Bir nasihatin, bir çocuğun ve bir köyün kaderini değiştirme hikâyesi.
Bazı kamu görevlileri vardır ki görevlerini sadece kanunla değil, kalpleriyle de yaparlar. Yüzlerinde devletin şefkatini, sözlerinde halkın güvenini taşırlar. Bir çocuğun başını okşar, bir vatandaşın gözlerine umutla bakarlar. Bu bölümde, ismi hatırlanmasa da unutulmayan bir Hâkim Amca'nın, köylü bir ailenin hayatına dokunuşunu okuyacaksınız.
"Burada hizmet erisin, başka bir yerde sen de müşterisin!" hesabı, devletimizin şefkatli, güler yüzünü her zaman hissettirmeye çalışırlar. Resmî daireye bir iş için gelen vatandaşın yanında küçük çocuğu varsa, onun adını, okula gidip gitmediğini, gidiyorsa derslerini ve büyüyünce ne olmak istediğini sorarlar. Çocuk "Derslerim çok iyi, büyüyünce mühendis, hâkim, doktor olacağım" gibi cevaplar verince, masasının gözünden çıkardığı bir çikolatayı ya da şekeri uzatarak, "Al bakalım, aferin! Bu senin gibi akıllı çocukların hakkı." diyerek ödüllendirirler.
Ya da çocuk derslerinde başarısızsa, "Derslerine çok çalış, çok kitap oku. Bizden sonra bu koltuklara sizler oturacaksınız." diyerek bir iki cümleyle nasihatte bulunurlar. Çocuklara anne-baba dışında, özellikle makam mevki sahibi kişilerce yapılan nasihatler daha etkili olur. "O da insanmış, demek ben de ileride bu göreve gelebilirim." diye düşünürler. Ayrıca anne babadan benzer sözleri sık sık işiten çocuklar zamanla bu sözleri sıradan bulur, duymak bile istemeyebilirler. Hani boşa dememişler: “Vatandaş, memurun işini görmesinden çok, kendisiyle ilgilenilmesinden memnun olur.” diye.
Yıllar önce rahmetli babamın yaşadığı ve tatillerde köye gittiğimizde anlata anlata bitiremediği, ismini bile bilmediği Hâkim Amca’yı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Efendim, 50-55 yıl önce rahmetli babamın yolu bir vesileyle Çorum Adliyesi’ne düşer. Yanında ilkokula giden ağabeyim de vardır. Adliyede görevli Hâkim Bey, ağabeyime “Gel bakalım yanıma, senin adın ne?” der. O da utanarak “Muzaffer, amca.” der. “Okula gidiyor musun?” deyince “Evet, ikinci sınıfa gidiyorum.” cevabını verir. Hâkim Bey birkaç soru daha sorar, güzel cevaplar alınca hoşuna gider. Rahmetli babama dönerek:
“Amca, bu çocuğu mutlaka okut.” der.
Babam, “Hâkim Bey, ben Osmancık ilçesine 3-4 saat uzaklıkta olan Seki köyünde, oranın da yaylasında yaşıyorum. Köy hali... Nasıl okutayım?” der.
Hâkim Bey ise, “Amca, sen okutamazsan ben okutayım. Ama bu çocuk mutlaka okusun! Hem seni hem de kendini kurtarsın!” der.
Babam, Hâkim Bey’in mütevazı tavrı ve çocuğuyla ilgilenmesinden çok memnun olur ve “Allah razı olsun efendim.” diyerek ilçenin yolunu tutar. O güne kadar “İlkokulu bir an önce bitirsin de iş güce yardım etsin.” düşüncesinde olan babamın kafasında soru işaretleri oluşmaya başlar. Kendi kendine: “Bu çocuğu okutmam gerek. Kocaman devletin hâkimi ‘okut’ diye ısrar ettiğine göre demek ki bir bildiği var.” der.
Ağabeyim köyde ilkokulu bitirir bitirmez ilçede bir göz oda kiralanır ve ortaokula yazdırılır. Annemle birlikte her türlü fedakârlığı omuzlayarak sonuna kadar okutmaya karar verirler. Annem, “Yavrum soğukta üşümesin.” diye ilçede okuyan çocuğuna merkeple en çıralı, kolay tutuşabilecek odunları taşır. Bir elinde yoğurt bakracı, bir elinde yumurta sepeti vardır.
Bu arada ağabeyim de onların bu fedakârlığına karşılık derslerine çok çalışır; takdir, teşekkür belgeleri getirir. Yazın tuğla fabrikalarında çalışarak okul masraflarını kendi sağlamaya çalışır. Nihayet liseyi bitirir ve İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünü kazanır. Köyden üniversiteye giden ilk kişidir ve kendinden sonrakilere de örnek olur. Çünkü köylü vatandaş, şehirdekini değil, daha çok köyündeki filancanın, falancanın çocuğunu örnek alır. “Bizim çocuklar da okusun.” diyenlerin sayısı çoğalmaya başlar.
Şimdiki gibi anında para gönderme veya telefonla konuşma imkânı olmadığı için, “Gurbet ellerde ne olur ne olmaz, hasta, sökel olursa bozdurup harcasın.” diye annem, ağabeyimin ceketinin cebine bir adet Cumhuriyet altını koyar ve kaybolmasın diye cebini iyice diker. Ağabeyim, zaman zaman ihtiyacı olmasına rağmen “Bu annemin hatırasıdır.” diyerek üniversite hayatı boyunca o altını bozduramaz, hep yanında taşır.
Çocuğunu İstanbul’da bir üniversitede okutmanın sevinciyle babamın yorgunluğu bir nebze dinmiştir. Fakat Hâkim Bey’le bir daha karşılaşma imkânı olmamıştır. Her tatilde köye gittiğimizde babam, ağabeyime “Senin okumana sebep o Hâkim Bey’dir.” der ve pişmanlık duyar. “Keşke oğlum, o hâkim beyin adını bir yere yazsaydık da ziyaretine gidip ‘Sizin sayenizde mühendis olacağım.’ deyip elini öpseydin.” der. O zaman düşünülmediği için bu eksiklik hâlâ içimizde bir sızı olarak durmaktadır.
Bu arada ağabeyim üniversitenin son sınıfının son dönemindeyken babam amansız bir hastalığa yakalanır. Ağabeyimden gelen her mektupta “Babamın sağlığı nasıl?” sorusuna, “İyi, sen merak etme.” cevabı verilir. Babam, “Ben ölürsem sakın Muzaffer’e haber vermeyin. Üzülüp de okulunu, derslerini aksatmasın. Diplomasını alınca öğrensin.” diye vasiyet eder. Babam rahmetli olduktan sonra, mektubunda “Babamın sağlığını merak ediyorum, gelmek istiyorum.” diyen ağabeyime, “Babamın sağlığı iyi, merak etme. Sınavların bitince gelirsin.” diye cevap yazılır. Sınavlar biter, merakla beklenen diploma alınır; ama babam bunu göremeden hayata veda etmiştir. Hani demişler ya: “İki mutluluk bir arada yaşanmazmış.” diye…
Netice olarak;
O ismi bile bilinmeyen fakat yıllar geçmesine rağmen mütevazı hâliyle rahmetli babamın ve onun anlatımlarıyla gıyaben bizlerin gönlünde taht kuran, köylü bir vatandaşın küçük çocuğuyla ilgilenen, onun okutulması için babasını teşvik eden Hâkim Amca, şimdi emekli Makine Mühendisi olan ağabeyim tarafından hiç unutulmuyor. Yaşıyorsa sağlık ve afiyet diliyoruz. Hayatını kaybetmişse rahmetle yâd ediyoruz.
Büyüklerimiz, “Birinden kötülük gördüğünüzde unutmaya çalışınız. Fakat iyilik gördüğünüzde hiç unutmayınız.” demişler. Ortak temennimiz; görevimiz ne olursa olsun, bir cümle sözle de olsa tanıyıp tanımadığımız insanlara faydalı olabilmek... Neticede makamları, mekânları terk ettiğimizde isimlerimiz bilinmese de, gıyaben güzelliklerle yâd edilebilmek…
O cümle, ne bir karar metninde yazılıdır ne de resmi bir evrakta. Ama yıllar sonra bir çocuğu mühendis, bir aileyi umutlu, bir köyü örnek hâline getirir.