Örgüt, örgütlü olmak…
Bir örgüte üye olmak ile örgütlü olmak, en azından ülkemizde aynı şey değildir. Hayatın sosyal pratiğinin bize öğrettiği gerçeklik budur.
Bu konuyu açalım.
Günümüzde  A derneğinin, filanca şehirde 3000 (üç bin) üyesi olan bir şubesi 150-180 üyeyle, o da zorlamayla, genel kurul yapıyorsa bunun açıklaması bireylerin derneğe sadece üye oldukları, ama örgütlü olmadıklarının ibret vesikasıdır. Aylık üye toplantılarına katılan 25-30 kişinin de aynı kişilerden oluşması, bu dernekteki örgütçülüğün yakaya takılan rozetten öteye gitmediğinin açık göstergesidir.
Girişte örgütlerin çift akıntılı suya benzediklerini söylemiştim. Yani aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya devinen yapılar... Her örgüt kendi hedef kitlesi içinde yeni üyeler kazanırken bu üyelerin örgütle organik bağını sağlayan bir örgütlenme modeline ihtiyaç duyar. Eğer böylesi bir anlayış yoksa ahbap çavuş teranesiyle "sen, ben, bizim oğlan"dan oluşan hobi bahçeleri oluşmuştur.
3000 üyesi olan dernek aylık toplantısını seçilmiş organları (Asil ve yedek üyeleriyle yönetim kurulu, denetim ve disiplin kurulu ve delegeler) 25 -30 kişiyle yapıyorsa bunun açıklaması nedir?
Yapılan “kitlesel”  basın açıklamaları parti, sendika ve derneklere çağrı yapıldığı halde 50 -60 kişiyi zor buluyorsa, çekilen fotoğrafın açıklaması yoktur.
 “Kitlesel” basın açıklamasına çağrılı örgütlerin eğer gelirlerse, sadece başkanlarının katılması da örgüt ve örgütlülük çelişmesinin bir başka fotoğrafıdır. Örgütsüzlüğün kılcal damarları…
Özet: Bir örgüte üye olmakla örgütlü olmak aynı şey değildir. “Mevzu vatansa gerisi teferruattır…” sözünün içi boşaltılmıştır.
Bir başka fotoğraf…
Miting örgütlemekle kitleleri örgütlemek de aynı şey değildir. Bu konuda 2007 mitingleri ders almamız gereken bir deneyimdir. Tarihimizin en görkemli mitinglerinin attığı taş, AKP’yi ürkütmüş, ama kaçıramamıştır. Tersine 2007 seçimlerinde oy oranını arttırmıştır. Niye ki ne? Mitinglerin coşkusundan sonra sandığa yansıyan tercihler kitlelerde yılgınlığa sebep olmuştur. Benzer hatalar 12 Eylül 2012 Anayasa Referandum sürecinde de yaşanmıştır. Çünkü 2007 pratiğinden gerekli dersler çıkarılmamıştır.
Türkiye yeni bir anayasa tertibi ve dayatmasıyla karşı karşıyadır. Onlarca il ve ilçede “Milli Anayasa Forumları” toplanmaktadır. Mitingler nasıl açık hava gösterisi ise forumlar da salon etkinliğidir. Her iki etkinliğin de düzenlenme teknikleri birbirine benzer. Foruma gelen katılımcılar, anayasanın bir tertip ve dayatmayla değiştirilerek Türkiye’nin bölünmek istediğinin bilincinde yurttaşlardır.  Ama halk bu salonun dışındadır. Burada yapılması gereken her il ve ilçede anayasa tertibini anlatan broşürlerle kapıları çalacak ve medya kuşatmasındaki topluma gerçekleri anlatacak örgütsel yapıların inşasıdır. Hedef kitle foruma gelenler değil, foruma gelemeyen ve/veya gelmeyen halktır.
Yağmuru yukarı doğru yağdıracak olan düzen her yerde tabandan başlayarak yani aşağıdan yukarıya bir çalışmayla milletin aydınlatılması, ulusal bilinçle donatılmasıdır. Birleşik cephenin inşasıdır. Bu konuda başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Şüphesiz bu söylediğimiz işin hem zor tarafı, hem de zurnanın zırt dediği yerdir. Bu çalışma tarzı, yoğun emek, sabır ve kararlılık ister.   Yani kimse kimseye altın tepside sadaret mührü ihsan etmez. Bir söz vardır, “Herkes kapısının önünü temizlese bütün kent tertemiz olur” derler. Bu sözün ışığında herkes üyesi olduğu yapının tabanında (Parti, sendika, dernek, oda vb) yağmuru yukarı doğru yağdırma çabasında olmalıdır.
Eğer mevcut çalışma tarzında ısrar edilirse, aylık üye toplantıları 30 kişiyle devam edecek, kitlesel basın açıklamaları da 50 – 60 kişiyi zor geçecektir. İşin acı tarafın “kitlesel” basın açıklamaları sokakta yapıldığından toplumda oluşan, “Bunlar da bu kadar mıymış ki?” sorusunu düşünmek bile insanın canını acıtmaktadır. Mesele, "Küçük olsun, benim olsun…" anlayışından vazgeçmektir. Olay bu derneklerin genel kurullarında, yapılan kişisel iktidar kavgasına dönüşmüştür. 
Bugün bazı demokratik kitle örgütlerinde işleyiş anti-demokratiktir. Bir daha aday olmamaya karar veren bir eski başkanın işareti, yeni başkanı ve yönetim kurulunu tespit etmiştir. Biat kültürünün post modern damarları…
İşin en acı tarafı ise var olan derneklerin çoğunda genel başkana biat eden ve bunun yanı sıra desteklediği kişilerin listeye alınması için pazarlık yapan şube başkanlarının hal-i pür melâlidir.
Aydın ve sanatçıların örgütlülüğü…
Bu bağlamda aydınların ve sanatçıların örgüt üyeliği de üzerinde durulması gereken bir durumdur. Gayet tabii aydınlar, sanatçılar bir örgüte üye olmalıdır. Ama bu üyelik tanıtım, halkla ilişkiler ve propaganda dışında bir işlevle donatılmadıkça bir arpa boyu yol gitmek, ne yazık ki mümkün değildir. Çünkü ne aydınlar, ne de gençler devrim treninin lokomotifi değil, sürecin katalizörleridir. Devrim ateşine körük çekerler. Onlar, örs ve çekiç değildir.
Mesele, hedef kitlenin saptanmasıdır. Devrimin lokomotifi sendikalar (işçiler, memurlar) müttefiki köylüler, esnaflar ve milli burjuvazidir. Doğru söylem ve eylem, yağmuru yukarı doğru yağdırmak için kitle tabanını örgütleyen ve tam bağımsız Türkiye ortak paydasında “Birleşik Cephe”yi kuran önderliktir. Birleşik Cephe, bir ittifakın adıdır. Ne bir parti adıdır, ne de dernek adı…
Elmanın kurdu da kendindendir. “Benim partim ve/veya derneğim hepsini döver!” anlayışı Birleşik Cephe’nin kurdudur. 
Vatan ananın rahmine düşen "Birleşik Cephe" adını verdiğimiz kurtuluş reçetesini, birileri doğmadan öldürmek çabasını gütmektedir.
Yapılacak tek şey, esas olan vatandır deniliyorsa, teferruatı bir kenara bırakıp vatan ananın yanında saf tutmaktır.
Çünkü bu doğum, kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın gerçekleşecektir.