisi genel başkan oluyordu ve bu onlar için çok önemliydi. Burada elbette Kemal Kılıçdaroğlu’nu tenzih ediyorum. Onun ne Deniz BAYKAL’ın gidişinde ne de CHP’de eskiden beri kemikleşen bu yapıda bir vebali yoktur. Ancak bu yapı onun genel başkan olmasıyla kendiliğinden daha da güç buldu. CHP ilçe başkanları, pek çok ilçe yöneticisi, belediye meclis üyeleri hep birbiriyle bir ekipleşme içindedirler. Ve parti tabanının ezici çoğunluğu Alevilerden oluşmaktadır. Açıkça dillendirilmese de halk nezdinde, CHP’li bazı Belediyelerdeki “mezhep tandanslı” yapılardan rahatsızlık duyulduğu bilinmektedir. Bu tıpkı AKP çekirdeğindeki “mezhepsel” yapının ağırlığına benziyor. Yani eğer LAİKLİK konusunda ahkam kesilecekse eğer, bu saplantılardan herkes sıyrılabilmelidir.
Selahattin Demirtaş’ın da Alevi olmasının, oy kaymalarında etkili olduğunu düşünüyorum. Son dönemlerde AKP’nin “çözüm süreci” adı altında Kürtlerden oy alma hayalleriyle Oslo’dan Dolmabahçe mutabakatına uzanan yolda verilen ödünler, bunun yanı sıra Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığından itibaren “şeker çocuk” imajıyla teröristten devşirilen “sol” kimlikli bir lidere dönüştürülmesi,  CHP’den HDP’ye oy geçişlerini hızlandırmıştır. Gerçekçi olmak gerekirse, burada kendileri açısından en başarılı mücadeleyi HDP’liler vermişlerdir. Kaypak olabilirler, terörist PKK’nın sözcüleri olabilirler, silah bırakmayabilirler. Ancak buna rağmen kendileri açısında çıtayı hem Türkiye hem de Avrupa’da yükseltmişlerdir.
Malum: Suriye’nin kuzeyinden eli-ayağı sağlam Arap veya Kürt erkekleri, ülkelerini savunmayarak kaçtılar ve Türkiye’ye sığındılar. Sınırı geçemeyen kadınlar ve çocuklar ise katledilmeye devam ediyorlar. Hava destekli koalisyon güçleri ve PKK-PYD teröristleri İŞİD’le savaştırılıyor. Türkmenlere sınır kapılarımız zamanında açılmadığı için pek çoğu sürüldü ya da katledildi. Aynı şekilde IŞİD, hem Suriye’de hem de Dünya’da çapında terör estiren bir güç oldu. Fransa’da bir saldırı daha yapıldı. Bir ileri bir geri savaş sürüyor ve olan kadınlarla masum çocuklara oluyor. İki milyonun üstünde sığınmacının yanı sıra yenileri de ülkemize gelmeye devam ediyorlar. Bu arada ABD, Kürt Koridorunu yavaş yavaş Akdeniz’e taşıyor. Türkiye’yi AKP iktidarı yoluyla Suriye bataklığına iten ABD, tereyağından kıl çeker gibi hedefine ilerliyor. Artık eski Suriye’nin yerinde yeller esiyor.
Cumhurbaşkanımız da çıkmış, Türkiye’nin güney sınırında bir Kürt devletine izin vermeyeceklerini söylüyor. Günaydın! Bunu Beşar Esad’ı düşman ilan etmeden önce düşünseydi iyi olurdu tabi ama geç de olsa durumu kavramış görünüyor. Yani en başından ABD’nin yapmak istediği zaten buydu da anlayacak noktaya gelinmesi çok şeylere mal oldu.
Güneyimizde çok ciddi bir tehlike var. Ve bunlar olurken bizim siyasi partilerimiz elbette öncelikle bir hükümet kurmak zorundadırlar. Ancak muhalefet partilerinin her biri seçimden önce AKP ile koalisyon kurmak istemediklerini, seçimden önce beyan etmişlerdi. % 40’ın üstünde oy alan AKP’yi bir kenarda bırakıp diğer üçünün % 60’ı temsil eden bir koalisyon kurması çok daha imkansız görünüyor. Burada en tutarlı görünen kişi MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’dir. Şu veya bu şekilde 40 bin kişinin katili bir terörist örgütlenmenin temsilcisi olan HDP’yle elbette yan yana gelinmemelidir ve her ne olursa olsun kurulacak koalisyon da Anayasa’nın temel ilkelerine bağlı ve milli bütünlükçü ilkelere dayanmalıdır.
Ne yazık ki çözüm süreci adıyla yürütülen “özerklik pazarlıklarından” da anlaşılacağı üzere AKP’nin bu işte günahı büyüktür ve bu süreçten HDP güçlenerek çıkmıştır. Daha seçimden hemen sonra “Apo teröristine özgürlük ve silah bırakmayız” nidalarıyla gerçek kimliklerini hatırlatan etnik-bölücü HDP’liler, erken seçime gitmemek için her türlü koalisyon formülüne sıcak bakmaktadırlar. Artık barajı geçerek % 13 oy aldıklarına göre devletten mali yardım da alacaklardır. 7 Haziran’daki genel seçimde % 25 alan CHP, % 16 alan MHP ve hatta % 40 alan AKP de erken seçime gitmek istemeyecektir. Hem oy oranları değişmeyecektir, hem seçim ekonomisine gidilecektir, hem de milletvekillerinin pek çoğu daha yeni kazandıkları koltuklarını bir anda bırakmak istemeyeceklerdir.
Geriye kalan seçenekler belli: AKP-CHP koalisyonu mu? Yoksa AKP-MHP koalisyonu mu?
Bir yanda çok sesli ve çok başlı CHP, diğer yanda yek vücut ve disiplinli MHP…
Bir yanda çözüm sürecine ılımlı yaklaşan CHP, diğer yanda bu süreci kökten reddeden MHP…
AKP’ye bakarsanız, çözüm sürecinden uzaklaşmış gibi bir hali var. Türkiye’nin güney sınırındaki PKK yapılanmasından rahatsız görünüyor. Ancak herkesteki “kırmızı çizgi” AKP’de yok. Umurunda bile değil, yeter ki iktidarını sürdürsün yani…
Bunlar olurken, siyasi sahneye yeniden Deniz BAYKAL çıktı ve Meclis’e geçici başkanlık etti. Ben kalıcı TBMM başkanı olmasını da arzu ederim doğrusu. Böylesine iyi yetişmiş, deneyimli bir siyasetçiyi pek çoğumuzun özlediğini düşünüyorum. Umarım bu defa kendisinin bilgi birikiminden faydalanabilirler.
Görüldüğü gibi siyaset ayrı bir dünyadır; koalisyon da yaparsın, dans ta edersin. Konuşmakta acele ederek AKP’yle koalisyon masasına oturmayacaklarını söyleyen muhalefet partileri, artık gerçeklerle karşı karşıyadır. En belirgini de şudur: Ya başka partiye emanet oy dağıtmadan tek başına iktidar olursun!.. Ya da
kuzu kuzu gidip koalisyon masasına oturursun…