Yıllardır yazıp çiziyoruz, medyanın birey ve toplum üzerindeki etkilerini tartışıyoruz. Araştırmalar yapıyoruz, ölçüyoruz ve değişik platformlarda düşüncelerimizi paylaşıyoruz.

Bir yandan çok olumlu gelişmeler yaşıyoruz bir yandan da etkisinden bir türlü kurtulamadığımız olumsuzluklarla haşır neşir oluyoruz.

Ülkemizde her sezon 200 den fazla dizi yayına giriyor, bunlardan çoğu birkaç bölüm sonra yayından kaldırılırken; bazıları da izlenme rekorları kırıyor ve yıllarca devam ediyor. Şu an televizyon kanallarında 70 den fazla dizi yayında. Diziler sadece bizim ülkemizde seyredilmekle kalmıyor, dünyanın pek çok ülkesinde de izleniyor.

Türkiye ABD’den sonra dizi film ihracatında dünyada ikinci sırada. Yaklaşık 350 milyon dolarlık bir dış pazara ulaştık. Bu kısmı çok güzel. Kültür Bakanlığımız bu konuda muazzam teşvikkâr davranıyor. Sektör de yurt dışını keşfetmiş olmanın hazzını yaşıyor. Prodüksiyonlar daha özenli, oyunculuk daha profesyonel ama sıkıntı şu, senaryo ve yaklaşımlar ne yazık ki tüm diziler için aynı ölçüde özenli denemez.

Reyting kral olduğu için, yine dizilerimizde birinci planda izleyicinin ilgisini diri tutabilmek kaygısı var. Dizilerin izleyiciler üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde kafa yorup, bir sosyal sorumluluk içinde bireye ve topluma kazanımlar sağlama amacı ne yazık ki düşük.

Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Çukur” adlı diziyle ilgili kurduğu bir cümle ile başlayan tartışma dikkatleri çekmişti. Bakan Soylu hem siyaset adamı olarak, hem de içişleri bakanı olarak son derece önemli bir konunun tartışılmasına kapı aralamış oldu. Aynı zamanda akademik çevrelere de ülkeye, insanlara ve en önemlisi bilim insanı sıfatlarına yakışır bir şekilde konuya eğilmeleri gerektiğini hatırlattı.

Ekranlardaki yetmişe yakın dizide kadına şiddetten, mafya ve suç örgütlerine, polisiyeden, cezaevi hayatlarına varıncaya kadar geniş bir kurmaca skalası görüyoruz. Bu kurmacaların içinde de insanlarımızın büyük bir kısmının günde iki saate kadar vaktini dizi izleyerek geçirdiğini bulguluyoruz.

Mafya konulu dizilerden öne çıkanlar Çukur, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Kurtlar Vadisi Pusu, Suskunlar adlı diziler. Hepsinin de bir hayli izleyicisi var.

Son günlerde okuduğum nitelikli bir araştırmanın verileri gösteriyor ki özellikle mafya dizilerinin bireye ve topluma etkileri fena. Araştırmayı İçişleri Bakanlığı İç Güvenlik Stratejileri Dairesi Başkanlığı çok saygın bir araştırma kurumu ile yürütmüş. Araştırma geçtiğimiz yılsonunda gerçekleştirilmiş. Araştırmaya cevap verenlerin çok büyük bir kısmı eskilerin ifadesiyle kahir ekseriyeti diyor ki suç işlemeye, kolay yoldan para kazanmaya özendiriyor, şiddet duygularını ortaya çıkarıyor, derin devlet kavramını yerleştiriyor, bireysel silahlanma konusunda ilgi uyandırıyor, izleyenleri suç ve suç türleri konusunda bilgilendiriyor…

Araştırma verileri önemli. İnsanlarımızın önemli bir kısmı “Mafya dizileri suç izlemeye özendiriyor (%51.5) diyorsa, izleyicide şiddet duygusunu ortaya çıkartıyor diyenler %57.5’a ulaşıyorsa, kolay yola para kandırma konusunda özendirici yargısında (%57.2) buluşuyorsa, bireysel silahlanma konusunda özendiriyor (%63.9) düşüncesinde ise hepimizin oturup bir kez daha düşünmesi lazım, nereye gidiyoruz, kendimize ne yapıyoruz diye…

Bakan Soylu’nun mafya dizileri çıkışında kuşkusuz ki bu bilimsel araştırma verilerinin etkilerini de görmek lazım.

Kanunsuzluk, insan haklarının hiçe sayılması, adli ve idari süreçlerin işlememesi, suç işlemenin kolay olduğu düşüncesi, üstelik işlenilen suçların karşılıksız kalacağı gibi bir anlayışın yerleşmesi, kanıksanması gibi vahim bir durumu reyting uğruna elbette ki kabullenmek mümkün değildir.

Suç örgütlerini konu alan diziler, filmler pek çok ülkede çekilir ve yayına girer. İlgi de görür. Amerikan sinemasının en önemli konularından birisi mafya örgütleridir. Ama filmin veya dizinin sonunda suçlunun galip geldiği, yaptığı melanetlerden kendisini kurtarabildiği bir tane bile dizi veya film göremezsiniz.

Bu bir şuur, anlayış meselesidir. İş ilginç olsun, merak uyandırsın, izleyici kopmasın diye ülkeyi herkesin birbirinin her türlü hakkını hukukunu rahatlıkla çiğneyebileceği, kamu otoritesinin olmadığı bir yer gibi göstermek nasıl kabul edilebilir?

Bu bakımdan da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yerden göğe kadar haklı.

Dizilerin insanlar üzerindeki etkileri azımsayacağımız gibi değildir. Geçmişte hatırlanırsa Kurtlar Vadisi dizisinde Oktay Kaynarca’nın canlandırdığı mafya elemanı Süleyman Çakır rolü “öldürülmüştü” ama ülkenin pek çok yerinde bu hayali ölüm için cenaze namazı kılınmıştı.

Şimdi düşünün ki, Çukur dizisinde belalı bir mahalle var. Kimse giremiyor ve kamu otoritesi işlemiyor. Burada mafya hakim… Arama motorlarında bu dizi ile ilgili bir bilgi arayınca karşımıza şu cümle çıkıyor: “İstanbul'un en belalı mahallerinden Çukur'un kontrolü Koçova ailesinin elindedir. Koçovalıların Çukur'u yönetirken en önemli kuralları da uyuşturucuya asla izin vermemeleridir. Ancak gözünü bu mahalleye dikmiş ve bu yasağı kırmaya hazırlanan yeni bir grubun ortaya çıkması ile mevcut düzen bozulur. Tam Koçovalıları pes ettirdiklerini düşündüklerinde, ailenin küçük oğlu Yamaç yıllar önce bambaşka bir hayat kurmak için arkasında bıraktığı Çukur'a geri dönecek ve yeni bir dönem başlayacaktır.”

Peki böyle bir gerçeklik var mıdır? İstanbul’da mafyanın hakim olduğu, hiçbir kamu otoritesinin bulunmadığı bir mahalle düşünülebilir mi?

Bu dizinin de ihraç edilenler arasına girdiğini, dünyanın pek çok ülkesinde gösterildiğini varsayalım, böyle bir şehre hiç turist gelir mi? Bırakın İstanbul’un tarihi ve doğal güzellikleri için gelmeyi, işi olsa, ticaret yapmak istese gelir mi?

Öte yandan ihracata konu olmuş, dünyanın pek çok yerinde izlenen bazı dizilerimiz var ki, bütünleşik pazarlama iletişimi dediğimiz bir süreci tam olarak işletiyor. Ürün yerleştirmelerle ülkemize ve insanlarımıza katma değerleri sürekli büyüyor. Dış pazarlarda Türk ürünlerine ilgiyi, insanlarda Türkiye’ye olan merakı artırıyor.

Dizilerin senaryoları eğer bilimsel destek alınmadan hazırlanırsa şiddetin sıradanlaşması, normalleşmesi, hukuksuzluğun ve yasalara aykırılıkların çoğalması gibi pek çok olumsuzluklar bizi rahatsız edecek boyuta gelir.

Lise öğrencileri örneklemi ile yapılan araştırmalar incelendiğinde de, öğrencilerin dizilerden etkilenerek dizilerdeki yaşamları kendi yaşam biçimleri haline getirmek istedikleri, dizilerde geçen cümleleri günlük konuşma dillerinde sıkça kullandıkları, dizi karakterlerinden etkilenerek onlara öykünme gibi davranışlar sergiledikleri görülmüştür.

Unutulmamalıdır ki diziler kurmacadır. Hayatın aynası filan değildir. Dizilerdeki hiçbir şey gerçek değildir. Çok istisna hallerde dizilerdeki rol olan insanların dizelerdeki adları dahi gerçek değildir. Ancak bu gerçeği insanların anlaması bazen çok zor olabilmektedir. Biliyor olsalar da dizilere öykünmekten, yanılsamalardan kurtulabilmeleri kolay değildir.