Hem sistem, hem kişiler değişmeli. Türkiye’de muhalefet değişmeden iktidar da değişmeyecektir. İktidarın değişmesini isteyen muhalefetin kendisi, çok uzun bir süreden beri değişime kapılarını kapatmış durumda. Kendisi değişmeyen bir yumru, bir hastalıklı yapı, iktidarı değiştirmeye kalkıyor.

Değişmeyen tek şey değişim diyorsanız, sizi değiştiremeyen şey nedir? Neden değişmiyorsunuz, neden koltuklarınıza yapışıp kaldınız, neden hep aynı yüzler siyaset arenasında dolaşıyor, neden siyasi hatalarınızı kabullenip istifa etmek ve görevi devretmek yerine sürekli kendinizi savunma ve karşı tarafı suçlama halindesiniz?

Kendisinde devrim yapamayan başkasında devrim yapamaz diyorsanız, neden kendinizde bunu denemiyorsunuz? Sürekli aynı hataları yaparak farklı sonuçlar almayı beklemek, sürekli şaibeli ve beceriksiz kadrolarla yol almaya çalışmak, sürekli seçim sandıklarından oy çalınmasını engelleyemeyen bir muhalefet olmak…

Yenilgiye alışmak, yenilgiyle ve muhalefette kalarak küçük dünyasında yaşamaya devam etmek… Milletvekilli olarak birkaç yılda emekli olabilmenin sağladığı sınıfsal avantaj ve sülalesini kapsayan sağlık hizmetlerinden ve sosyal statüden vazgeçemeyen ayrıcalıklı KAST sisteminin bir parçası olmak…

Ekonomik enkaza bağlı olarak gelişen kişilik erozyonlarının olduğu bir ülkede, bir defa seçildikten sonra hiçbir milletvekili istifa etmeye, sürekli muhalefette kalsa bile TBMM’den ayrılmaya taraftar olmayacaktır. Ve hiçbir işe yaramadan, sadece cevaplarını alamadıkları soru önergeleri vererek ya da TRT’den yayınlanan Meclis konuşmalarında sinirleniyor gibi yaparak dönemlerini tamamlayacaklardır. Üstelik açlık sınırının altında maaşla yaşayan ya da işsizlikle hayatı çöküntü içinde kalan halk kitleleri umurlarında bile olmadan, kendi maaşlarına utanmadan zam yapacaklardır; hem de iktidar ve muhalefet tüm siyasi partilerin milletvekillerinin kirli elleri milletvekili maaşlarına, yani kendilerine zam yapmak üzere kusursuz bir uyumla havaya kalkacaktır…

Türkiye’de SEÇİM yapmak bir İLLÜZYON’dur…

Yıllardır, başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere başarısız bir muhalefet hareketi yürütülüyor. Başarının ölçüsü nedir? Başarının ölçüsü iktidar olmak ve yönetim koltuğuna oturmaktır. Ancak 21 yıldır AKP tek başına iktidardır.

Oylar çalınıyor, muhalefet aciz durumda seyrediyor. CHP dahil, Millet İttifakı (6’lı İttifak) ve diğer tüm siyasi partiler 2002 yılından sonra gelişen oy hırsızlığını önleyememişlerdir. Bu görev, başta TBMM’de bulunan muhalif siyasi partilerin mücadelesiyle olmalıydı. Çünkü hem milletvekillerinin siyasi dokunulmazlıkları var, hem de TBMM’deki siyasi partiler devletten büyük miktarda para yardımı almaktadırlar. Başta ana muhalefet partisi CHP’yi destekleyen yandaş televizyon kanallarını da göz önüne alırsak, oy hırsızlığına karşı savaşmak üzere ellerindeki imkanların, Meclis dışındaki siyasi partilere oranla çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.

Elbette AKP medya kanallarının çoğunluğunu ele geçirmiştir ancak muhalefetin de elinde imkanlar vardır. Özellikle CHP’nin olanakları, diğer muhalif partilere oranla oldukça fazladır.

Oysa kısıtlı imkan ve olanaklara sahip olan Meclis dışındaki diğer muhalif siyasi partiler bu konuda daha büyük mücadele verdiler. Ellerinden geldiğince seslerini sosyal medyadan duyurmaya çalıştılar. Ne AKP iktidarının yandaşı TV kanalları, ne de CHP yandaşı TV kanalları Atatürkçü, laik ya da sol, sosyalist merkezli siyasi partilere televizyon kanallarını açmadılar. Nadiren mikrofon uzattıkları Atatürkçü siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları ya büyük ölçüde sandığa gitmedi ya da parlamento tercihinde CHP dışındaki küçük siyasi partilere oy verdiler. Cumhurbaşkanı seçiminde ise Kemal KILIÇDAROĞLU’na verilen destek, sahte/hayalet seçmen listelerinin temizlenemediği gerçeği de göz önüne alınırsa, yetersiz kaldı ve Tayyip ERDOĞAN üçüncü kez Anayasaya aykırı olarak Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

CHP Yasal Mücadele Vermeliydi!

1) Tayyip ERDOĞAN, Anayasanın 101. maddesine göre 3.kez aday olamazdı. Peki, muhalefet ne yaptı? Örneğin, televizyon ekranında konuşan CHP milletvekili ve “hukukçu” Sezgin TANRIKULU, Tayyip ERDOĞAN’ın “mağdur” olmasına ve mağduriyet yönünde siyaset yapılmasına karşı olduklarını söyledi. Ve CHP, Anayasanın “3.kez cumhurbaşkanı olunamayacağı” yönündeki 101. Maddeye rağmen ERDOĞAN’ın adaylığına karşı çıkmadı ve Erdoğan’ı sandıkta yenebileceğini sandı. Oysa HKP, DOĞRU Parti gibi siyasi partiler bu yönde mücadele verdiler.

2) CHP, Tayyip ERDOĞAN’ın tartışmalı üniversite diploması üzerinden yıllardır hiçbir hukuki mücadele yapmadı. Bununla ilgili yine parlamento dışındaki siyasi partiler ya da kişilerin verdiği mücadeleyi, yazılan kitapları, makaleleri görüyoruz. Üçüncü kez cumhurbaşkanı olan Tayyip ERDOĞAN açısından, başta CHP olmak üzere parlamentodaki muhalefet, bulunmaz bir nimetti…

3) Anayasaya göre 14 Mayıs 2023’te yapılan Genel Seçimlere, yeni seçim kanununa göre gidilemezdi. Hukukçulara göre 6 Nisan 2022’de kesinleşen yeni seçim kanunu bir yıl sonra uygulamaya konabilirdi ancak seçim takvimi 60 gün önce başlayacağından 14 Mayıs 2023’te yapılacak seçimde eski seçim yasası uygulanabilirdi ve Tayyip ERDOĞAN aday olamazdı.

 4) CHP tüm bu yasal mücadeleleri vermeliydi. Konuyu Avrupa İnsan hakları mahkemesine götürmeliydi. Ancak CHP’nin yapamadığını duayen hukukçu Turgut KAZAN yaptı ve Tayyip ERDOĞAN’ın 3. Kez adaylığını AİHM’e taşıdı.

5) CHP bir yandan hukuki mücadele verirken, diğer yandan da oyların çalınmasını engelleyebilirdi.

Oyların çalınması varsayımında 2 yöntem var:

Birincisi, oy verme gününe yönelik planlar söz konusu. Örneğin YSK, muhalefetin parmak boyası önerisini reddetmişti. Bunun yanında,  oy pusulaları olağandan fazla basılıyor, neden? 64 milyon 191 bin 285 seçmen oy kullanacak ise neden 249 milyon 670 bin oy pusulası basılır?

Sonuçta, seçim günü medyaya yansıyanlar; sandık günü oy kabinine 3 oy pusulasıyla girenler, sandığa gitmeden nüfus cüzdanları bir kişinin eline verilenler, MHP’nin hiç oy alamadığı Güneydoğu bölgesindeki sandıklardan birinci çıkması…

İkincisi ve asıl önemli olan ise 6,7 MİLYON HAYALET SEÇMEN vakası… İşte seçimlerden önce muhalefetin tespit edemediği, bunu söyleyen ve sesini duyurmaya çalışan sivil toplum kuruluşları veya Doğru Parti Genel Başkanı RİFAT SERDAROĞLU’nun bir yıldır bas bas bağırdığı ve köşe yazılarında yazdığı gerçek oy hırsızlığı… CHP, ağzıyla kuş tutsa bile böyle bir seçimi asla kazanamazdı ve asıl mücadele, sahte seçmenlerin silinmesi ve güncellenen gerçek seçmen listeleriyle seçime gidilmesini sağlamak olmalıydı.

Sorulması gereken en önemli sorulardan biri de seçmen listelerine kaç sığınmacının dahil edildiğidir…

Hayalet seçmenlerin, seçim günü “oy kullandı gözükmesi için” bir kişi 25 yerde oy mu kullandı?

Milletvekili pazarlıkları, mutabakat metinleri ve Cumhurbaşkanlığı tartışmalarıyla bir yılı boşa geçiren Millet İttifakı, SEÇSİS sistemindeki kara delikler tarafından nasıl yutuldu?

6) Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Millet İttifakı’nın aldığı yanlış kararlar neticesinde Sadullah ERGİN gibi Fetöcüler CHP listesinden aday yapıldı. Ve Cumhur İttifakı, TBMM’ye baskın bir iktidar olarak yeniden girdi. Atatürkçü, laik halk kitleleri sandığa taşınamadı.

7) Deprem bölgesinde iktidar nasıl muhalefetin üzerinde oy alır? Henüz can kaybının netleşmediği bölgede kurulan sandıklara muhalefet sahip çıkabildi mi? Görünen o ki, hayır…

Sonuçta, bir yıldır söylediğimiz gibi, “AKP kaybedeceği seçime girmez, kaybetmemek üzere hazırlık yapıyor” tezi doğru çıktı. Çünkü diktatoryal rejimlerin seçim yoluyla gitmesi, neredeyse olanaksızdır. Üstelik mevcut iktidar sadece diktatör olmakla kalmayıp, pek çok yasa dışı iddiaların merkezi konumundadır.

Cumhuriyet Halk Partisi’nde değişim beklentisi var.

CHP kendini hem sistem olarak yenilemeli, hem de siyasi aktörler tümüyle değişmelidir. Bana kalırsa yönetim derhal çekilmelidir, çünkü bu yönetimle parti içinde demokrasinin önünün açılması ve dolayısıyla sistemsel bir değişikliğin yapılmasının imkanı yoktur.

Yazık, gerçekten çok yazık… ATATÜRK’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi, gericilerin ve bölücülerin içine sızdığı bir yapıya dönüşmüş ve Türkiye’nin geriye gitmesine hizmet eder hale gelmiştir.

Türkiye’de 2002 yılından sonra yapılan tüm seçimlere hile karıştığı iddiaları çok daha güçlü şekilde dile getiriliyor. T24 yazarı Füsun Sarp Nebil, köşe yazısında şunları aktarıyor:

“Seçmen sayısı nüfusa göre neden 6,7 milyon fazla? 2023 seçiminde de tuhaflık var. Önceden gelen “seçmen x nüfus farkı” daha fazla açılmış. seçmen sayısındaki artış hızı, nüfusun artış hızının 2 katı olmuş. Yani 2018 seçimine göre nüfus 3,8 milyon artarken, seçmen sayısı 5,6 milyon artmış. 2007-2023 arasında sayı olarak söylersek, nüfusumuzun 14,6 milyon artmasına karşılık, seçmen sayımız 21,4 milyon artmış. Yani 16 yılda 6,7 milyon fark var. Başka deyişle, toplam seçmen sayısının yüzde 10,5’u. Bu yüksek farkın nedenini acaba bize YSK, partiler ya da nüfus işlerinden birileri açıklayabilir mi? Çok merak ettik ve çözemedik.

Adrese dayalı nüfus sayımının başladığı 2007’den bugün yani 2023’e kadar geçen 16 yılda -nereden geldiğini anlamlandıramadığım- seçmen sayısında 6,7 milyonluk bir fazlalık var. Bu zaman aralığında nüfus 15 milyon artmış, seçmen sayısı ise 21,4 milyon artmış. Bu 6,7 milyonluk seçmen artışı için YSK’nın açıklama yapması gerekli.”

Görülen o ki, Türkiye’de seçim yapmak bir illüzyondur, yanılsamadır. Gerçekte, seçilmesi önceden planlanmış olan kişi, oy oranlarını seçmen kayıtları üzerinden belirleyerek kazanacağı sistemi ayarlamaktadır. Hepimiz yanılıyoruz, hepimiz…