Hekim, Arapça kökenli bir sözcük olup “hikmet sahibi kişi, filozof” anlamına gelmektedir. Başka bir tanımda ise hekim; insanların sağlık ve mutluluğunu amaçlayan ve bu yoldaki çalışmaları sanat edinen kişi, tabip manasındadır. İki tanımda özellikle dikkatimizi çeken “hikmet sahibi kişi” ve “sanat edinen kişi” ifadeleri hekimlik mesleğinin neden farklı olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Hekimlik sanat icra etmektir, iletişim kurabilmektir ve donanımlı olup hikmet sahibi olmaktır. Günümüz anlayışıyla reçete yazmak veya sadece prosedürü yerine getirmek değildir hekimlik. Sadece tedavi etmek değil, insanlığı korumaktır hekimlik.  Değişen dünya düzenleri ile her sistemde daha da geriye götürülen hekimlik mesleği ilk günkü felsefesini ve saygınlığını yitirmeye başlamıştır. Sistemler ve sistemlere yön verenler hekimlik mesleğinin bugünkü bulunduğu pozisyondan ve halk nezdindeki değerinden birinci derecede sorumludur. Mesleği icra edenlerin hiç mi suçu yok diyenleri şimdiden duyuyor gibiyim. Ancak unutmayalım ki şikâyet ettiğiniz hekimler de mevcut sistemler dâhilinde yetiştirilmiş ve çalıştırılmaya zorlanmıştır. Yetişen, onurlu ve mesleğine sadık hekim sayısı da, bu çarpık düzenle mukayese ettiğimizde iyi bir seviyededir.
İlk çağdan bu yana halkların yaşam düzenleri hep birileri belirlemiştir. Söz sahibi bazen bir kral, bazen bir aşiret reisi, bazen de demokratik devlet olmuştur. Dünyanın değişmesine ayak uydurularak yeni yaşam standartları belirlenmiştir. Bu değişim seferberlikleri ve mükemmele ulaşma çabaları ebediyete dek sürecektir. Ancak dikkat çekilmesi gereken durum şudur ki, her değişim insanlığı huzura ve mutluluğa kavuşturmamıştır hatta bazen geriye bile götürmüştür. Dünya son yüzyılda da benzeri olaylarla karşılaşmıştır. Çoğu değişim huzur ve refahı değil, ölümü ve esareti beraberinde getirmiştir.
Ülkemizde alınan radikal değişim kararları da bazen destek bulmamış ve yanlış uygulamaları peşinden getirmiştir. Sağlık sisteminde son yapılan reformlar da tartışılır bir hal almıştır. En çok konuşulan konulardan biri de tıpta performans sistemidir. Geçtiğimiz ay itibari ile fakülte hastanelerinde de performans sistemine geçilmesi konuyu daha da tartışılır hale getirmiştir. Bu yeni düzen iki başlık altında münakaşa edilmektedir. Biri tüm sağlık sistemindeki performans sistemi, diğeri ise fakülte hastanelerindeki performans sistemidir. Hekimliğin felsefesine tamamen aykırı olan  “ne kadar hasta, o kadar para” mantalitesi bu mesleki ruhu tamamen yerle bir etmektedir. Esnaflık yaparmış gibi hekimlik yapmaya itilmek bu mesleği gönül verenler için karşılaşılacak en kötü durumdur. Hâlbuki hekimlik sanattır ve sanatçı sanatıyla ilgilenirken zaman kaygısı yaşamaz, özgürdür. Peşinden koşturan ve bitirilmesi gerek yüzlerce eseri yoktur sanatçının. Buna binaen Hipokrat diyor ki; "Hekim, hastasının yanında gerektiği kadar kalmalıdır." Fakat sistem öyle demiyor, yemin ettiğimiz Hipokrat’ı yalanlıyor; az hasta bakıyorsunuz daha çok bakmalısınız diye baskı kuruyor. Ayrıca hekimlik iletişim de kurmaktır. İletişim kurarken zamanın hesabını yapmak bir hekim için en kötü durumlardan biridir. Şunu kabul etmek gerekir ki; çok hasta bakmak ve bakmak zorunda kalmak bu sistem öncesinde de vardı. Ancak yarışmacı bir sistemde bunu yapmayı istemek Tıp’ın doğasına uygun değildir. Özelleştirilemeyen kurumlarda daha fazla müşteri memnuniyeti elde etmek devletin birinci amacı olmuştur. Ancak şu unutulmuştur; tıp, hastaları hiçbir zaman müşteri olarak görmemiştir. Gören bir gurup hekimi ise vicdanlarda hekim olarak kabul etmemiştir.
Bu düzenle bugün tanışan hekimler sistemin gereğini değil, mesleğinin gereğini yerine getireceklerdir. Onlar çok hasta bakmanın peşinde değil, sağlıksız insanı huzura kavuşturmanın gayreti içerisinde olacaklardır. Ancak bundan sonraki kuşaklar performans sisteminin bilincinde tıp eğitimi alacak ve oluşan bu farkındalıkla sağlık sistemini daha da sağlıksız hale gelecektir.
Bu yeni sistem sayesinde apandisit ameliyatları ile beyin cerrahisi ameliyatları aynı şekilde ücretlendiriliyor. Oluşan yeni düzen, yeni yetişen hekimleri zorlu ve uzun süre tedavi gerektiren alanlardan uzaklaştırabilir. Bu her ne kadar vicdanen kabul edilecek bir durum olmasa da ilerde kimse sistem yüzünden beyin cerrahı olmak istemeyebilir. Sistem hekimleri yanlış uygulamalara da itebilir. Gereksiz tetkikler, gereksiz ameliyatlar görmeye alışabiliriz. Sezaryenli doğumlar daha da artabilir. Bu da şüphe yok ki sağlık sisteminde yeni sorunları peşinden getirecektir.
Son bir yıldır tam gün yasasının geçmesi ile fakülte hastaneleri haricinde diğer sağlık kurumların uygulanan performans sistemi çok tartışılmadı aslında. Konu bir şekilde hekimler tarafından sineye çekildi. Bunun ne kadar doğru olduğu da ayrı bir tartışma konusudur ancak sıra fakülte hastanelerine geldiğinde tartışma tekrar alevlendi. Fakülte hastanelerin amacına ve vizyona tamamen ters olduğu dillendirildi. Artık Sağlık Bakanlığına bağlı kurumlardaki performans sistemi tartışmasından bile vazgeçilmişti. En azından fakülte hastanelerine dokunmayın isteği vardı.
Fakültede yer alan öğretim üyeleri şüphe yok ki sadece hekimlik yapmıyor. Fakülteler nitelikli eğitimin ve bilimsel araştırmanın da yuvası. Ancak bu sistemle devlet fakültelerin daha fazla hasta bakmasını istiyor. Bu ise tıp eğitiminin çöküşü demek... Öğretim üyeleri hasta bakmanın, eğitim vermenin ve bilimsel araştırma yapmanın arasına bırakılmış durumda. Kaliteli hekimin ve kaliteli uzmanın nasıl yetiştirileceğinin bir muammaya dönmesi de ayrıca endişe yaratan bir durum. Ayrıca yayınlanan makalelerde ve bilimsel araştırmalarda yetersiz kalan ülkemiz bu konularda iyice karanlığa itilmiş gibi... Performans sistemi ile öğretim üyeleri çok büyük bir zamanının hastalara ayırmak zorunda kalacak ve tıp eğitimi aksayacak. Ayrıca bu şartlarda öğretim üyeliğinin sadece hekimliğe bürünmesi ve fakülte hastanelerinden öğretim üyesi kaybı da sürpriz bir durum olmayacak. Tüm bunların dışında çok daha zahmetli olan özellikle onkoloji olmak üzere kronik hastaların takibi performans sistemi ile daha da zorlaşacak ve önemini yitirecek.
Çok hasta bakmak ile ağırlaştırılan malpraktis davaları arasına sıkıştırılan hekimleri mesleklerini nasıl yapacağı merak konusu olmuştur. Bu sistemden en büyük zararı ise halkımız görecektir. Her ne kadar adım başı hastane politikalarına aldanarak halkımız memnuniyetini dile getirse de sağlık sisteminin çökmesi ile acı gerçekle yüz yüze kalınacak ve hekimlere bugün duyulan güvensizlik, yarın bu sistemle kat kat daha artacaktır.
Popülist söylemler, uygulamalar sağlık sisteminin sorunlarını çözmeyecektir. Hekimi hedef göstermek, halkla karşı karşıya getirmek kabul edilemez bir vaziyete gelmiştir. Koruyucu hekimliğe verilen önem de günümüz sağlık politikalarının ne derece özenle hazırlandığını apaçık ortaya koymaktadır.
Amaç üzüm mü yemektir, yoksa bağcıyı mı dövmektir? Bugünkü sağlık sorunlarının çözümsüzlüğünde iki arada bir derede kalan hekim ve hastaların kaderini en iyi izah eden söz bu olmuştur. Biz ise herkesi çözüme çağırıyor; hem hekimlerin bugünkü düştüğü durumu hem de hastaların gelecekteki yaşayacaklarını şimdiden görerek ve bilerek herkesi samimi olmaya davet ediyoruz.
Kalın sağlıcakla…