Ergenekon davasında 13 Aralık’ta verilmesi beklenen kararla birlikte yeni bir dönemece doğru gidiyoruz. Ergün POYRAZ’la 2007’de başlayan tutuklamaların, 2012’ye kadar beş yıl boyunca devam etmesi inanılır gibi değil. Bu süre boyunca Ergün Poyraz, yıllarca mahkeme önüne çıkarılmadı, duruşmalara alınmadı, bu yıl içerisindeyse duruşmalardan men edildi. Bu davada avukatlar bile arandı, tutuklandı. Ve intihar eden askerler oldu. Cezaevindeyken, çocuklarının ölüm haberini alanlar oldu. Sağlık nedenleriyle her hafta “tutuklu ölümleri” yaşanmaya devam ediyor. Uzun tutukluluk süreleri ve tutuklu gazeteciler nedeniyle AB tarafından AKP’ye sert açıklamalar geldi. 

Genç teğmen Mehmet Ali ÇELEBİ’nin cep telefonuna karakoldaki polislerce “sehven” Hizbultahrir terör örgütüne ait telefonlar yüklendi. İftira çetesi cezalandırılmadı. Levent GÖKTAŞ, üzerinde parmak izi olmayan kırık bir CD delil gösterilerek tutuklandı, TÜBİTAK bu CD’nin Levent Göktaş’ın tutuklanmasından 6 gün sonra oluşturulduğunu ortaya koydu. Yine iftira çetesine bir yaptırım uygulanmadı. Yarbay Mustafa DÖNMEZ, Zir vadisine silah gömdüğü gerekçesiyle tutuklanmıştı, hem de üzerinde parmak izi olmayan bir kroki nedeniyle. O günlerde yer altından çıkan bazı mühimmatlar da birkaç gün öncesinden oraya konulmuş gibi tertemiz çıkıyordu. Albay Cemal TEMİZÖZ, faili meçhullerden sorumlu tutuldu, Cizre’de tarif edilen yerde yapılan kazıda çıkan kemiklerin “hayvan kemikleri” olduğu anlaşıldı. Kaçma şüphesiyle tutuklanan TSK mensuplarından bazıları yurtdışından, bazılar değişik illerden kendileri gelerek “özel görevli savcılara” ifade verdiler ve tutuklandılar. Birçoğu neyle suçlandığını hâlâ tam olarak bilmiyor ve sahte delilleri reddediyorlar.

Yüzlerce asker, siyasetçi, gazeteci-yazar, bilim adamı sahte delillerle ve “gizli” PKK’lı tanıkların ifadeleriyle tutuklandılar. Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa “tutuklu milletvekilleri dönemi” yaşandı. Yandaş basını ve yalan haberleri midemiz bulanarak izledik. Buna mukabil, Deniz Feneri gibi gerçek bir skandalı perdelediler. Ergenekon tutuklularını susturabileceklerini sandılar ama onlar Silivri’de kitap yazmaya ve Hasdal’da onurlarıyla yaşama tutunmaya devam ettiler. Televizyonlarda her gün ATATÜRK’e sövme yarışı yapıldı. Cumhuriyet dönemini “zalim”, Osmanlıyı “demokratik” ilan ettiler. İktidar partisi AKP’ye biat edenler, bu davalar boyunca yapılan adaletsizliklere karşı aleyhte konuşamadılar, haksızlıkları benimsediler. Gerçekleri anlatan medya üzerinde ağır baskılar kuruldu, gazeteciler tutuklandı. İşçi Partisi genelbaşkanı Doğu PERİNÇEK tutuklandı, ardından oğlu Mehmet PERİNÇEK de tutuklandı. İstanbul Üniversitesi araştırma görevlisi Mehmet PERİNÇEK, Rus arşivlerinden “Ermeni soykırım yalanıyla” ilgili belgeleri bulup kitaplaştırmıştı. Yani devletin yapması gerekeni kendisi yapmış, ödüllendirilmek yerine cezalandırılmıştı.

Ergenekon ve Balyoz’da yaşananlar, 1894 yılında Fransa’da bir çöp kutusunda bulunan imzasız mektup nedeniyle 12 yıl boyunca aklanmayı bekleyen yüzbaşı Dreyfus davasına çok benzetildi. Fakat orada bile hiç kimse sahte delil hazırlamamıştı ve imzasız mektubu yazan gerçek kişi sonradan bulunmuş, intihar etmişti. Bizdeyse Ergenekon ve Balyoz davaları, Türkiye’de bitmiş olan “hukuk” ve bitirilmek istenen “Cumhuriyet” rejimiyle, kirletilmek istenen ATATÜRK’ü işaret ediyordu. Gittikçe devletin kadroları kanun ve nizamdan uzaklaşarak, üç kuruşluk cemaat reislerinin talimatlarıyla hareket eder hale geliyor. İnsanlar bugünün sorunlarını değil, örneğin başbakanın ağzına yapıştırdığı Dersim ve İsmet Paşa’yla oyalanıyor. Başbakan sinirli ve gergin bir ruh haliyle her gün yeni bir şeyler ortaya atıyor ve bunların yapılmasını zorluyor. Eğitim sistemindeki köklü değişiklikler, kürtaj yasağını tartışmaya açması, başkanlık hayalleri, Cumhuriyet bayramını yasaklama girişimleri, dış politikada özellikle Suriye politikasındaki başarısızlıklar, Kürecik’e radar üssü, Suriye sınırına patriyot füzelerinin yerleştirilmesi kararı ve daha bir yığın günlük tartışma ve atışmalar. Kısacası memleketimizdeki insanların güncel problemleri değil, konuları saptırma ve yanlış dış siyaset üzerinden yaratılan gerginlikler insanları bıktırmış durumda. 

13 Aralık’taki Ergenekon duruşmasından her ne karar çıkarsa çıksın, esasında yargılananlar, hapishanede yatan vatanseverler olmayacaklardır. ABD çiftliğinden casusluk yaparak bu ülkenin başına çorap örenlerle, ona yataklık ve maşalık yapanları, günün birinde “tarih” kendisi yargılayacaktır. Çünkü güneş balçıkla sıvanmayacaktır. Sıvamaya çalışanlar da sadece tarihin değil, zamanı geldiğinde gerçek adaletin pençesinde kendilerini mutlaka bulacaklardır.