Büyük önder ATATÜRK’ün 23 Nisan 1920’de TBMM’yi kurduktan sonra, 3. kanun olarak meclisten geçirdiği “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın Kuruluşu Yasası” Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk çalışma hayatını düzenleyen yasa olmuştur.

1921’de Ereğli bölgesi için 114 sayılı “Zonguldak ve Ereğli Havza-i Fahmiyesinde Mevcut Kömür Tozlarının Amele Menafi Kanunu” ve 151 sayılı “Ereğli Havza-i Fahmiye Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanunu” ile bölgedeki kömür ocaklarında 18 yaş altındaki çocukların çalışması yasaklanmış ve 8 saat’den fazla çalışma durumunda iki kat mesai ücreti ödenmesine hükmetmiştir. Ayrıca, madenlerde işverenlerce hekim ve eczacı bulundurma ve iş kazası sonucu ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesi zorunluluğu getirilmiştir.

1923 yılında ise; İzmir iktisat Kongresinde işçilerin çalışma süresi 8 saat (madenlerde 6 saat) olarak kabul edilmiş ve madenlerde 18 yaş altında olanlar ile kadınların çalıştırılması yasaklanmıştır. Ayrıca, maden ve orman işleten şirket sahipleri çalışanlarına ev yapmak veya kiralarını karşılamak zorunda kılınmıştır.

1924 yılında 394 sayılı “Hafta Tatili Kanunu” ile çalışanlar için önce Cuma günleri, 1935 yılında Dünya ile artan ticaret nedeniyle 2739 sayılı “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun” ile Pazar günü hafta tatili olarak kabul edilmiştir.

1926 yılında 818 sayılı “Borçlar Kanunu” ile işçilerin iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ortaya çıkan sorunların işverenlerden hukuki yollar ile haklarını alabilmesi için hükümler getirilmiştir.

Bu kararlar göstermektedir ki işçi hakları Yeni Türk Devleti’nin önemsediği konuların başında gelmektedir.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde daha çok kömür ocaklarındaki işçilerin haklarına yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Fakat 1930’lu yıllara gelindiğinde bağımsız ekonomi politikası doğrultusunda ortaya konan çalışmalar sonucunda sanayi planları yapılarak millî iktisat düşüncesiyle sanayi tesisleri kurulmaya başlamıştır.

1930 yılında 1593 sayılı “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” ile iş ortamında kadın ve çocukların korunmasına yönelik önemli hükümler getirilmiş ve 50 kişinin üzerinde işçi çalıştıran işyerleri için hekim bulundurma ve revir yapma zorunluluğu getirilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonrası Versay Anlaşması uyarınca evrensel ve kalıcı barışın ancak sosyal adalet temelinde olabileceği görüşü ile çalışma haklarının iyileştirilmesi hedefinde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 1919 yılında Cenevre’de kurulmuştur. ATATÜRK’ün Kurtuluş Savaşını başlatma kararı aldığı yılda kurulan ILO’ya Kurtuluş Savaşı bittikten ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmasında çok kısa bir süre sonra 06.01.1932 yılında üye olması, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ekibin Türk işçisine ne kadar çok değer verdiğinin bir göstergesidir.

1936 yılında ise 3008 sayılı “İş Kanunu” Türkiye Cumhuriyetinin modern anlamda ilk kanunu olması açısından da önemlidir. Ayrıca, çalışma hayatını düzenlemek için tam 35 yıl geçerli olan 3008 sayılı kanuna bağlı olarak birçok Tüzük çıkmıştır.

1945 yılında 4763 sayılı kanun ile Çalışma Bakanlığı kurulmuş ve 4792 sayılı “İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortalar Kanunu” yürürlüğe girmiştir. Ardından, 1964 yılında 506 sayılı “Sosyal Sigortalar Kanunu” ile çalışanların hakları daha düzenli bir hale getirilmiştir.

1967 yılında çıkarılan 931 sayılı “İş Kanunu” 1971 yılında 1475 sayılı kanun ile modern hükümler ile daha da geliştirilmiş ve 36 yıl yürürlükte kalarak çalışanların hakları için yenilikler getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliğine girme hedefinde uyum sürecinde ki görevlerinden biri olarak 2003 yılında 4857 sayılı “İş Kanunu” yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla birlikte 50 adet Yönetmelik ve 5 adet Tebliğ yayımlanmıştır.

Son olarak da 20.06.2012 tarihinde “İş Sağlığı ve Güvenliği” adında özel olarak 6331 sayılı kanun yürürlüğe girmiştir. 4857 sayılı kanuna dayalı eski Yönetmelikler bu kanuna bağlı olarak peyderpey yenilemiş ve hala da yenilenmektedir.

Aslında, şu anda çalışma hayatını düzenleyen 2 kanunla yönetilmekteyiz. 4857 sayılı kanunla çalışanların çalışma hayatındaki hakları düzenlenirken, 6331 sayılı yasa ile İş Sağlığı ve Güvenliği konuları düzenlenmiştir.

2012 yılından önce Türkiye’de İSG uzmanı (A, B ve C sınıfı) sayısı 650 civarında iken hızla artarak günümüzde İSG uzman sayısı 200 bin kişiye ulaşmıştır. Ayrıca, Üniversitelerde İş Sağlığı ve Güvenliği Mühendislik ve Fen bölümlerinde zorunlu ders olarak, diğer bölümlerde ise seçmeli ders olarak okutulmaya başlanmıştır. Birçok üniversitede Tezli ve Tezsiz Yüksek Lisans programları açılmış ve çok azında ise Doktora programları açılmıştır. YÖK Üniversiteler Arası Kurulu (ÜAK) üzerinden İSG alanında Doçent unvanı almak isteyen öğretim üyelerinin başvuruları kabul etmiş ve son iki yıldır da Doçent unvanı alan birkaç öğretim üyesi bulunmaktadır. Önümüzdeki yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı İSG konusunda farkındalığı artırmak için İlköğretimden başlamak üzere tüm okullarda İSG derslerinin okutulmasını planladığını belirtmiştir.

Yukarıda bahsetmiş olduğum üzere, Türkiye Cumhuriyetinde İSG konusunda 100 yıllık süreçte çok hızlı gelişmelerin olduğunu gör sekte, maalesef iş kazaları ve meslek hastalıkları konusunda ortaya çıkan resmi istatistikler bile korkunç rakamlara ulaşmıştır. Cumhuriyetimizin 2. yüzyılında nitel anlamda yapılanlar ile değil de nicel anlamda sahaya yansımış iyi sonuçları görmeyi arzu ediyoruz.

Bir başka yazımda İş Sağlığı ve Güvenliği konusunda çeşitli istatistik sonuçları ile Dünya’da ve Türkiye’de ne durumda olduğumuzdan bahsedeceğim.