Memlekette medya sektörünü şöyle bir ele alsak. Sektöre emek verenlerin sayısı yüzelliyi geçmez. Elinizde bulunan yüzelliyi ister kırk ile çarpın isterseniz elli  ile sonuçta altı ile sekiz bin arasında bir rakam çıkar.
            Eh işte nüfusu beş yüz bin civarında olan Çorum’da gazete okuyanda, yazanda koca vilayetin yüzde beşi kadar bir şey. Yüzde beş kadarda şöyle bir resmine bakıp geçeni varsaydığınızda son yıllarda gelişen  interaktif medyayı da buna eklerseniz memleketin yüzde onbeşini zor bulursunuz. Dilerseniz bu hesabı memleketteki gazete ve toplamda tiraj sayısı hesabından da yapabilirsiniz. Sonuçta hesap aynı kapıya çıkar. Dolayısıyla okuyanlarda yazanlarda birbirilerini üç aşağı beş yukarı tanırlar.
            Yirmi yıla yakın zamandır yazı yazan bir kalem sahibi olarak ifade etmeye çalıştığım bilgiler neticesinde 10 Ocak çalışan gazeteciler günüyle ilgili yazı yazmazsam olmazdı. Malum bir 10 Ocak  daha geride kaldı. Kaldı kalmasına ama verilen demeçler, yapılan vaatler, mesajlar, kutlamalar falan derken geride polemiklerle geçirilecek olan 364 gün daha var.
            Lafı fazla uzatmayalım. Gazetecinin genelde pek dostu olmaz. Bir başka ifade ile gazeteciler pek sevilmez. Nedenine gelince gazeteciler mesleğin gereği zülfü yare dokunan insanlardır. Onun içindir ki insanlar genelde gazetecilere karşı hep temkinli davranırlar. Hatta; “Gazeteci değil misiniz? Size güvenilmez” sözü son yıllarda moda olmuştur.
            Toplumun menfaatlerini ön planda tutan gazeteciler ise bu laf sokmalara pek aldırış etmez ve kamu adına doğru olanı yerine getirir ve topluma ışık tutar. Zaten mesleğin en zevkli, en doğru ve en güzel yanı da budur.
            Bir de gazeteciler arasında süregelen polemikler vardır. Hatta bazıları bu polemiği  o kadar ileri götürür ki çoğu zaman bu durum sanki sizi dinleyen insanların hiç başka işi ve sorunları yokmuşçasına kafa ütülemeye kadar vardırılır. 
            Mesela bazıları vardır ki; köşe yazarlarını gazeteci olarak kabul etmek istemezler. Bu durumda siz onu külahıma anlatın desem yeridir. Sektöre omuz verenlerin gazetecilikleri kilo ile tartılmış olsa bence en çok yazı yazan, analiz yapan ve yorum yapanlar bu tartıda ağır basar diyorum. Bu bağlamda cepte taşınan bir kart ile gazetecilik yapılmıyor; gazetecilik yazı ile, kafa ile yorumla, analizle ve gündem oluşturabilmekle yapılıyor ve yapılmalıdır derim.
            Eğer siz bu tezleri kabul etmiyor ve hayır köşe yazarı gazeteci değildir ısrarcılığında bulunuyorsanız o zaman sizin gazeteciliğiniz güdük kalır. Sonuçta gazetenizin köşelerinde sizlere omuz veren entelektüel insanlara  bu düşüncelerinizi ifade etmekte güçlük çekersiniz.
            Bu bağlamda gazeteyi sadece haber yapan, yanında reklam ve ilan alan bir yapı olarak görüyorsanız bu hepten olmaz. Her şeyden önce gazeteler toplumu aydınlatan, analiz yapan, gündemi takip eden ve devamında da kültürel ve sosyal mesajlar veren son derece önemli örgütlerdir. Konuyu bu merkezde değerlendirdiğinizde gazeteleri muhabiri, dizgicisi, baskıcısı, dağıtıcısı, yönetmeni, yazarı ve çizeri ile birlikte değerlendirmek  gerekir.
            Aksini iddia ediyorsanız ya siz çok biliyorsunuz, ya da bu işi ulusal manada yapanlar hiç bilmiyorlar derim.  Mesela sayın başbakan gezilerinde yanına hep yazarları alıyor da neden gazete patronlarını almıyor hiç düşündünüz mü? Sizin mantığınız ve yaklaşımınıza göre sayın başbakanın sayın Doğan, sayın Çalık, sayın Şahenk ve sayın Karamehmet’le memleket meselelerini konuşması ve meramını onlara anlatması, tartışması ve onlarla hemhal olması gerekir öyle değil mi?Ne kadar ilginçtir ki;  yukarıda sözünü ettiğim patronlar gazeteci bile sayılmıyorlar. Üstelik, Fehmi Korular, Fatih Altaylılar, Yılmaz Özdiller, A. Hakan Coşkunlar ve Nazlı Ilıcaklar yani köşe yazarları gazeteci olarak kabul görüyor.
            Bir başka ifade ile toplum gazetecinin daha çok mürekkep yalamışını kaale alıp değerlendirir. Memlekette haber, yorum ve analizler hep bu mürekkep yalamışlardan çıkar. Mürekkep yalamışı çok olan gazeteler memlekette daha çok gündem oluşturur ve önemsenir.
            Konuyu bu açıdan analiz ettiğinizde yazarlık, gazetecilik ile bütünleşmiş ve hatta onun ötesinde kültürel ve sosyal bir etkinliktir ve saygı gerektirir. Çünkü köşe yazarları genelde entelektüel insanlardır. Toplumun nabzını daha iyi okurlar, tahsil oranları ise çapıp böldüğünüzde diğer gazete emekçilerini ikiye ve hatta çoğu zaman üçe katlar.
            Konuya bir başka pencereden batkınızda köşe yazarının emeğine saygıda kusur etmeyenleri tenzih edelim ancak ben gazeteciyim diye kasılanların kaç köşe yazısı yazdığını ele almak gerek. Bir elin parmakları kadar öyle mi? Köşe yazısı yazmak bilgi ve birikim ister, ilgi ister, tahsil ister, kültür ister, özneyi ve yüklemi yerli yerine koymayı gerektirir.
Bu işe heves edip şansını deneyen yüzlerce insanın yazılarının saman alevi gibi yanıp söndüğünü görmek mümkündür. Onun içindir ki; köşe yazarları gazetelerin olmazsa olmazı ve vazgeçilmezidir.
Durun bir dakika öyle alınmayın. Sizi gazeteci saymayalım olsun bitsin gibi bir iddiamız yok. Sadece hasıl olan durumu anlatmaya çalıştım o kadar.
Köşe yazarı olarak bazen öylesine enteresan durumlarla karşılaşıyoruz ki, göğüs germek zorunda kaldığınız ve çoğu zaman cevap vermekte zorlandığınız sorular soruluyor.
Mesela bir adam düğünde, dernekte, çarşıda, pazarda, işyerinde, amirin yanında, memurun yanında hep sizi anlatır. Elinden gelse bir kaşık su da boğacakmışçasına ardınızdan kazınırda kazınır. Bazen hiddetlenip el kol hareketleri ile sorun üstüne sorun eder varlığınızı.
Bu durum karşısında insanlar saygıdan hiç seslerini çıkarmazlar ve suskun kalırlar. Karşısındakini dinlemek zorunda değildir ama çok değil birkaç gün içerisinde soluğu sizin yanınızda alır dostlarınız.  Sorun nedir diye soruyu  yapıştırlar. Yok bir şey, eyvallah der geçersiniz. Meraklı olanlar eşelemeye çalışırlarsa da insanlara saygınızdan sesinizi çıkarmazsınız.
Sonra bir dostunuz yahu hocam bu kadar da olmaz. Saygıdan sesimi çıkarmıyorum, kalkıp gitsem olmaz; masayı terk etsem olmaz, sen çok sabırlı adamsın der ve siz yine eyvallah dersiniz. Aza koyarsınız dolmaz ve çoğa koyarsınız almaz. Memlekete olan saygı sevgi ve muhabbetten dolayı uzaktan dolaşmayı  çarşı, pazar, daire bu tür polemiklere bulaşmamayı tercih etseniz de dön baba dönelim misali kaleminiz elinizde olduğu sürece yakayı kurtaramazsınız.
Memleket iyi halis düşüncelerinize birileri tarafından pranga vurulmak isteniyormuş gibi hissedersiniz ahvali halinizi. Hatta sizlere anlatılanlar o kadar canınızı sıkar ki eylemin sahibinin haline üzülürsünüz. Elinde prangalarla gezen adam için boş ver, sadece durumuna üzülmek gerek diyerek acı bir tebessüm ile geçiştirirsiniz soruları.
Dostlarınız arada bir hocam boş ver takma kafana ve sen işine bak diyerek öğüt verir.
Köşe yazarlarından kötüsü yoktur memlekette. Yazarların işte böyle kıskananı çoktur.  Evet; kalemi Keskin olanlar ve yazıları ile Yıldız’laşanlar memleket için okuyup yazan Akıllı adamlar, bu topraklara olan tutku ile kalemini konuşturanlar sanki her biri günah keçisidir.
Sonuç, siz olsaydınız; memleket sevginizi engellemeye ve kaleminizi çembere almaya yönelik eylemler karşısında kalsaydınız ne yapardınız. Yıllar boyunca hemen her ay üç beş kişi falanca arkanızdan ateş püskürüyor, biz dinlemekten bıktık usandık, siz ona ne yaptınız gibi sorularla karşılaşsaydınız ne yapardınız?