Babamın söylediği bir söz vardı. “Bab-ı Ali büyük kapısından, mürur edip geçerken, yek bir atlı süvariye tesadüfen rast geldim”…
“Şike Soruşturması” adlı operasyon bütün gazetelerin manşetlerinde ve televizyon kanallarında döne dolaşa kullanılarak toplumsal akıl meşgul edilirken “Deniz Feneri Soruşturması”nın uyuyan güzelleri rica minnet ifade vermeye çağırılmışlar… Hem de Alman makamlarının resmi talebinden 9 ay, 10 gün sonra!
Ve babasının kim olduğu bilinemeyen bir hilkat garibesi dünyaya gelmiştir.
“İleri demokrasi”ye geçtik artık… Hukuk (!) çözer her şeyi!…
Muammer Karaca’nın “Cibali Karakolu” adlı bir oyunu vardır. Bu oyunun Türkiye’deki şöhreti Muammer Karaca ile özdeşleşmiştir adeta. Oyunun bir sahnesinde, tiyatro bu ya, komiser baskın yapacağı randevu evine telefonla durumu bildirir ve “kara kaplı kitabın kavlince” malum yer basılırdı. Baskında namaza durmuş (!) kadıncağızları bulanlar boynu bükük geri dönerlerdi.
Şimdi iş daha da kolaylaşmıştır, CIA ajanlarının yardımıyla, aklananlar telefona gerek olmadan aklanmış, bazen de polis kendi eliyle yarattığı delilleri, gene kendi bulmuştur! Malum ileri teknoloji !..
Hay Allah, nereden çıktı bu hayli eski fotoğraf? Git kör şeytan, git, fener tutma dün ve güne…
Erdoğan, yeni hükümetin bakanlar kurulunu açıklarken “şike” konusunun soruşması üzerine, dünyada Türkiye’nin lekelendiğini ifade ederek, “Bunun süratle temizlenmesi lâzım. Yani Türkiye, Ergenekon, Balyoz ve birçok sorunlu alanda olduğu gibi, sorunlu alanları temizleyerek, arındırarak gerçekten halkımızın yönetimine, yargısına, kurumlarına inandığı bir ülke haline gelmelidir” demiştir.    
O gazeteci kalabalığından hiç kimse aynı günlerde başlatılan “Deniz Feneri Soruşturması” hakkında soru sorma cesaretini gösterememiştir.
Sağır Sultan’ın duyduğu bir olay Türk milletinden saklanmaya çalışılmaktadır. “Şike” soruşturmasıyla “Deniz Feneri”nin çakışmaları tesadüfen rast gelen (!) bir örtüşmedir.
Kör şeytan fısıldıyor, 1950’li yıllarda Muammer Karaca’nın bir oyunu vardı, “Etnan Bey Duymasın” diye… Çağrışım işte “Eşbaşkan duymasın…” diye yeni sezonda bir oyun çıkar mı acaba sahne ışıklarına? Bu topraklar, Nasrettin Hoca’nın, Karagöz Hacivat’ın, Orta Oyunu’nun, meddahların iklimidir. Bu coğrafya Aziz Nesin gibi bir ustayla dünü ve günü hicvetmiştir. Sadece Temel fıkraları bile başlı başına bir hazinedir.
"Eşbaşkan duymasın!" Yok, mümkün değil... Adamı Silivri'ye göndererek Engin Alan misali bedel ödetirler sonra...
Taraf namıyla maruf malum ceridenin haberine göre Erdoğan, yakınlarına demiş ki, “Asıl zaaf, zanlı generalin orduda kalmasıdır.”
Aslında bana kalırsa, asıl zaaf bu iktidarın içlerinde çok fazla eğitimli bulunan % 49,6’lık bir çoğunluktan oy alarak, tekrar icrayı hükümet eylemesidir.
Teröre teslim edilmiş bir ülkede bebek katili olağan görüşmeler yaparak avukatlarıyla siyasete yön vermektedir. Dünya hukuk tarihinde hüküm giymiş bir suçlunun bu denli özgürce örgütü yönetmesi iktidar ile pazarlıklar yapması olağan mıdır?
İşte bu şartlarda hemen her gün terörle mücadele etmiş birkaç general ve albay tutuklanmaktadır. Sadece 12 Haziran seçimlerinden sonra tam on bir şehit cenazesi varken ve bu vahamete Reisicumhur'undan Başbakan’ına, muhalefetinden sendikalara ve derneklere sesini çıkarmazken toplum sonbahara kendisine dayatılacak bölünme anayasasından uzak tutulmaya çalışılmaktadır.
Hâlbuki ne güzel yaşıyoruz şunun şurasında… Dedelerimizin bıraktığı serveti, onca Cumhuriyet yatırımını, babalar gibi satarak ve doğmamış torunumuzun doğmamış torununa borç bırakarak…
Birileri şu kör şeytana bir şeyler söylesin artık… Şimdi de şarkı söylemeye başladı. “Bas, bas paraları Leyla’ya, bi(r) daha mı gelicez dünyaya…”
Bu kadarla kalsa iyi, ikinci şarkısıyla adeta dalga geçiyor bizimle… “Gördün mü, gördün mü? Paraları bastın, gördün mü?”
Yazıyı bilgisayarda bitirmek üzereyken kör şeytan dürttü… İlk Kurşun Gazetesi’ne döndüm… “Abdala malum olurmuş” derler ya, aynen öyle… Manşetten bir haber…
İLK KURŞUN ŞEHİT HABERLERİNİN ÜZERİNE GİTMESE, ULUSALCILAR DA UYANMAYACAKTI!
Banu Avar’ın “ÇOK OLAĞANÜSTÜ BİR DÖNEM!” başlıklı ise yazısı şu cümlelerle bitiyordu.
“Kahrolmayın! Kahır zamanı değil… AKIL ZAMANI… Akıl ve bilim diyor ki, bu böyle gitmez!
Bir yerden patlayacak… Anlamayanlar da MECBUREN anlayacak! Bir gün DANK edecek derler ya… Bu kan ve gözyaşı sahipleri, ZORUNLU olarak bir araya gelecek... O güne hazır olun! Nasıl mı?… En yakın çevrenizden başlayın…”
Dostlar dövüşe, dövüşe yürünecek… İşin Türkçesi bu…
"Kan ve gözyaşı sahipleri ZORUNLU olarak bir araya gelecek."
İşin Türkçesi de, tek çaresi de bu... Dövüşe, dövüşe yürünecek...