Giriş: Türk Tasavvuf Geleneğin teşekkülü Hoca Ahmed Yesevî (o. 562/1166) ile olmuştur. Nitelikli alimlerden İslami disiplinleri tahsil eden Yesevî, şahsiyetli bir Müslüman bireyselliğinin fıkhi boyutunu Ebu Hanife’den, özgürlükçü teolojiyi de İmam Maturidi’nin öğretisiyle temellendirmiş ve bunu göçer Türkmen obalarının kolayca anlayacağı “Hikmet” dediğimiz beyitlerle bir vezin ve yöntemle (Çağatay Türkçesiyle) anlatmıştır. Siyasal ve toplumsal kargaşanın yoğun olduğu dönemde, siyasal otoritelerden bağımsız sivil bir “kurucu göçebelik” işlevi görmüş, yeni bir mekân/yurt ve yeni bir din (irfani) dil ve toplum tasavvuru imkanını gündeme getirmiştir. Bu anlamda Farsça ve Arapça bilmesine rağmen Türkçeyi kullanması Türk Felsefesinin kurucu âlimlerinden olduğunu ve “Anadolu maya”sını oluşturan manevi fatihlerinden olduğu görülür. Çünkü Türkçe, Korkut Ata’dan Kaşgarlı Mahmud,, Ali Şir Nevai, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltık, Yunus Emre, Aşık Veysel çizgisinde yüzyıllar içinde sürekli bir akış içindedir.

tarihimizin bu seçkin insanlarınıçağdaş felsefe içinde var olması yönünden canlı figürler olarak ele alarak, onlarla felsefe yapmayı deneyiyoruz. Bu nedenle “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak: Türk Felsefesine Giriş (Eskişehir: Kırmızılar Yayıncılık 2020) adlı eserinde Türk Felsefesinin kurucu metinleri olarak Orhun Abideleri, Kaşgarlı Mahmud ve Kitabu Divanu Lugati’t-Türk, Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig, Edip Ahmed Yükneki ve Atabetü’l-Hakaik ile Korkut Ata ve Kitab-ı Dede Korkut inceledik. Ahmed Yesevi ve Divan-i Hikmet’ten oldukça bahsetmemize rağmen bu seçkin atamızı ve Hikmetlerinden sonradan oluşturulmuş eserini bu çalışmaya almadık. İzmir Türk Ocağı’nın 27-28 Şubat 2021 tarihinde düzenlediği “Hanefilik, Maturidilik ve Yesevilik (Dünü-Bugünü-Yarını) Ulusal Sempozyumu”nda kamuoyuna temel kaygılarımızı açtık ve akademisyen arkadaşlarla müzakere ettik. (https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=LUSsk53RRmM&feature=youtu.be&ab_channel=%C4%B0zmirT%C3%BCrkOca%C4%9F%C4%B1) Sonra Anadolu Vakfı bünyesinde 23.Mart 2021 tarihindeTürk Medeniyeti bağlamında müzakereyi devam ettirdik. Nihayetinde 27.3.2021 tarihinde Divan Edebiyatı Vakfı bünyesinde Said Başer hocamın da önemli katkılar yaptığı müzakereyi gerçekleştirdik. Akademik bir metine dönüşme sürecinin ana hatlarını kamuoyuyla paylaşıp müzakere sürecini tamamlamak istiyoruz.

Felsefe; Kaygıları Paylaşmaktır.

Burada müzakere edilecek soru(n), Tanrı-evren-insan irtibatı üzerinde düşündüğümüzde Müslüman ilk Türk tarikatı olan Yesevîlik verileri Nakşibendilik üzerinden Hint/Pakistan alt kıtası, Mezopotamya, Irak ve Suriye’deki dönüşümü nasıl olmuştur ve günümüze olan etkileri nelerdir? Özellikle siyasal otoritelerden bağımsız aksiyoner ve “O’na teslim olup, her türlü masivaya hayır diyen bir isyan ahlakı” içeren bireysel bir dindarlığı ve sivil bir tutum nasıl kurumsallaşmış, Nakşilik tarafından nasıl bastırılmış ve bir itaat kültürün yaygınlaştırılma aracına dönüştürülmüştür?

Yesevî geleneği insan yetiştirmeye odaklanıp, bireysel ahlâkı güçlendirmeyi önceleyip, Türk Dili ve Kültürünü yaygınlaştırarak Türk Devlet Sisteminin omurgasını besleyen nitelikli insan yetiştirerek sivil bir tutumla güçlendirirdi. Çünkü Alim/e, abid/e, zahid/e, arif/e niteliklerini kazanan insanın bireysel yönetimini (tedbirü’l-mütevahhid) temin ettikten sonra refik/a bulunca tedbirü’l-menzil (ev yönetimi), bunların toplamından da devlet/toplum yönetimi (tedbirü’l-medine) gelir. Buna rağmen bir süre Altın Orda Devletiyle başlayan Kazak Hanlığı ile devam eden yönetimlerde Yesevîlik karşıtlığının sonuçları neler olmuştur? İslamiyet’in teşekkül dönemindeki zühd ve takvanın bireysel boyutunu önceleyen alimlerin ortaya koyduğu tavır ve tutumlar bir süre sonra kurumsallaşarak kendi yol ve yöntemlerini (tarikat) devlete paralel yapılara mı dönüştürmüştür ki, yöneticiler sert önlemler almaya başlamışlardır?

Bu bağlamda ele alacağımız hususlar şunlar olabilir. Başlangıçta zahir ve batın fıkhını bütünleştirmeyi hafi/gizli zikir önceleyen Yesevî sonradan cemaatle cehri zikre (erre-bıçkı/testere zikri) geçiş yapmasının gerekçesi ne olabilir? Bunu yapmasının İslam öncesinde Gök Tanrı ile irtibatını kam (otacı/hakim) vasıtasıyla yapmasının etkisi olabilir mi? Türkistân coğrafyasının Müslüman olmasında oldukça etkili olan Hallac’ın “Enel-Hak” söyleminin etkisini düşündüğümüzde “Kurucu Göçerlik” işlevi gören bir zihniyetin taşlarını döşerken Yesevî dönemin fıkıh ve kelamcıların baskısından koruyacak itidalli perspektifi nasıl sağlamıştır? Bu itidalli tutum ve bakış açısını açıkladığı “hikmetleri”nin aynı zamanda dönemin sosyal, siyasal ve ekonomik şartlarını açıkladığını düşündüğümüz zaman Yesevi’yi incelemek bir nevi dönemin sosyal tarih araştırmasını yapmak demektir.

Sosyal Tarih Araştırması Olarak Yeseviliği İncelemek

Özellikle dönemin Abbasi (Sünni)-Fatimi (Şii-İsmaili) ve Buveyhi (Şii-İmamiyye) iktidar mücadelesinin teolojik temelleri, sonra Abbasi-Selçuklu münasebetlerinde mezhep temelli teo-politikalar incelenmelidir. Buvehyilerin güç kaybedince Şiilik yerine Mutezile’yi desteklemeyi öncelemeleri, Hanefi olan Tuğrul Beyin Mutezi fikirleri benimseyen Amîdülmülk el-Kündürî’yi (ö. 456/1064) vezirliğe getirmesi, onun Rafizlerin yanısıra Şafii ve sufi alimlere baskı (Mihne) uygulaması, bu durumun Sultan Alparslan ve Melikşah zamanında değişmesi de ayrıca araştırılmalıdır. Buveyhilerin yenilmeleriyle birlikte mücadelenin Sünni kelami mezhepler arasında olduğunu, Abbasilerin bir nevi devletin resmi itikadi yapısı olarak gördüğü Mutezili öğretiden vazgeçmesi, Malikiliğin hiç etkisinin kalmaması ve Hanbeli mezhebine meyletmesinin gerekçeleri bu noktada araştırılabilir. Bu tercihe rağmen diğer üç mezhep özellikle baskın olan Şafiilik ve Hanefilik arasında denge sağlamaya çalışması, Selçuklu’nu Hanefi olmasına rağmen Nizamülkün’de olası etkisiyle Şafiliğe ağırlık vermesinin teo-politik tahlili gereklidir.

Bu çerçevede özellikle döneminde Kitabu’l-adabi’l-müridin adlı eserin sabihi Ebu’n-Necib Suhreverdi (o.563/1168) ve yeğeni Şihabeddin ‘Ömer Suhreverdi (o.632/1234) gibi Horasan Sufi şeyhleri ve Necmeddin Kübra’yla (6.618/1221) irtibatı olabileceğini düşündüğümüz zaman Yesevi üzerindeki diğer etkileri de görmek gerekir. Özellikle Ebu Hafs Ömer Sühreverdi’nin Avarifü’l-Maarif’in 9. Bölümünde Melami (ibadet eylemlerini saklamak) ve Kalenderi (töre yıkmaya çalışmak) zihniyetleri arasında yaptığı ayrım ve farklarını belirlemek şeklindeki tespitleri, Yesevi’nin zahitlik ve dindarlık adına yapılanlara karşı tavırında etki etmiş olabilir. Hallac ile Sühreverdi’nin öldürülmesi gerçeği karşısında söylemine dikkat ederek, fenafillah makamına dair olası yanlış anlamaları giderecek ve halkın anlayacağı bir “Tevhid-Vahdet-tecelli söylemi” oluşturma çabası olamaz mı?

Bu noktada kendini yetiştiren Arslan Bab’ı sürekli zikrettiği halde hocası olduğu iddia edilen Yusuf el-Hemedani’nin Hikmetlerinde adını hiç zikretmemesinin gerekçesi üzerinde düşünmek gerek. Acaba onun Ene’l-Hak söylemini tutarlı bulmamasının etkisi olabilir mi? Ya da şöyle bir soru soralım: Hanefi fıkhının baskın olduğu ortamda yetişen Yesevi’nin önce Şii-Sünni, ardından Sünni mezhepleri arasındaki rekabetten hiç etkilenmemesi mümkün mü?

Diğer bir ifadeyle İslam felsefesinde Meşşai geleneğin faal akıl tasavvuruyla irrasyonel alanın bilgisel temellerinin Farabi (v.950) üzerinden kurulmasından haberdar olan Yesevi’nin hikmetlerini Meşşai-İşraki ve Tecelli mezhebi yani Vahdet-i Vücud öğretileri bağlamında okuma imkânı nedir? İbn Arabi’nin evrendeki birliği/bütünlüğü ifade etmek için kullandığı (tecellî vb ) kavramların Yesevî de karşılığı nelerdir?

Türk Metafiziğinin Temellerini Yesevilik Üzerinden Takip Etmek

soruların cevabını aramak aynı zamanda Türk Metafiziğinin Hallac, Yesevi, Suhreverdi, Ekberi (Vahdet-i Vucud) gelenekler bağlamında araştırılması demektir. İslam felsefesinin teşekkülünün mihveri olan Meşşai gelenek (Farabi ve İbn Sina’nin fikirleri) bu sistemin felsefi temellendirilmesi ve düşünce tarihindeki konumu açısından önemlidir. Çünkü filozofların Mutezile egemenliği döneminde yükselişe geçtiklerini malumdur. Onlar diyalektik yöntem yani mutlak hakikat iddiasıyla diğerini ötekileştiren itikadi/kelami tartışmalarına dalmadan felsefe hamlelere uygun hale getirip, bunun da ötesine geçip, kendi felsefi sistemlerini kurdular.

Selçuklu ve Osmanlı devletinde bu sürecin izlerini nasıl takip edebiliriz? Selçuklu Sultanları ve Atabeyleri tarafından gerek Türkistan gerekse Anadolu’da desteklenen âlimler Arap-İslam dünyasında nasıl değerlendirilmiştir? Özellikle İşraki Suhreverdi ve İbn Arabi, Anadolu’da taltif edilirken Arap dünyasında niçin tekfir edilip öldürülmüştür? Bu çerçevede Yesevi’nin tevhid vahdet ve tecelli anlayışı ile İbn Arabi ve tecellî öğretisi arasındaki benzerlikler veya farklılıklar nelerdir? Kurumsallaşan ve vahdet-i vücud öğretisi diye anılan görüşün aksaklıklarını gidermeye çalıştığını söyleyen Ahmed Faruk Sirhindi’ni Vahdet- Şuhut öğretisinin Hindistan’daki etkisi nedir? Bu öğretilerin etkileri Osmanlı döneminde Irak ve Suriye bölgesinde ve özellikle günümüz Nakşi yapılar üzerinden Türkiye Cumhuriyetine nasıl yansımıştır?

Karşı Sorular:

Bu soruların cevabını bulmak için okumalar yaptığımızda genellikle Yesevi’nin fıkıh ve tasavvuf disiplinlerinin birlikteliğini Şafi âlim ve sufi Yûsuf el-Hemedânî’den öğrenmiş onun 3. Halifesi olarak sufilikte teori-pratik uyumunu insanlara gösterdiği belirtilir. Türkistân (Yesi) göç etmeye karar verdiği için yerini 4. Halife Gücdivani’ye bırakması, onun da Hacegan/Nakşibendilik üzerinden Müslüman Türk toplumları üzerinde uzun süreli etkinin de başlangıç noktasını oluşturduğu söylenir. Bu anlamda Yesevilik ve Nakşibendiliğin içiçe geçtiği, hatta Yeseviliğin Nakşilik içinde devam ettirildiği belirtilir. Hatta Yesevilik’in XIV. yüzyıl başında Nakşibendi hareketi ile birleştiği ve İslam öncesi unsurlardan büyük ölçüde arındığı iddia edilir.

Bunlar tutarlı önermeler midir? İmam-ı Azam soyundan olduğu iddiasını da hatırladığımız zaman bunların müzakeresini yapmak öncelikli hale gelir. İlk İslami eğitimi Hanefi fıkhına göre alan gençliğindeki eğitimini Şafi âlim ve sufi olan Hamedani’nin talebesi Yesevi, nasıl oluyor da, Hanefi-Maturidi Sünni (Resmi İslam) tasavvurunun fıkıh ve akaidinin göçer Türk halkına sunumunun (Halk İslamı) fıkhı batin yani tasavvufi bir zihniyetle olacağını nasıl göstermiştir? Bu bağlamda Nakşilik üzerinden Yeseviliğin İslam öncesi kültür kodlarını yeniden üretmesinin engellendiği şeklindeki sahih-kural koyucu resmi İslam ile önceki toplumsal örf ve adetler ile bu dinin yaşanması (Halk İslamı) ayrımı üzerine kurulu açıklamalar ne derece tutarlıdır?

Yesevilik, Nakşibendilik Üzerinden Yenilenmiş midir?

Bu noktada Yesevî’nin öğretisinin Nakşibendilik tarafından güncellendiği iddiasını ve Türkistân-Hindistan coğrafyasında etkisini, hatta orada Nakşilik içinde etkinliğini sürdürmesi, Müceddidiye diye anılan tasavvufi ekolü ve Ahmet Faruk Sirhindi’nin Vahdet-i Şuhud öğretisiyle olası yanlış yorumlarının önüne geçilme çabası ve Nakşibendiliğin Halidiye ekolü üzerinden Suriye-Irak ve Türkiye bölgelerindeki değişim ve dönüşümü nasıl olmuştur? Veyahut İznik’teki ilk Osmanlı Medresesinde ders veren sufi âlim Davud’ul-Kayseri ve Fatih Sultan Mehmed’in isteği üzerine felsefe kelam ve tasavvuf disiplinlerinin eş güdümlü okunmasına dair metin yazan “Üç Tarz-ı Tefekkür” yani Arap-Fars ve Türk kültürlerine vakıf ve önemli eserler veren Türk Nakşi sufi ve müderris Molla Cami’nin Vahdet-i Vucüd yorumları baskın olsaydı Türk Metafiziğinin gelişim süreci nasıl olurdu? Her iki aliminde teori ve pratik olarak sufilikte önemli yer edinmesine rağmen medresede eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam etmesinin de bu noktada son derece önemli olduğunu belirtmek gerek.

Bir Merhamet Dili Olarak Yesevilik

Türk Tasavvufunun veya Metafiziğinin kabülünde Yesevi’nin dönemin teo-politik kargaşasında felsefe-kelam ve tasavvufun girift dilini “merhametli, mazlum ve uysal” bir dil ile sade bir şekilde açıklaması son derece önemlidir. “Yesevi’nin halk tarafında benimsenin sebebi, onun halk için de Hak ile beraber olan hayatı ve anlaşılabilir yaşanabilir dini söylemi “havas metafiziği”nin değerlerini halka ulaştırmıştır. Ayrıca O, dönemin egemen güçlerini yermekten ve dini suiistimal edenleri açıkça eleştirebilmiştir. Melami meşrep bir tavırla benimseyip töre karşıtı dini değerleri suiistimal eden Kalenderi söyleme ciddi eleştirileri vardır ki günümüzde bile geçerlidir bu eleştiriler.

Sonuç: Bu hususları Türk Metafiğinin temelleri açısından takip etmenin günümüz açısından önemine gelince, Selçuklu Üniversitelerinde felsefe, kelam ve tasavvuf disiplinlerinin eş güdümlü okutulması geleneğini günümüz İlahiyat fakülteleri tevarüs etmişken felsefe karşıtlığı yapılmasının gerekçeleri ve sonuçları neler olacaktır?

Tarihsel olarak modernite öncesinde zahidlik yani medeni/şehirli toplumda dünyevi unsurlardan mümkün olduğunca uzaklaşmak üzerine kurulu ahlaki ve siyasi bir protest tavır içerken günümüzde tarikatların her birinin ekonomi-politik birim haline gelmesi nasıl açıklanabilir? Tarikatlar (özellikle Nakşibendilik) selefi zihniyete karşı olduklarını iddia ederken gerekli bir öteki şeklinde (İslamcılık adına) yeni selefiliğin paradoksal bir şekilde yaygınlaşmasına ve İslamcılık ve Arapçılık özdeşliğine götürme riski nasıl giderilecektir?

Bu bağlamda tarihte tekke/tarikat-medrese ikilemi günümüzde Tevhid-i Tedrisat yasasına aykırı bir şekilde devam ettirilmeye çalışılmasının gerekçeleri nelerdir? Diyanet İşleri Başkanı bir akademisyen olmasına rağmen Medreselerden bahsediyor ve İlahiyat fakülteleriyle işbirliği yapılmasını nasıl önerebiliyor? Bu hususlar salt İlahiyat fakültelerinde değil, Siyaset bilimi (Kamu Yönetimi) ve Uluslalar İlişkiler bölümünde de disiplinler arası incelemelerle açıklığa kavuşturulur, kanaatindeyim.