90 Yıllık Cumhuriyet tarihinde, bir vatan toprağını terk ettik! Suriye'deki Süleyman Şah Türbesi'ni koruyamadık! Bir avuç toprağı koruyamayanlar, koskoca Türkiye'yi nasıl koruyacak? Bir avuç Türk toprağını terk edenler, yarın Türkiye topraklarını da terk ederler mi?
Süleyman Şah Türbesi’ni ve türbedeki değerleri apar topar taşıyıp, sınırımıza bitişik bir yere kondurmayı, “başka bir vatan toprağı kazanımı olarak” sunmanın neresi başarı anlayamadık! 
Bu millet, İstiklâl Savaşı’nı bu günleri görmek için mi verdi? Elimizde kalan son vatanı savunmak için, bir dakika sonra öleceğini bile bile, kefenleriyle toprağa düşen binlerce Çanakkale şehidi boşuna mı öldü? Geri çekilseydi Türk ordusu… Nasılsa İstanbul’daki düşmanla işbirliği yapan saltanat hainleri, ülkenin işgal edilmesine onay vermişlerdi. Padişah ve işbirlikçileri, utanç veren işgale çoktan boyun eğmişlerdi.  Onların, şeref ve haysiyetleri, imparatorluk tahtına indirgenmiş, “vatan” diye bir kaygıları kalmamıştı.
Henüz bir fidanken toprağa düşen gencecik tıbbiyeliler, Kayseri lisesinin sonsuza kadar mezun olamayacak olan öğrencileri; “Bana ne! Bu ülkeyi ben mi düşüneceğim, koskoca Osmanlı’nın koskoca padişahı düşünsün” diyemezler miydi?
Yere düşmesin diye, sımsıkı sarıldığı bayrakla birlikte dizlerinin üstüne çöken, kanlar içindeki başı önüne düşmüş ama asla bayrağını düşürmemiş,  dimdik ölebilen kaç vatan evladımız oldu?
Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, İngilizlerle kol kola girip, nerede akşam orada sabah misali, vur patlasın çal oynasın bir hayat süremezler miydi? Sonuçta Mustafa Kemal’de, Osmanlı’nın bir paşasıydı. İngiliz Severler Derneği’ne üye olup, Pera Palas’ın lüks salonlarında, rahat bir yaşamın keyfini çıkartamaz mıydı? Rahatlık bir yerlerine mi batmıştı da hayatının neredeyse yarısını o cephe senin bu cephe benim dövüşerek geçirdi? Hem de böbrek ağrıları çeke çeke…
İçinde bulunduğumuz şu utanç verici duruma bakın ve kendinize şu soruları sorun?
O günlerin imkânsızlıkları ile 780 bin kilometrekare vatan toprağını geri alan Lozan kahramanlarını, Musul ve Kerkük’ü masa başında vermekle suçlayanlar, bugün, onların içinde bulunduğu imkânsızlıkları yaşasalardı, tüm Türkiye’yi masa başında teslim etmezler miydi?
Eğer Mustafa Kemal’in elinde, bugünün Türkiye’si ve Türk Silahlı Kuvvetleri olsaydı; değil Musul ve Kerkük, sınır komşularımızdan kaç tanesi Misâk-ı Millî sınırlarının içinde kalırdı? 

**
23 Şubat 2015 Pazartesi günü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Meclisi'nde, terör örgütü yandaşı bir kadın vekil konuşma yaptı. Konuşmasında bölücü örgütün, tüm dünyanın önünde saygı ile eğildiği (!) bir mücadele (!) hareketi olduğunu, Türkiye'nin de artık bunu kabul etmesi gerektiğini, çünkü Türkiye'nin de bir "Kürdistan'ı" olduğunu (!) üstüne basa basa söyledi.  Yetmezmiş gibi, Şah Fırat Operasyonu’nda, örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne destek verdiği, operasyonun bu sayede başarıya ulaştığı şeklinde hezeyanlar savurdu.
Sanırsınız ki Türk Silahlı Kuvvetleri bir ülke ile savaşa girmiş ve onlar galip, biz mağlup olmuşuz.  Bunun sonucunda da TBMM' yi ele geçirmişler, orada açıklama yapıyorlar.  İktidarın bir tek vekili de ayağa kalkıp, bu sözde kadın vekile karşı çıkamadı. Hepsi sustu, oturdu...
Türkiye Cumhuriyeti’nin Meclis çatısı altında görev yapan bölücü örgüt yandaşı sözde vekillerinin, ülkeyi bölmek anlamına gelen söylemleri ve sokaktaki eylemlerine; unvanlarının başında” Cumhuriyet” olan savcıların neden hareketsiz kaldıklarını bu millet bilmekte, tarih ise kaydetmektedir…
Ama hiç kimse ellerini ovuşturmasın!
Bu ülkeyi bölmeye ve kardeşi kardeşe kırdırmaya kimsenin gücü yetmiyor.
Buna kim mi engel oluyor?
Türk Milleti’nin sağduyusu…
Bugüne kadar Türkiye’de bir iç savaş çıkmadıysa, bunu Türk Milleti’nin sağduyusuna ve kardeşlik duygularına borçlusunuz.
Çünkü Türk topraklarını ve vatan evlatlarını koruyacak ve kucaklayacak olan da yine Türk Milleti’dir.