Uzun yıllardan bu yana turizm ile iç içe yaşayan bir birey olarak gittiğim, gezdiğim ve gördüğüm yer ve mekanları çoğu zaman tekrar görme ihtiyacı duymuşumdur.
Genelde birinci ziyaretlerde kendi bölgeniz ile mukayese imkanını bulamazsınız. Yerli bir turist edası ile gezer tozarsınız. İkinci ziyaretinizde ise bu defa turizmci gözüyle inceler irdeler ve gerekirse notlar alırsınız.
Uzun yıllar boyunca ortaokul ve liselerde klasik münazara sorusudur. “Çok gezen mi bilir; yoksa çok okuyan mı?” sorusunun aslında iki tane doğru cevabı vardır. Efendim tabii ki çok gezende bilecektir çok okuyanda.
Ancak; gezmek ayrı bir kültür bilgi birikim ve tutkuyu gerektirir. Bu açıdan çok okuyanlar haliyle çok bilse de çok gezenler de daha çok bilmeye mahkumdur diye düşünmekteyim.
Burada ben çok geziyorum ve onun içindir ki çok bilirim gibi bir ukalalık etmek istemem ama söyledim ya gezme işi biraz derin bir mevzuu olup bilgi, birikim ve ilgi ile ilgilidir.
Genelde çok gezenler Türkiye coğrafyasına sevdalı insanlar topluluklarından oluşur. Dolayısı ile son on beş yılda kendilerine gezgin, gezikolik vb. isimler bulan gezi kulüpleri türemiş ve Türkiye’yi keşfe çıkmışlardır.
Netice de ülkemizde gezme bir başka ifade ile turizm kültürü giderek yaygınlaşmaktadır. Hal böyle olunca da adına iç turizm denilen kocaman bir pasta oluşmuştur.
Bu kocaman pastanın içeriğinde bulunan malzemeleri incelediğinizde de termal turizm, inanç turizmi, kent turizmi, av, doğa ve spor turizmi ve kongre turizmi gibi iç turizme lezzet katan çeşnileri bulmak mümkündür.
Bu pasatadan pay almak için iştahları oldukça kabaran belediyelerin ise bir yandan tanıtım atağına geçerek turist çekme çabasına girdiği diğer yandan da adeta bir turizm firması gibi hemşerilerini Anadolu’yu keşfe çıkarma çabası içerisinde oldukları gözlemlenmektedir.
Turizm açısından bütün değerlerini kullanan belediyelerin genelde kendi işimi kendim yaparım politikası ile ürettikleri yerel projelerle turist çekme yarışında adeta kültür müdürlüklerinden farklı bir yol izledikleri görülmektedir.
Sonuçta kent müzeciliği, yerel el sanatlarının değerlendirilip geliştirilmesi, tanıtım etkinlikleri, festivaller vs. derken iç turizm sektörü her geçen gün büyümektedir.
Sözü nereden aldık ve nereye getirdik. Turizmle ilgili derdimiz çok olunca farkında olmadan genel bir çerçeve çizmek zorundasınız.
Ben daha çok yöremin turizm dertleri ile dertlendiğimden Çorum’un turizm politikasını hep kafaya takmışımdır.
Mesela; Hitit yürüyüş yolu, Şapinuva, dünyanın ilk yazılı Kadeş anlaşması, Alacahöyük, Anitta, Pithana, Hattüşa, Hitit mutfağı. Sabah akşam Hititler aşağı ve Hititler yukarı oldukça ilginç değil mi?
Ankara’dan geliyor ve Çorum’a yaklaşıyorsunuz. Yol boyunca Hititleri anlatan totemler sizi karşılıyor. Alacahöyük’ü gördünüz mü? Hitit Sfenkslerini Gördünüz mü? Çorum müzesini gördünüz mü? Çorum’a girene kadar Hititler konusunda onlarda sorgu ve sualden geçiriliyorsunuz.
Sonra Türkiye genelinde etkili turizm acentelerinin üst düzey yöneticileri Çorum’da ağırlanıyor. Mavi Ocak ve Anitta derken 2 günlük programda Osmancık ve İskilip’in ne adı geçiyor ne de turizmdeki değerleri. 
Anadolu’da alevi İslam inancı ile Sünni İslam inancının ortak buluşma noktası olan Koyunbaba makamının inanç turizmi açısından değerlendirilmesi yolunda tek bir adım atılmazken Çorum’un turizm politikası ile ilgili kafalardaki soru işaretleri giderek derinleşiyor.
Osmancık’ta turizmci genç iş adamı Muharrem Bey; hocam Sungurlu’dan Çorum’a gelene kadar onlarca tanıtım levhalarını geçtim. “Osmanlı’nın Anadolu’da inşa ettirdiği en uzun köprü olan 530 yaşındaki tarihi Koyunbaba Köprüsünü Gördünüz mü? “ Tanıtım levhasını göremedim. Bu benim çok zoruma gidiyor diyor ve sözlerine devamla müsaade etsinler Ankara yolunda Çorum’un girişine en alasını yaptıracağım. Neden hep Hititler? İnsanlar Osmancık’a geldiklerinde 3-4 saat içerisinde fotoğraf makinelerinin hafızalarını dolduruyor ve Amasya’ya yer kalmadı olsun önemli değil. Burası bir harika ve her yer tarih diyerek bu cennet vatan köşesinden ayrılıyorlar. Osmancık mutlaka keşfedilmeli diyor.
Evet, turizmci genç arkadaşımıza bir dokundum ve bin ah işittim. Konuşmalarının her karesinde Osmancık turizmine sevdalanmış bir yürekten gelen duyguları okudum.
Kırkdilim’i aştıktan sonra Kızılırmak havzasına doğru indiğinizde orada tarihi, doğası, bin yıllar boyunca bölgeye medeniyet vermiş Kızılırmak’ı, Türkiye inanç turizminde baş tacı olması gereken ve Horasan’dan yollara düşüp önce Hicaz’a giderek hacı olan, Bağdat medreselerinde ilmini geliştiren, Bursa’da ikamet eden ve makam olarak Osmancık’ı seçen Alevi İslam ve Sünni islamın buluştuğu nokta Koyunbaba türbesi, devlet desteği ile keşfedilmeyi bekleyen Osmancık ve Kargı yaylaları var. Bölgede üstelik bir başka yazı konusu olarak ele alacağım Osmancık’ta turizm açısından vasıflı yatak sayısının da sessiz sedasız 200 ü aştığını da belirtmek gerek.
Çorum’da turizm politikalarının Hititler üzerine kurulduğu bilinen bir gerçek. Bir başka ifade ile turizmde Anitta aşkı ile yanıp tutuşurken Pithana adeta rüyalarımızı süslüyor. Hal böyle olunca da benim aklıma hep şu soruyu geliyor.
Hitit kralları Pithana ve Anitta sırma saçlı, karakaşlı ve kara gözlüydüler de bizim Alperen Koyunbaba’nın başı kel miydi acaba? Duyan ve bilen varsa bana anlatsın.