İbn Haldun Üniversitesi 20-200 Ekim 2017 tarihleri arasında İstanbul ‘da Uluslararası Medeniyetler Şurası’nda düzenlemiştir. Dünyanın her tarafından bir çok aydın bilgi, bilim medeniyet ve medeniyetler arası ilişkileri müzakere etti. Bu satırların yazarı da Çorum İlahiyat fakültesinde Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak projesi bağlamındaTürkistan/Atayurt/İç Asya ve Türkiye/Anayurt/Ön Asya irtibatının kurulmasının felsefi, kelami ve tasavvufi boyutları üzerinde çalıştığında dolayı burada Türk-İslam Medeniyetinin Yeniden Dirilmesin Anahtar Kavramları: Din Ve Mille(t) kavramlarına dair bir sunum yaptı.

Burada Türklerin İç Asya’dan başlayan göç tarihini bir nevi toplumsallaşma süreci olarak tahlil ettiğimiz zaman; Ebû Zeyd Veliyüddîn Abdurrahmân İbn Haldun’dan hareketle, “dayanışma duygusu”, “sosyal bağlılık” ve “sosyo-politik kimlik” olarak tanımladığımız asabiyet ve aidiyetimizi belirlemede en önemli unsurun sebep/din ve nesep/ırk olduğu üzerinde durdum. Bu husus önemli, zira toplumu ve devleti ayakta tutan temel motivasyon olan asabiyet kavramının incelenmesi, hem insanın göçerlik ve yerleşiklik/medenilik doğasını, bunlar arasındaki geçiş sürecini, olası kırılma ve yabancılaşma noktalarını; hem de egemenlik ve siyaset ilişkisini gündeme getirir.

Medeniyet Mihveri Olarak İpek Yolu

Tarihte sürekli bir devlet geleneğine sahip olarak kadim milletlerinden birisi olan Türkler, Doğu ile Batı âlemini birbirine bağlayan ve yüzyıllarca medeniyet mihveri olan İpek Yolu üzerindeki toprakları fethetmişler, yurt haline getirmişlerdir. Bulundukları zaman ve mekânın şartlarına göre egemenliklerini pekiştirmişler, Türk-İslam Medeniyetini kurmuşlardır. Ümit Burnu’nun keşfi; K.Kolomb’un sürekli batıya giderek Hindistan’a ulaşayın derken Amerika’ya ulaşması, Napolyon’un Mısırı işgaliyle birlikte medeniyet mihveri değişmeye değişmiştir. Fransız ihtilaliyle başlayan yeni dünya paradigmasının monarşiden cumhuriyete geçiş, kilise/din merkezli yönetim yerine laiklik ve ulus devlet paradigmasına Üç Tarz-ı siyaset ile uyum sağlamaya çalışan Osmanlı devleti nihayetinde döngüsel tarih tasavvuruna uygun olarak son bulmuştur.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan beyefendinin huzurunda düzenlenen “Küçük Şura”da Teoman Duralı hocamın belirttiği üzere “Türkler, İslam medeniyetinin yürütücüsü olmuşlardır. Osmanlı’nın tarihten çekilmesiyle birlikte bu ortadan kalkmış ve Din ile Medeniyet arasındaki ilişki de kopmuştur.” Ama Selçuklu-Osmanlı siyasi ve kültürel birikimi üzerine Anadolu’da kurulan Türkiye Cumhuriyeti Atayurt ve Anayurt irtibatının somut simgesi olarak Kara ve Demir yoluyla İpek yolunu yeniden diriltmek için her türlü uluslararası çabayı göstermektedir. Çünkü evet, Türklerin yurt ve devlet özdeşliğini gerçekleştirdikleri bölgeler jeopolitik önemini kaybetmişti; ama son yıllarda Batılı küresel güçler enerji arz ve üretim merkezlerine yönelik operasyonların sonucu yeni ve alternatif enerji koridoru olarak ipek yolu üzerindeki devletler yeniden stratejik önem kazanmaya başladı.

Bu durumda Jeopolitik ve ekonomik açıdan yeniden önem kazanan İpek Yolu güzergâhının aynı din ve ırkın farklı boyları tarafından kurulmuş Türk Devletlerinin (Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan) hâkimiyetleri altında olmasından hareketle yeni politikalar geliştirerek, dünya siyasasında oyun kurucu aktörler haline gelmek için çalışmalar yapılmaya başladı.

Eğer Vahdette Kesret (Çeşitlilik/Çokluk İçinde Birlik) ilkesi gereği, altı Türk devletinin dil, fikir ve işte birlik sağlayarak İpek Yolu bağlamında Türk Medeniyetinin Yeniden Dirilişini sağladığımız zaman Türk Dünyasının sosyo-ekonomik ve kültürel birlikteliğini de temin etmiş olacağız. Bunun için kültür ve medeniyetler arasındaki farklılıkları esas alan çatışmacı geleneğin Avrasya ve Ortadoğu’ya hâkim olmasına engel olmak ve yüzyıllardır uyguladığımız benzerlikleri esas alan uzlaşmacı-barışçı geleneğin birikimini sosyo-politik arenaya taşımak gerekir.

Bu bağlamda, Türkistan’dan başlayan göç yolları dikkate alınarak Türk kültür ve medeniyetinin Oğuz Kaan-Mete Han’dan itibaren izlediği jeopolitik ve stratejik uygulamalar günümüz şartlar içinde yeniden okunmalıdır. İpek Yolunun tekrar tarihsel işlevine kazandırılması için Coğrafya ile Dil, Düşünce irtibatının kurulmasının dini ve felsefi açıdan gerekliliği ile bunun pratiğe-işe yansımasının araştırıldığı bu bildirinin önemli yerleri Anadolu Ajansı tarafından şu şekilde haberleştirildi. (http://www.mynet.com/haber/guncel/uluslararasi-medeniyetler-surasi-3338189-1 22 Ekim 2017 16:12)

Türkiye Çatışmanın Tam Merkezinde

ABD-AB ve Rusya-Çin arasındaki enerji savaşının Asya ve Ortadoğu'yu çatışma ortamına sürüklemektedir. Stratejik konumu nedeniyle Türkiye bu çatışmanın merkezindedir. Çünkü hem Doğu-Batı, hem de Kuzey-Güney geçişlerinde köprü konumunda olan Türkiye’nin içinde bulunduğu alt sistem ve bölgeler eskisine göre daha oynak ve belirsiz ve o derece önemli bir hale geldi. Rusya ve Çin’in küresel aktör olarak yeniden sahneye çıkmasıyla birlikte medeniyetler arası savaş tezinin de geçerliliği kalmadı. Bölgelerdeki sürekli gerilim ve çatışmalara meşruiyet sağlayacak Şii/Selefi vekâlet savaşları devreye sokuldu.

DEAŞ, El-Kaide, Taliban ve Boko Haram gibi terör örgütleriyle savaş adı altında ''Müslümanı Müslümana kırma'' politikasının sürdürülmektedir. 'Özellikle İngiltere ve AB merkezli küresel güçler, enerji üretim ve arz merkezlerine, demokrasi insan hakları gibi gerekçelerle müdahalelerde bulunmaya başladı. Irak’tan başlayarak bir zamanlar 'İpek Yolu'nun güney hattı olan Afganistan ve Pakistan kadar 'sürekli bir istikrarsızlık' durumu oluşturuldu. Bu bölgelere yönelik yeni operasyonlar düzenlendi. Bu ülkelere demokrasi getirileceği söylendi ama bölgeler daha da istikrarsızlaştı ve iç çatışmalar iyice tetiklendi.
El-Kaide, Taliban, Boko-Haram ve günümüzde iyice etkinliğini artıran DEAŞ adlı örgütlerle vekâlet savaşları başladı. 2010 Arap Baharı adıyla başlatılan ve medeniyet içi çatışma yani Müslüman’ı Müslüman’a kırma politikasıyla vekâlet savaşları yaygınlaştırıldı.

Yeniden 'Oyun Kurucu Aktör Olunmalı

Türklerin Doğu ile Batıyı birbirine bağlayan İpek Yolu üzerindeki toprakları fethettiklerini ve buraları sebep/din ve nesep/ırk aidiyetlerine dikkat ederek yurt haline getirdiler, yeni bir toplumsal bilinç inşa ettiler. Bilgi, bilim ve teknoloji açısından Batı’nın ortaçağ dediği dönemlerde Türk-İslam âleminde altın çağını yaşayan bir medeniyet tesis ettiler. Bu birikimi kullanarak bölgede yeniden 'oyun kurucu' aktör olmak için İsmail Gaspıralı beyin dediği gibi dil, fikir ve işte birlik içinde İpek yolunu yeniden medeniyet mihveri haline getirmeliyiz. Çünkü son yıllarda Batılı küresel güçlerin yeniden enerji koridoru olan İpek Yolu üzerinde hâkimiyet sağlamaya çalıştığı malumdur.

Sonuç: Enerji arz ve üretim merkezlerine yönelik operasyonların sonucu yeni ve alternatif enerji koridoru olarak İpek Yolu üzerindeki devletler yeniden stratejik önem kazanmaya başlamıştır. Bu durumda jeopolitik ve ekonomik açıdan yeniden önem kazanan İpek Yolu güzergâhının aynı din ve ırkın farklı boyları tarafından kurulmuş Türk devletlerinin hâkimiyetleri altında olmasından hareketle yeni politikalar geliştirerek, dünya siyasetinde oyun kurucu aktörler haline gelmek için çalışmalıyız. İpek Yolu bağlamında Türk-İslam medeniyetinin yeniden dirilişinin sağlandığı takdirde Türk dünyasının sosyo-ekonomik ve kültürel birlikteliğinin de yeniden sağlanacaktır.