Şerh ve Arzuhal: Geçen hafta el-cezire’nin Türkçe sitesine Yemen’deki deneyimlere ve yazdıklarıma dayanarak son gelişmelere dair bir yazı kaleme almıştım. 08.02/2014  tarihinde  yayımlandı. (http://www.aljazeera.com.tr/gorus/bolunmenin-esigindeki-yemenin-gelecegi) Gündem o kadar hızlı değişiyor ki, içerdeki telaş dışarıda neler oluyor sorusunun önemini kaçırıyor? Özellikle 06 Şubatta başlayan 51. Münih Güvenlik Konferansına dair okuduğum bir iki haber sonrasında metne “şerh” düşme ihtiyacı hissettim.
Belki “aşırı yorum” olarak gelme ihtimali de olsa paylaşmak ihtiyacı hissettim. Çünkü benimsediğim felsefe tanımlarından ikisi de “kaygıları paylaşmak” ve “seçenekleri artırmak”tır. Basının birebir uluslararası ve/ya ülkeler üzerinde uzmanı olsa ve bunlar kanalıyla bilgilensek daha iyi olacaktır. Ama bu yorumlar, genel olarak Ortadoğu ve/ya Arap ülkelerinin stratejik, ekonomik ve kültürel yapısı üzerinde haber analizleri yapacak elemanlarının (yokluğu demem istemem) azlığının sonucu olarak görülürse sevinirim.
Durum Tespiti: Tunus’ta “Yasemin Devrimi” adı altında başlayan Mısır’da ivme kazanan ve Libya’da iç savaşa dönüşen dünya ölçeğinde en fazla bireysel silahlanmanın olduğu Yemen’de ise “sivil itaatsizlik” eylemleriyle başlayıp kısa sürede önce kabile-yönetim ve şimdi de Husi (şii) ve El-Kaide (Sünni)  savaşlarına dönüşen çatışmalar sırasında Yemen’deydim. (2011)
“Arap Baharı”nın I. Dünya savaşından sonra Arap dünyasını paylaşan İngiltere, İtalya, Fransa gibi istilacı güçlere karşı verilen 1. uyanışın devamı olduğunu varsayılmıştı. 2. uyanışla bu küresel güçlerin ebevi nizam ya da cahili sistem diyebileceğimiz kabilevi yapının giderileceğini, özgürlük ve demokrasi geleceğini iddia etmişlerdi.  Gelenin nokta da  “soğukkanlı reel politik” ile bölgenin yüzyıl sonra yeniden düzenlendiği kanaati ağır basmaktadır..
İslam dünyası kuzey Afrika’dan Arap Ülkeleri, İran, Pakistan, Afganistan’a oradan İç Asya’daki Türk Devletleri, Kafkasya ve Türkiye’ye kadar alan “lanetli ve/ya kriz bölgesi” olarak belirlenmiş ve sürekli istikrarsızlık içinde. Buraların ya enerji üretim merkezi ya da enerji arz bölgeleri olduğunu  düşündüğümüz zaman sürekli istikrasızlık halinin de kimlerin değirmenine su taşıdığı da ortadadır. Şii-Sünni daha doğrusu selefi çatışmalarıyla İslam aleminde sürekli “İnanç Sarsıntıları” yaşatılmaktadır. Böylece maddi ve manevi potansiyelimiz, gücümüz kontrol altında tutulmaktadır. Böyle olunca da “Sınırlandırılmış Gelecek Tasavvuru”  içinde bırakılmakta, sürekli yarın ne olacak endişesi içinde bırakılmaktayız
Yemen Niçin Daha Önemli? Kuzey Yemen’deki Yemen Arap Cumhuriyeti ile Güney Yemen’deki Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin birleşmesiyle Mayıs 1990 yılında kurulmuştur.  Fakat Kuzey ve Güney şeklindeki bu tasnif daha öncelerine aittir. İngilizler Hint yolu üzerindeki stratejik konumundan dolayı Yemen ile yakından ilgilenmişler ve 1839 yılında Aden’i, 1880–1890 yılları arasında ise bütün Güney Yemen’i işgal etmişler, 1905 yılında Osmanlı ile yaptığı anlaşma gereği ikiye bölmüşlerdir. 1916'da İngiltere temsilcisi Sir Mark Sykes ile Fransa temsilcisi M. F. George Picot arasında imzalandığı için adına “Sykes-Picot Antlaşması” denilen metin gereği, Osmanlı topraklarını mezhep ve kabile farklılıkları temel alınarak olası çatışmaları sürekli gündemde tutacak şekilde İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya arasında paylaştırılmıştı. Yani “Sürekli istikrarsızlık hali”nin planması yüz yıl öncesine aittir.
Arap Yarımadası'nın Afrika'ya bakan güney ucunda yer alan Yemen, kuzeyden Suudi Arabistan, doğudan Umman, güneyden Hint Okyanusu (Aden Körfezi), batıdan Kızıldeniz'le çevrilidir. Yani Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu dolayısıyla Afrika ve Asya kıtalarını; bölgesel olarak ise Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu stratejik eksenlerini birleştirmektedir. Babu’l-Mendeb Boğazı, Kızıldeniz’in ve dolaylı olarak da Akdeniz’in Hint Okyanusuna açılma noktasıdır. Bu da Yemen’i, en önemli petrol arz noktalarından biri kılmaktadır. Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra stratejik önemi yeniden artan Aden Körfezinin Basra Körfezi’nden çıkan petrolün Avrupa’ya taşınmasının yanı sıra Hint Okyanusu’nun ve Uzak Doğu’nun Avrupa’ya bağlandığı en kısa yol olduğunu belirtirsek, Yemen’in önemi iyice artıyor.
Dünyadaki dokuz önemli boğazdan üçünün buradadır. Diğer ikisinin de biz de olduğunu, Putin’in Münih Güvenlik Konferansın’da Türkiye’deki üsleri ve güvenlik kalkanını gündeme getirmesini; Almanya’nın dünyanın 5. Büyük ekonomisine sahip olarak dünyada askeri alanda gücüne eşit sorumluluk alması gerektiğini söylersek, 1. Dünya savaşının görünen sebeplerini de hatırlarsak, günümüz şartlarını Türkiye ve boğazlar açısından okumanın önemi de ortaya çıkar.
Mevcut Kırılgan Yapı: Yemen Cumhuriyeti, dünyanın en fakir ülkelerinden birisidir. Ortalama ömür yaşı 50 olup okuma yazma oranı bölgede en düşük ülkedir. 1990 yılında Kuzey ve Güney Yemen birleşip tek devlet olduktan 4 yıl geçince Güney Yemen, haksız paylaşım iddiasıyla yeniden ayrılmak istedi. Kısa sürede bu istek bastırılmasına rağmen 2011 direnişinde ayrılma riski ortaya çıkmıştı. Ayrılıkçı denilen Güney, Sünni yapının çoğunlukta; ayrıca Kuzey’i besleyen tarım ve ticaret merkezi, Sana’a yönetiminin ihmal ettiğini düşünmekte. Özellikle Yemen’de Eylül ayı içinde Şii ama Caferi geleneğin dışında kendilerine özgü bir itikadi ve fıkhı yapıya sahip olan Zeydiliği benimseyen Husilerin başkenti ele geçirip ve Cumhurbaşkanlığını işgal etmesiyle Yemen’in yeniden en iyi ihtimalle eski haline yani iki parçaya ayrılma ihtimali güçlenmiştir. Bunun önüne geçmek için resmen altı eyalet haline bölünüp, birlikteliği sağlamak istiyorlar ama öyle gözüküyor ki, ana yapı olarak ikiye ayrılma yeniden gerçekleşecek. 
İyi ihtimalle dememden kasıt ise Yemen’in aslında dört bölge ve dört etkin farklı unsur olduğu ve iç savaş ile birlikte bir insanlık trajedisinin yaşanma ihtimalinin güçlenmesidir.  Yemen’de Kuzeyde Şii Husiler, Güneyde sosyalist dönemden kalma ve bağımsızlık talebinde bulunan kesimler (ki bunlar birleşme ile Güney’in Kuzey tarafından sömürüldüğünü söyleyen el-Hırak hareketi bünyesinde toplanmıştır),
el-Kaide’nin etkin olduğu varsayılan Hadramut bölgesinde selefiler (Usame b. Ladin’in buralı olduğu ve Fransa’da dergi saldırını gerçekleştirenlerin buralı olduğu iddiasını hatırlayalım) ve bireysel ve kabile silahlanmasının zirvede olduğu ülkede hala etkilerini gösteren kabileler olmak üzere dört bölge arasında iç savaş da patlayabilir. 
Şimdi Şii olan Husilerin çoğunlukta olduğu Kuzey Yemen’e ve başkent Sanaa’ya  hakim olmasıyla birlikte bu taleplerini resmen yeniden dile getirmektirler. El-Kaide ise bunların Şii olduklarını söyleyerek karşı bombalama eylemlerine başladı ve ülke yeniden karıştı. El-Kaide için insansız savaş uçaklarını sürekli ülke üzerinde gezdiren ABD, eğer gerçekten İran’ın bölgedeki vekil kurumuysa Husilerin etkinliğine bir şey demiyor diye düşünmek gerekiyor? Özellikle  Kızıl Deniz liman kenti Hadida’yı  alması, petrol arzı için İran açısından hayati bir önem arzederken bu soru daha önem kazanıyor?
Husiler Kimdir?
Bu noktada Husiler bağlamında Zeydi yapı
hakkında biraz hatırlatma yapmak gerekiyor: Saada eyaletinin bağımsızlığını isteyen Husiler imamet ilkelerine göre yönetim istiyorlar. 2004 yılında Husili lider Huseyin el-Badreddin Husi öldürülünce takipçiler silahlara sarılmış ve Yemen güvenlik güçleriyle savaşmaya başlamıştı.Bunlara aslında Şii ve Zeydi demek daha tutarlıdır. Hanefilere en yakın mezheptir. Hicri  820′den itibaren Yemen’de fiilen etkililer. Ziyadiler 1022 yılına kadar iktidarlarını sürdürmüşlerdir. Zeydiyye mezhebinden olan Ressiiler ise 1300 yılına kadar hüküm sürdüler. 1517′den sonra Yemen Osmanlı Devletine bağlandı ama Zeydi imamların dini otoriteleri devam etti.
30 Ekim 1918′e kadar Osmanlı yönetiminde kalan Yemen’in yönetimi Zeydi imamlara geçti. Zeydilerin dini lideri olan İmam Yahya 1924′te kendisini Yemen kralı ilan etti. İmam Yahya Yemen’in İtilaf devletleri tarafından işgaline razı olmadığı gibi Osmanlı birliklerinin kesinlikle teslim olmasını istemiyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında gerek hükümet ve gerekse ordu nezdinde siyaseten ve maddeten çok büyük yardımlarda bulunmuştu. Bu süre içinde hiç bir yabancı devlet veya Osmanlı Devleti’ne düşman bir devletle münasebete geçmedi. İmam Yahya yabancılar tarafından yapılan her türlü teklifi reddetti.
Zeydiler hukuk anlayışı olan Fıkhu’l-Hadevi Caferi Fıkhından Farklıdır. 14 temel şartı taşıyan ve Hz. Ali soyundan olan herkes imam olabilir, masumiyet sadece Hz. Ali, Hz.Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin içindir. Bunlar haricinde herkes günah ve sevabına göre değerlendirilir. Müslüman dosdoğru olmalı, takiyye diye bir şey olamaz, derler. Savaş ve benzeri durumlardaki ruhsatın takiyye ile karıştırılmaması gerektiğini, yalan ile farkının net bir şekilde belirli olduğunu belirtirler.
Yemen’deyken görüştüğüm Zeydiler, yönetimle çatışan ve İran tarafından desteklendiği iddia edilen grup olan Husilerin kesinlikle Caferi, İran Şiiliği’yle alakası olmadığını, Hadevi fıkhıyla amel ettiklerini ama yönetimle siyaseten ters düştüklerini söylüyorlardı Amerika ve İsrail karşıtlığı ve Suudi Arabistan’ın resmi öğretisi olan Vehhabiliği en büyük tehlike olarak gördüklerinden dolayı İran destekliyor diye denildiğini düşünüyorlar.
Ali Abdullah Salih hala etkin mi?
Ali Abdullah Salih’in 30 yıl ülkeyi sömürmesi ve Husilere karşı savaşmasına rağmen şimdi Husilere destek olduğu iddiası gerçekse, daha önce Irak-Kuveyt savaşındaki tutumu, Libya’nın ülkesindeki Husileri, Suudlulara karşı silahlandırmasına göz yumduğu böylece Suud Arabistan’ı kendisini desteklemeye mecbur kılmaya çalıştığı gibi hamleleri hatırlatıldığında, ülkede hala kabilelerin çok etkin olduğunu, bunların da her birinin ayrı bir devlet gibi davrandığını, küresel güçlerin her birinin de birinin yanında yer aldığını, ama neticede Yemen’in istikrarsızlık halinin iyice arttığını gözlemlemek mümkün.
Sonuç olarak; Zeydilik ve Caferilik arasındaki farka dikkat etmeden, Husileri, İran’ın vekili gibi görmek, bölgede İngiltere, ABD ve Rusya’nın etkisini küçümsemek olur.  Şubatta başlayan 51. Münih Güvenlik Konseyi’nin Avrupa'nın güvenliği ve Ortadoğu'daki karmaşık gelişmeler’ ele alınacak. Ayrıca Kırım açısından önemli olan Ukrayna ile Rusya arasındaki çatışmalar, radikal İslamcı teröre karşı mücadele, dünyadaki sığınmacı sorunu ve modern savaş aracı olarak propagandanın öneminin görüşüleceği açıklandı. 
Bildiğim kadarıyla Türkiye Ortadoğu oturumunda İsrailli temsilcileri de sonradan koydukları için katılmama kararı aldı. 
“Güç dengelerinin değişmesiyle uluslararası meselelerde söz sahibi olma konusunda beklentiler de değişiyor. Güç dinamiklerinin değişimi riskleri ve fırsatları beraberinde getiriyor. Bazı ülkeler daha büyük ekonomik kapasiteye sahip oldukları için diğerlerinden daha fazla sorumluluk üstleniyor. Bilhassa Hindistan’ın kapasitesi, Çin’in yükselişi ve Rusya’nın saldırganlığı, bunların hepsinin ana güç ilişkilerinin geleceğine önemli etkisi olacak” diyen Obama, ABD güvenlik stratejisini açıkladı.
Biz ise İsrail gerekçe göstererek konferanstan çekildik. Halbuki güneyimizde etkin hale gelen Irak Şam İslam Devleti adıyla (İşid) yapılan terör eylemlerinin geldiği aşamaları konuşuyorlar. Masada biz olmayacaksak nasıl belirleyici olacağız? Yeni adıyla Daiş örgütünün ortaya çıkardığı sorunları konuşmak için Konferans bağlamında Suudi Arabistan, Katar, Irak, Umman BAE, Bahreyn ve Kuveyt dışişleri başkanları toplantı. İran ve Yemen’deki gelişmelerde konuşuldu.
İşte bu yazıya (http://www.aljazeera.com.tr/gorus/bolunmenin-esigindeki-yemenin-gelecegi) ilave etmeyi düşündüğüm en önemli nokta da son cümleden hareketle ortaya çıktı. Çünkü Suudi Arabistan üç bölgeye ayrılma riskini engellemek ve ülkesindeki Şiilerle, Yemen’deki Şiiler arasında bir ittifakın olmasından kaygılı yıllardır. Şii öğreti ile yeni selefilik adı altında yıllardır savaş yürüttüğü de ortada, ama burada farklı bir durum  abilir diye düşünü/yorum:
Dikkat ÇEKİ/YORUM:
Zeydi fıkhına bağlı Şii Husilerin Yemen’de gelişme kaydettikleri ve küresel güçlerin de yeni bir oluşum içinde olma ihtimaline çekiyorum. Kuzeyde Husilerin kontrolünde Suudi Arabistan ile sürekli bir çatışma alanı daha doğacak, üstelik bu yapı, Şii ama farklı itikadi ve fıkhı yapıya sahip. Yani demem o ki, Sünnilik içinde farklı mezhepler var ve bunlar aynı Hakikat’in farklı yorumları, paradigmaları olarak işlev görüyorlar, siyasi düzlemde hiçbir çatışmaya yer verilmiyor. Ama Hanbeli mezhebinin/paradigmasının İbn Teymiye yorumunu güncelleyen ve Vahhabi öğretisi olarak ortaya çıkan yapılanmanın yüzyıl önce neler yaptığını Osmanlı olarak biliyoruz. Şimdi bu tarihsel temellere bakmaksızın, İslam dünyasına yönelik hiç kimse dile getirmiyor, bunun üzerinde durulmuyor, buralarda olanlardan Müslümanlar sorumlu değil, çünkü yaşananların kurbanıdır, demek yeterli değil. Enerji arz ve üretim mekanlarına küresel güçlerin siyasi ve ekonomik yapılarına paralel etkileri söz konusu, nitekim Alman Cumhurbaşkanı da bunu yeniden dile getirdi.  Benim diyeceğim, Müslümanı Müslümana kırdırıyorlar ve oradaki enerjiyi emiyorlar. Bunun “Selefilik” adıyla yeniden güncellendiğini ve hükümranlık/siyasal projelere meşruiyet sağlamak için örtü olarak kullanıldığı da ortada, İslam dünyasını kana buluyor bu yapılar. En yeni örneği Batılı Eğitim/harf kullanmak yasak anlamına gelen Boko Haram’ın ortaya koyduğu şiddetin gerekçesi ne ve ortaya çıkan sonuç ne? Bildiğim Nijerya7nın petrol ihraç eden ülkeler sıralamasında dünya beşincisi ve rezerv açısından da onuncusu olması;ama halkına bakıyorsunuz fakirlik içinde yüzüyorlar!
El-cezire’nin Türkçe sitesine yazdığım metne ilave notlar artıyor, konuyu dağıtmadan tekrar Yemen’deki Husi direnişi bölgede küresel aktörlerin taleplerine ve etkinlik derecelerine göre farklılık arz edeceğidir! Sünnilik ve selefilik gibi benzer bir durumu Şii öğreti içinde geliştirilmesi imkan dahilinde olabilir mi? Yemen tekrar ikiye ayrılacak, Güney Yemen ki petrol arzında önemli nokta, burası sosyalist ve selefi yapıların etkin olduğu yer, Kuzey ise Suudi Arabistan ile sürekli gerilim ve çatışma içinde olacak? Üstelik farklı bir şii paradigma daha devletler arenasına çıkmış olacak!
Benim kanaatim, burada da Şii-Sünni çatışması adı altında medeniyet içi çatışmaları körükleyerek sürekli istikrarsızlık halini devam ettirmek, kontrolü kolay daha küçük yapılar ihdas etmeye yöneliyorlar. 6 Eyalet şeklinde bir üniterliği koruma iddiası da bu tehlikenin giderilmesine yönelik olabilir. Fakat hem Güney Yemen’deki Sosyalist hareket, hem de Sünni yapıyı önceleyen kabileler ve selefi zihniyetteki el-Kaide taraftarlarının bu federatif yapıyı istemek yerine Kuzey ve Güney Yemen şeklinde ayrımı önceleyeceği varsayılabilir. Her hâlükârda yakın gelecekte Yemen’de sular durulmayacak gibi gözüküyor.İslam dünyasının en fakir ülkelerinden olan ama Kur’an’daki kıssaların bazılarının geçtiği yerler olan güzel Yemen’de de tıpkı Suriye’de olduğu gibi bir insanlık trajedisi yaşanabilir.